Etiyopya-Somaliland Protokolü ve Türkiye
2024 yılının ilk günlerinde gündeme gelen Etiyopya-Somaliland protokolü, Afrika Boynuzu bölgesinde yeni ve tehlikeli bir krize dönüşme potansiyeli taşıyordu. Türkiye’nin devreye girmesiyle diplomatik sürecin başlamış olması krizi kontrol altına almak açısından anlamlı. Ancak süreci hatırlamak, risklere dikkat çekmek ve izlemek de kıymetli. Krizin çıkış gerekçesi, Etiyopya’nın Kızıldeniz’e ve Hint Okyanusu’na ulaşma arzusu. Etiyopya için ‘var oluşsal bir mesele’ olarak tanımlanan denize bağlantı arayışına doğru şekilde müdahale edilmezse, yeni bir çatışma riski üretebilir. Eğer bölgesel dengeler, tarihi arka plan dikkate alınmazsa ve ilgili ülkelerin rızası dışında çözümler dayatılmak istenirse çatışma riski artabilir.
Kendi iç sorunları (Tigre meselesi) devam eden Etiyopya’nın, yeni bir sorun üretme olasılığı yüksek olan denize ulaşım konusundaki riskleri görmemesi mümkün değil. Ancak fiili durum oluşturarak sonuç almak istendiği açık. Aslında Etiyopya için denize ulaşım arzusu, 1991 yılından bu yana gündemde. Çünkü 1991’de Eritre, Etiyopya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmişti. Bu tarihten sonra Etiyopya, denize çıkışı olmayan karasal bir ülkeye dönüşmüştü. Buna rağmen Etiyopya, uluslararası ticarete ilişkin meseleyi, 2002 yılında, Cibuti ile imzaladığı, “Liman Kullanımı ve Malların Etiyopya’ya Transit Geçişi” anlaşmasıyla çözmüştü. Ancak bahsettiğimiz arayış varlığını sürdürdü.
Etiyopya’nın Denize Ulaşım Arzusu
Etiyopya’nın denize ulaşımı için Eritre, Cibuti ve Somali limanları gibi üç seçeneği var. Somali üzerinden denize ulaşım stratejisi, farklı tarihlerde savaşlara neden olmuştu. Son yıllarda ise Somaliland üzerinden ‘çözme’ arayışı devreye girdi. Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na ulaşma arzusu için Somali federal yapısındaki ‘zayıf’ ilişkilerden yararlanma yolu tercih edilmeye başlandı. Buna ilişkin ilk girişim, 2018 yılında, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri merkezli DP World şirketi ile Somaliland arasında varılan anlaşma. Buna göre, Berbera Limanı’nın yüzde 19’luk hissesi satın alınacaktı. Ancak anlaşma, şartlar yerine getirilmediği için iptal edildi.
İkinci girişim ise 1 Ocak 2024 tarihinde imzalanan protokol. Bu protokol, Berbera Limanı’nın kullanımını ve Etiyopya’nın Somaliland’de askeri üs kurmasını içeriyor. İçeriği kamuoyu ile paylaşılmayan ancak Somaliland tarafından yapılan açıklamada protokolün, “50 yıl boyunca sürecek bir kiralama sözleşmesi ve Kızıldeniz’de 20 kilometrekarelik bir askeri üs kurulmasını” içerdiği ifade edildi. Protokol için Başbakan Abiy Ahmed Ali, “Etiyopya’nın deniz bağlantısının sağlanmasına yönelik önemli bir adım” açıklamasını yapmıştı. Ali’nin ulusal güvenlik danışmanı Redwan Hussien ise “protokolün kiralanmış bir askeri üsse erişimi de sağlayacağını” duyurmuştu.
Ocak 2024’te atılan bu adım, Somali tarafından içişlerine karışma, merkezi yönetimin izni olmadan bölgesel yönetimle ilişki kurma, toprak bütünlüğüne ve egemenliğine yönelik tehdit olarak kabul edildi. Somali’yi devre dışı bırakarak Somaliland ile ilişki kurulmuş olması, ciddi riskler ve tehditler içeren bir mesele. Çünkü protokol, Somaliland’in bağımsızlık arzusuna da hitap ediyor. Somaliland, 1991 yılında tek taraflı bir bağımsızlık ilan etmiş, bu ilan Somali, bölge ülkeleri ve BM tarafından kabul edilmemişti. Etiyopya, bu bağımsızlık arzusuna ‘yatırım’ yapmış ve protokolde, “Etiyopya’nın Somaliland’in bağımsızlığını tanıyabileceğine” yer verilmiş.
