Evanjeliklerin Truva Atı İsrail: Velâyet-i Mesih

Yahudilik ile Hristiyanlık arasındaki ilişkiler teolojik bir karşıtlık ve eleştiriyle başlamıştır. Yahudiler içinden çıkan ve tebliğinin muhatap kitlesi yine Yahudiler olan Hz. İsa onları ruhsal körlük, şekilcilik ve iki yüzlülükle nitelemiştir. Yahudiler de Hz. İsa’yı Musa şeriatına göre belirlenen Sebt günü, temizlik ve oruç gibi bazı ibadetlere onlar gibi itibar etmemesi, Yahudilerce günahkâr kabul edilen insanlarla diyalog kurması, şeytan ve cinlerle işbirliği yaptığını iddia etmeleri, mucize gösterememesi ve Yahudi dini geleneğiyle bağdaşmayan davranışlarda bulunması, Mesih olduğunu söyleyerek Sezar’ın otoritesini kabul etmeyip ihanet etmesi gibi iddialarla suçlamışlardır.

Hz. İsa İse Yahudi din adamlarına en ağır eleştirileri yapar ve onları dua – ibadet yeri olan  Tanrı’nın evini “haydut inine” dönüştürmekle niteler. (Matta 21;13) Yahudiler de kendi içinden çıkmış diğer mezheplerle mücadele ederek onları tarihten silmek istemiş ve bunun için de Rabbani Yahudilik yorumunu geçerli tek yorum olarak egemen olmasına çalışmışlardır. Sinagoglarda bu dini yorumun dışında kalan başta İsa ve takipçileri olmak üzere tüm dini topluluklara beddua ederek onlara lanet okumuşlardır.

Tarihsel süreç içerisinde Hz. İsa’nın mesajları ve havarilerinin faaliyetleri ekseninde şekillenen Hristiyanlık, Yahudiliği teolojik öteki olarak kabul etmiş ve egemen olduğu coğrafyalarda Yahudilere baskı uygulamıştır. Hristiyanların Yahudilere karşı iki bin yıl boyunca sürdürdüğü bu geleneksel tutum Katolik kilisenin ilan ettiği bir kararla resmiyet kazanmıştır. II. Vatikan Konsilinin almış olduğu bu kararlara göre; Yahudiler İsa’yı öldürmekle Tanrı’yı öldürmüşlerdir ve Tanrı katilleridir, Tanrı’nın seçilmiş halkı artık kilisedir dolayısıyla Hristiyanlardır ve Eski Ahit, Yeni Ahit olan İncil’in alegorik bir öncüsüdür. Ayrıca söz konusu konsülde “İsa Mesih’in kilisesi, Yeni Tanrı kavmi olduğundan, Eski Tanrı kavmi buna karışıp onun içinde kaybolmalıdır: çünkü Tanrı’nın Eski Ahit’te verdiği sözler İsa’nın şahsında yerine gelmiştir.” Kararıyla Hristiyanlığın Yahudi temelleri vurgulanmakla birlikte artık Yahudiliği mevcut Hristiyanlık içinde eritme iradesi de görülmektedir.

Ortaya çıktığı dönemde Yahudilerle ortak mabede sahip olan Hristiyanlık aynı mabede olan bağlılıklarını devam ettirmiş ve orayı İsa’nın kıyamet öncesi tekrar geleceği mekan olarak kabul etmişlerdir. Ancak Hz. İsa’dan Hristiyanlığın mimarı olarak kabul edilen Pavlus, Yahudilikle iç içe başlayan ve Yahudiliğin bir mezhebi görünümünde olan Hristiyanlığın tamamen bağımsız bir din olarak gelişmesine öncülük etmiştir. Pavlus, Yahudilikteki “kral -Mesih” anlayışını “Rab İsa Mesih” inancına dönüştürerek ilk teolojik ayrışmalarından birini gerçekleştirmiş ve Hristiyanlığın farklı bir din olarak şekillenmesini sağlamıştır. Çünkü Hz. İsa’yı başlangıçta beklenen Mesih olarak gören bazı Yahudiler olmasına rağmen ana akım Yahudilik onun beklenen Mesih’in özelliklerini taşımadığını çünkü vermiş olduğu mesajlarıyla dünyevi bir iktidar kurmaktan uzak olduğu gerekçesiyle kabul etmemişlerdir. Pavlus’un Hristiyanlığı Yahudilikten ayırdığı en önemli hususlardan bir diğeri de Hz. İsa’nın mesajını Yahudi kökenli olmayan diğer insanlara tebliğ faaliyetinde bulunmasıdır. Böylece Hristiyanlık Kudüs ve çevresinde yaşayan Yahudilerden dolayısıyla Mabed’den de ayrılarak farklı coğrafyalara yayılma imkânı bulmuş ancak Mabed ile olan fiziki kopuşu unutmayarak oraya bir gün dönme umudunu canlı tutmuştur. Hızla çoğalmalarına rağmen Yahudilerin baskılarından dolayı kendi kiliselerini inşa etme imkanına ancak İmparator Konstantin (M.S. 272-337) döneminde kavuşmuşlardır. Roma devleti tarafından gördüğü resmi destekle özel mülk edinme ve kiliselerini inşa etme hakkını elde eden Hristiyanlar güçlenerek Yahudiler karşısında üstün bir konuma kavuşmuşlardır. Hristiyanlar elde ettikleri bu siyasi destekle kutsal kitaplarını belirlemiş, teolojilerini oluşturmuş ve Yahudi geleneğine ait inanç-ibadetleri terk ederek kendilerine özgü ibadetlerini belirlemişlerdir.