Protokol ve Uluslararası Hukuk
Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na Somali toprakları üzerinden ulaşma arzusu için 2018 ve 2024 yıllarında, anlaşma ve protokol denemesi yapılmış. Kimi kesimlerce benzer içerikte olduğu ifade edilse de 2018 anlaşması ile 2024 protokolü arasında önemli farklar var. Temel farklılık, Etiyopya’ya üs kurma yetkisi verilmesi ve Somaliland’in bağımsızlığının tanıması. Aslında uluslararası hukuka göre imzalanan belge, bağlayıcılığı olmayan ve ikili işbirliği konusunda niyet göstergesi olan bir evrak. Evrakın bu denli ses getirmesinin iki temel nedeni var. Etiyopya hükümetinin konuyu büyük bir başarı ve diplomatik zafer olarak sunması ve Somaliland’in de “protokolün kendilerinin bağımsızlığı için diplomatik bir dönemeç olduğunu” ilan etmiş olmasıdır.
Uluslararası hukuk, bahsettiğimiz protokolün imzalanmasını, Somali devletinin egemenliğine yönelik eylem olarak değerlendiriyor. Birleşmiş Milletler Şartı, Afrika Birliği’nin kurucu anlaşması, Montevideo’da imzalanan (26 Aralık 1933) “Devletlerin Hak ve Görevlerine İlişkin Montevideo Sözleşmesi”, Somali Anayasası, tanınırlık ve egemenlikle ilgili ilkeler bağlamında, bahsettiğimiz soruna referans olma niteliğindedir. Örneğin; Afrika Birliği’nin kurucu anlaşmasının 4’üncü maddesinde yer alan, “egemen eşitlik, mevcut sınırlara saygı gösterilmesi, iç işlerine karışmama prensibi” gibi temel ilkelerin ihlali olduğu açık.
Etiyopya Neden Zorluyor?
Uluslararası hukuka ve bölgesel güvenlik risklerine rağmen Etiyopya’nın bu konuda neden ısrarcı olduğunu anlamak, doğru çözüm üretmek açısından gerekli. Etiyopya’nın bu tutumunun üç temel faktörden kaynaklandığı söyleyebilir. Önemli faktör; Etiyopya’nın yönetim anlayışı ve bu anlayışın geçmişle olan bağıdır. Uzun yıllar dünyaya egemen olan Soğuk Savaş anlayışının en temel ilkelerinden biri, güçlü komşu istememe alışkanlığı ve güçlenen komşunun tehdit olacağı ön kabulüdür. Bu anlamıyla küresel siteme entegre olan, ülkesindeki El-Kaide terörünü bitirmeye çalışan, ordusunu kurumsal hale getirmeye gayret gösteren ve ekonomik olarak çarkları işletmeye çalışan Somali’yi tehdit olarak değerlendiriyor. Tarihte yaşanmış savaşlar da bu duyguyu besliyor.
Diğer bir faktör; iç siyasetteki sıkışmayı aşmak için dış politikaya sarılma yaklaşımıdır. Abiy Ahmed Ali’nin bunu yaptığına ilişkin değerlendirmeler fazla. İçerideki sıkışmışlığı aşmak, kuzey-doğu Etiyopya’daki sorunları bastırmak ve iç siyasette kendine alan açmak için bu konunun kaldıraç olarak kullanıldığı değerlendiriliyor. Bir başka faktör ise şu an uluslararası sistemde yaşanan kırılmaların ve küresel sistemin kaybettiği rasyonel yaklaşımın, denizlere erişim için fırsat olduğunun kabul edilmesi. Yani mevcut koşulların fiili bir durum oluşturmaya imkânı tanıdığına inanılması. Aslında Etiyopya, bahsettiğimiz faktörlerin sahicilikten uzak olduğunu biliyor, ancak mevcut koşullardan yararlanmak istiyor. Bu tutum, Gazze işgali ve soykırımında rasyonaliteden uzaklaşan, işgale ve soykırıma her türlü desteği veren Batı’nın, diğer ülkeler tarafından örnek alınmasının kötü bir örneğidir.
Temel soru, Etiyopya’nın liman arayışındaki amaç, uluslararası taşımacılık ve ticari faaliyetler mi? Mevcut veriler değerlendirildiğinde bu soruya “evet” demek mümkün değil. Öncelikle ifade edelim ki Somaliland ile imzalanan 2024 protokolü, ticari bir metni değil. Berbera Limanı’nı kullanmayla ilgili bir sorun zaten yoktu ve bugüne kadar da olmamış. Hatta Somali devleti, ticari olarak tüm Somali limanlarının kullanılmasına olumlu yaklaşmış. Mesela önceki Cumhurbaşkanı Fermacu, ticari kullanım için dört limana yönelik bir mutabakat zaptı imzalamıştı. Somaliland ile imzalanan protokolü farklı kılan, Somali kıyılarında, 20 kilometrekarelik bir bölgenin üs olarak kullanılmak üzere Etiyopya’ya verilecek olması. Yani sorun askeri üs meselesi. Çünkü iki ülke arasında tarihi sorunlar var ve ülke içindeki karışıklıklar Etiyopya ile ilişkilendiriliyor. Mesela; Somali için büyük tehdit olan Eş-Şebab örgütünün çıkışı ile Etiyopya’nın 2006’da Somali’yi işgal etmesi arasında ilişki olduğu değerlendiriliyor. Dolayasıyla, konuya bu açıdan da bakmakta yarar var.
Bölgede Oluşacak Güvenlik Riskleri
Etiyopya-Somaliland protokolü, sahici güvenlik riskleri üretme potansiyeline sahip. Öncelikle Somali, Etiyopya, Cibuti, Eritre, Kenya, Sudan ve Afrika’nın geneli yeni güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalabilir. Bununla birlikte, süreçten en fazla etkilenecek ülke, Somali. Özellikle, Eş-Şebab’a karşı yürütülen mücadelenin Somali’nin birliğini sağlaması açısından kritik öneme sahip olduğu bir dönemde, Etiyopya’nın attığı adım ciddi bir risk. Somali’ye uygulanan BM silah ambargosunun kaldırıldığı, ülkenin iç güvenliği için gerekli savunma kapasitesinin oluşturulduğu, bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlanması açısından kayda değer sonuçların alındığı dönemde, bu sonuçların heba olma olasılığı yüksek. Ancak ortaya çıkacak tablo, Somali kadar, bölgedeki diğer ülkeler de etkilenebilir.
Eş-Şebab ile El-Kaide arasındaki ilişki dikkate alındığında, örgütün çökertilmesinin Afrika Boynuzu bölgesi ülkeleri için ne kadar önemli olduğu görülür. El-Kaide’nin en aktif fonksiyonu, küresel terör unsurlarını istediği bölgelere yönlendirme ve farklı isimlerle faaliyet yürütmesidir. Batılı ülkelerin rasyonaliteden uzaklaşması ve İsrail ile kurmuş oldukları suç ortaklığı, bu tür örgütlere alan açmak için yeterlidir. Alan açılan bu tür örgütlerin ilk hedefi ise Müslüman halklar. Bu denklem onlarca yıldır tekrarlanıyor. Dolayısıyla, El-Kaide’nin Afrika’daki önemli ayağı olan Eş-Şebab’ın güç kaybettiği bir zamanda Etiyopya’nın Somali’ye ilişkin tutumu, Eş-Şebab’a alan açmak ve üst örgütü bölgeye davet etmek olarak okunuyor.
Aslında, ortaya çıkabilecek risklerin bölgedeki tüm ülkeleri, farklı dinamikler üzerinden etkileme kapasitesi var. Birkaç örnek vermek gerekirse; Cibuti’ye bağımlılığı azalan Etiyopya’nın Cibuti için tehdit oluşturma imkânı doğacak. Tehdit, fiili saldırı değil, ülkedeki kabileler arası çekişmenin körüklenmesi şeklinde olabilir. Etiyopya’nın denize çıkış projesini kendine tehdit olarak algılayacak diğer ülke Eritre. Tüm bölge ülkelerinde olduğu gibi herkes güçlenen komşuyu tehdit olarak algılayacak ve zayıflatmak için arayışlara girecektir. Eritre, kuzey-doğu Etiyopya’da var olan örgütlü yapılarla işbirliğini deneyebilir vs.
Aslında protokolün imzalanış tarzı, hem Somali’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini önemsememektedir hem de ayrılıkçı unsurlara yol göstermektir. Ancak bir ülkenin toprak bütünlüğü ve egemenliği hedef alınıyorsa, ortaya çıkacak sonuçtan sadece hedef ülkenin etkilenmeyeceği ilkesini hatırlamak gerekir. Ayrıca Afrika söz konusuysa, unutulmaması gereken konu, aktif ayrılıkçı hareketlerin çokluğudur. Çünkü Afrika’da her ülkeyi hedefleyen birden fazla ayrılıkçı hareketten bahsetmek mümkün. (Afrika’da aktif olan ayrılıkçı hareketleri anlamak için buraya bakılabilir.)