Kilise babalarının Hristiyanlığı Yahudilikten müstakil bir din olarak temellendirmelerinde teolojik ayrışmayı netleştiren bazı konular üzerinde yoğunlaşmışlardır. Mesela Yahudilerin ısrarla inkâr ettikleri İsa Mesih’in kimliği, tabiatı ve teslis inancındaki konumunu belirlerken Yahudilerin kutsal kitabı Tanah’ın tanrısı ile İsa Mesih’in tansının aynı tanrı olduğu yorumu yapılmıştır. Tanah Eski Ahit olarak isimlendirilerek Hristiyanların kutsal metinleri de Yeni Ahit olarak kabul edilmiş ve her ikisinin birlikte kendi kutsal kitaplarını oluşturduğunu dile getirmişlerdir.

Yahudiliğin temel dini esaslarından biri olan Mesih inancı Roma döneminde maruz kaldıkları baskılar sonucu dünyanın değişik bölgelerinde dağınık bir vaziyette yaşayan Yahudi topluluklarının kurtuluş umudunu diri tutmuştur. İsa’nın bir kurtarıcı olarak ortaya çıkmasını kabul etmeyen ve onu sahte mesih olarak niteleyen ana akım Yahudilik “kurtarıcı mesih” inancından da vazgeçmemiştir. Beklenen kurtarıcı Mesih figürünün Yahudi tarihi boyunca farklı zamanlarda farklı şahsiyetler tarafından temsil edildiğine inanılmıştır. Mesela Roma’ya karşı isyan hareketini başlatan Bar Kohba dönemin Yahudi dini lideri tarafından beklenen Mesih ilan edilmiş ve Tevrat’ın bazı mesajlarının ona işaret ettiğini dile getirmiştir. Bar Kohba hareketinin başarısı üç yıl kadar sürmüş ve Romalılar tarafından öldürülünce Yahudiler büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardır çünkü ölümsüz olarak kabul edilen mesih bir fani gibi ölmüş ve Yahudilerin yeryüzü egemenliğini kuramamıştır. Bar Kohba’dan üç asır sonra Girit adasında yaşayan Yahudiler arasından Moşe isimli bir kişi beklenen Mesih olduğunu ilan ederek Mesih inancı etrafında küllenmiş umutları yeniden yeşertmeye çalışmıştır. Hz. Musa ile aynı ismi taşıdığını, o nasıl İsrailoğullarını Kızıldeniz’den geçirerek kurtarmışsa kendisinin de Akdeniz’i yararak Yahudileri Filistin’e götüreceğini iddia etmiş, ancak kısa süre içerisinde sahte mesih olduğu ortaya çıkmıştır.  Daha sonraki yüzyıllarda da birçok kişi mesih olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış ve Yahudi cemaatini etrafında toplamaya çalışmıştır. Son olarak 17. Yüzyılda Osmanlı vatandaşı Sabetay Sevi, İzmir’de mesihliğini ilan etmiş, Filistin ve Mısır’a seyahatler düzenleyerek taraftar kazanmıştır. Ancak dönemin resmi Yahudi çevrelerince fitne çıkardığı gerekçesiyle şikâyet edilmiş Osmanlı devleti de onun ifadesine başvurunca ihtida ettiğini söyleyerek Müslüman olduğunu belirtmiştir.

19. yüzyıla kadar Yahudi çevrelerinde beklenen kurtarıcı mesih fikri karizmatik lider merkezli bir inanç olmanın ötesine geçerek misyonunu örgütlü bir ideoloji olarak ortaya çıkan siyonizme devretmiştir. Karizmatik liderden örgütsel-kurumsal yapıya dönüşen mesihçilik anlayışı Siyonist ideoloji eliyle evrilerek mesih inancında köklü bir reform yapmıştır. Siyonizm, mesihin velayetini üstlenmiş ve Yahudileri “vadedilmiş topraklara” yerleştirerek onlara yeryüzü hakimiyetini kazandırma görevine talip olmuştur.  Bu durumda Yahudilerin karizmatik bir liderden bekledikleri kurtuluş misyonu Siyonizm’in manevi şahsiyetinde mündemiç bir hal almıştır. İsrail devleti de 1948 yılından itibaren Filistin topraklarını işgal edip onlara yönelik soykırım ve etnik temizlik uygulama politikalarını bu mesihçi anlayış üzerinden meşrulaştırmaya çalışmıştır.

Hem Evanjeliklerin Mesih beklentilerine elverişli bir zemin oluşturan hem de Yahudilerin kurtarıcı mesih beklentisini canlı tutan Siyonizm kendisine yüklenen rolü İblisi kıskandıracak şekilde yerine getirmektedir. Truva atı ile Mesih’in vekili olma rollerini bir arada oynamaya çalışırken kadim çelişkisi olan “seçilmişlik-lanetlenmişlik” sarmalındaki girdaba doğru sürüklenmektedir. İnsanlığın vicdanına ve evrensel hukuk değerlerine karşı ayaklanarak darbe girişiminde bulunan bu Truva atının nerde ve nasıl durdurulacağı sorusunun cevabı henüz yok.