Dolayısıyla; Etiyopya-Somaliland arasında imzalanan metin, 27 Afrika ülkesinde aktif olan 30’dan fazla ayrılıkçı hareketi motive edebilir. Etiyopya, Somaliland’in bağımsızlığını tanıdığı an, kıtadaki diğer aktif ayrılıkçı hareketlerin de farklı imtiyazlarla destek arayışlarının yolu açılmış olur. Somali’nin, Eritre’nin, Kenya’nın, Güney Sudan’ın, Sudan’ın, Etiyopya içine yönelik benzer adımlar atabilme olasılığı var. Aslında bu tür yanlış adımlar konusunda en fazla dikkatli olması gereken ülke, 11 eyaletin ve dokuz ayrı etnik kökenin bulunduğu Etiyopya. Dikkat edilmesi gereken diğer bir konu ise Batılı ülkelerin ekonomik, askeri ve siyasi desteğiyle, Gazze’yi işgal eden ve soykırım suçu işleyen İsrail’in Kızıldeniz ve Aden Körfez’inde neden olduğu güvenlik riskidir. Yani Berbera Limanı’nın tartışmalı hale gelmesi ve Kızıldeniz’in Afrika yakasının El-Kaide/Eş-Şebab unsurları tarafından terörize edilmesi olasılığı.
Olası Sonuçları Görmemek
Önemi nedeniyle, tekrar Somaliland ile imzalanan protokole dönmek gerekirse, ilgili metnin üç muhtemel sonucundan bahsetmek mümkün. Önemli olanı; Somali devletinin Eş-Şebab’a karşı kazandığı üstünlüğün sabote edilme ve terör örgütüne alan açılma olasılığı. Çünkü örgüt, Etiyopya’nın davranışını fırsata çevirmek isteyecektir. Bunun için hem Somali halkının dinî ve milli duygularını sömürecek hem de ortaya çıkan etkiyi kullanacak. Diğeri bir sonuç, Somali devletinin teröre karşı verdiği mücadelenin sabote edilmesi ve mücadele odağının dağılması. Bir diğer sonuç ise ülkede güç boşluğu oluşması ve istikrarsızlığı artması. Muhtemel güç boşluğu El-Kaide/Eş-Şebab tarafından istismar edilebilir. Bu ise terör ve korsanlık faaliyetlerinde artışa neden olabilir ve Aden Körfezi’ndeki uluslararası ticaret olumsuz etkilenir. Bu noktada tüm bölge ülkelerinin dikkate alması gereken konu, izlenen bu tür tutumların, El-Kaide’nin en dirençli ve aktif yapılanması olan Eş-Şebab’ın faaliyetlerini artırma olasılığıdır. Artan terör faaliyetleri sadece Somali’nin güvenliğini değil, Etiyopya’yı ve tüm bölgeyi tehdit edebilir. Bu anlamda doğru olan, Somali’yi güçsüzleştirmek değil, güçlenmesine katkıda bulunmaktır.
Türkiye’nin Rolü
Türkiye’nin, Etiyopya ve Somali ile yakın ilişkileri biliniyor. Türkiye, krizin çıkmasından sonra, 8 Mayıs 2024 tarihinde, Etiyopya’nın resmî talebi üzerine devreye girdi ve “Ankara Süreci” adıyla arabuluculuk başlattı. Bu, sorunun diplomatik yollarla çözümü açısından önemliydi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ikinci tur görüşmelerden sonra, “taraflar arasında bazı temel ilkeler ve spesifik unsurlar üzerinde önemli yakınlaşma ve bu bakımdan kayda değer bir ilerleme sağlandığını” ifade etmişti. Aynı açıklamada, “tarafların üçüncü tur için 17 Eylül’de Ankara’da yeniden bir araya geleceği” de vurgulanmıştı.
Türkiye’nin arabulucu olarak kabul edilmesi, görüşmelere ev sahipliği yapması ve diplomasi kapısının açık kalmasını sağlaması kıymetli. Uluslararası mekanizmaların işlemediği, BM’nin etkisizleştiği, Batılı ülkelerin çatışmalarda açıkça taraf olduğu bir atmosferde Türkiye’nin tutumu, iki ülkenin kazanımı olarak görülmeli. Türkiye’nin taraflara, ütopik hedefler, diğer tarafı yok sayan tutumlar, içişlerine karışma anlamına gelecek yaklaşımlar ve egemenliği riske sokacak adımlar üzerinden sorunlara çözüm üretmenin mümkün olmadığını göstermesi önemli bir kazanım olacaktır.