Siyasette “ilk 100 gün”, genellikle bir siyasetçinin göreve ne ölçüde alıştığının, gündemini nasıl ilerlettiğinin ve önünde ne gibi zorluklar olabileceğinin bir göstergesi olarak kabul edilir. Esad rejiminin geçen yıl 8 Aralık’ta devrilmesinin üzerinden 100 gün geçti ve değerlendirilmesi gereken birçok husus var. Büyük zorluklar söz konusu olsa da, geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Al-Sharaa ve yönetiminin kapsayıcı ve demokratik bir Suriye inşa edebileceğine dair cesaret verici işaretler mevcut.
Son günlerde manşetlerden düşmeyen sahil çatışmaları, yeni yönetimin karşı karşıya kaldığı erken bir sınav niteliğindeydi. 6 Mart Perşembe günü, devrik Esad rejiminin kalıntılarının çoğu sivil kıyafetliydi ve Suriye’nin Esad sonrası dönemde karşılaştığı en büyük tehdit olan koordineli bir saldırıyla devletin güvenlik güçlerine pusu kurdular. Bu olay, bölgedeki bazı grupların şiddeti tırmandıran kanunsuz saldırılarına yol açtı. Bu esasen bir darbe girişimiydi; Esad yanlısı terörist güçler, güvenlik güçleri kontrolü yeniden sağlayana kadar Lazkiye yakınlarındaki Ceble’yi (Jableh) birkaç saat boyunca ellerinde tuttular. İlk bulgular, İran ve Hizbullah’ın bu olayda rol oynadığını gösteriyor; Esad yanlısı güçler yabancı menşeili iletişim sistemleriyle donatılmıştı. Al-Sharaa, saldırılara ilişkin bağımsız bir soruşturma komitesi kurulduğunu açıklayarak ve güvenlik güçleri ile sivillere mezhep temelli katliamlara karışmamaları yönünde uyarıda bulunarak (bunu yapanların sonuçlarına katlanacağı mesajını vererek) hızlı bir şekilde yanıt verdi.
Esad sonrası Suriye’de duyguların hâlâ yoğun olması şaşırtıcı değil; ancak insanlar hesap vermeli ve cinayetlerin yaşandığı günlerde yayılan yanlış bilgiler durumu daha da alevlendirdi. Esad yanlısı unsurların, rejime bağlı Şebbihaların sivilleri öldürdüğünü gösteren eski videoları kullanmaları ironikti; buna rağmen bu durum sosyal medyada bir paylaşım patlamasına yol açtı.
Adrenalin hâlâ yüksek; fakat sağduyu galip gelmeli ve Lazkiye, Tartus, Baniyas ve Ceble’degüvenlik güçleri, polisler ve çok sayıda sivile saldıran terörist gruplar yakalanarak adalete teslim edilmelidir. İlginçtir ki, bu saldırılardan sorumlu bazı kişiler Esad’ın devrilmesinin hemen ardından affedilmişti.
Öte yandan, güneybatıdan yükselen İsrail tehdidi son derece endişe verici. İşgalci yönetimin Başbakanı Benjamin Netanyahu, Suriye’nin yeni rotasından hoşnutsuzluğunu açıkça ifade etmekten çekinmedi. İsrail, esasen Suriye’nin küçük bir bölümünü işgal ettiğini ve bu bölgeyi “sınırsız” bir süre boyunca, ayrıca tampon bölgeyi de kontrol altında tutmayı hedeflediğini duyurdu. Bu, uluslararası hukukun açık bir ihlalidir ve İsrail’in 1981 yılında (1967’de işgal ettiği) Golan Tepeleri’ni ilhakına Esad rejiminin hiçbir zaman gerçek anlamda karşı koymadığını da unutmamak gerekir.
8 Aralık’tan sonra İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarını belirgin biçimde artırması dikkat çekicidir.
İsrail’in saldırgan tutumu, Suriye’nin istikrarı ve toprak bütünlüğü açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Ancak uluslararası toplumun bu konuda sessiz kalması, Al-Sharaa ve bölgesel müttefiklerinin yönetmek zorunda olduğu bir mesele.
İsrail aynı zamanda azınlıkları yeni yönetime karşı direnmeye ve muhalefet etmeye teşvik ediyor. Bu durum Ceble’de (Jableh) gözlemlendi; Suriye kıyısındaki bazı Alevi gruplar uluslararası destek talep ederken, güneydeki Suveyda’da Dürzi baş din adamı Hikmet Al-Jajri, yerel halkın büyük kısmının olumlu yaklaşmasına rağmen yeni Suriye yönetimini tanımayı reddetti. İlginçtir ki, aynı dönemde bazı Dürzi din adamları, işgalci devlete yönelik normalleşme göstergesi olarak tarihi Filistin’in kuzeyindeki kutsal bir mekâna düzenlenen ziyarete İsrail’in davetini kabul etti.
Toprak bütünlüğü konusunda, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile varılan anlaşma olumlu karşılandı. Bu anlaşma, söz konusu grubun yeni ulusal orduya entegre edilmesini ve ülke genelinde ateşkes sağlanmasını öngörüyor. 2012 yılından bu yana kuzeydoğuyu yöneten Kürt liderliğindeki otoritenin kamu kurumlarını devlet yönetimine devretmesi ve Esad döneminde reddedilen Kürt haklarının tanınması da bu anlaşmanın bir parçası. Bu, ulusal birlik yolunda atılmış önemli bir adımdır ve son haftalarda diğer azınlık gruplarıyla kurulan ilişkilerin devamı niteliğindedir. Azınlıkları silahlandıran ve mezhepçiliği iktidar aracı olarak kullanan bir rejimin ardından, Suriye’nin yeniden inşasında gruplar ile devlet arasında kurulacak işbirliği, kapsayıcı bir yönetimin temelini oluşturacaktır.
Yeni yönetim açısından bir başka olumlu gelişme de uluslararası arenadaki itibarıdır. Aralık ayında göreve başlamış olmasına rağmen, Dışişleri Bakanı Asaad Al-Shaibani ve Cumhurbaşkanı Al-Sharaa’nın bölge ülkeleri ve ötesiyle gerçekleştirdiği çok sayıdaki ikili görüşme dikkat çekicidir. Al-Sharaa geçen ay, Esad sonrası dönemin ilk Arap Birliği toplantısına katıldı. Her ne kadar bazı liderler bu durumdan hoşnut olmasa da, artık Suriye’nin yeni bir yönetim tarafından idare edildiği kabul ediliyor. Al-Sharaa, Suriye’nin komşularıyla herhangi bir çatışma istemediğini ve 50 yıllık Esad baskısı ile 14 yıllık savaşın yaralarını saran bir ülkenin, İsrail’e saldırı başlatacak bir platform haline gelmeyeceğini açıkça ifade etti.
Yaptırımların kaldırılması konusunda da ilerleme sağlandı. İngiltere ve Avrupa Birliği, iyi yönetişim ve kapsayıcı devlet inşasına dair somut ilerlemelerin gösterilmesi koşuluyla, bazı alanlarda yaptırımların kaldırılmasını kabul etti. Al-Shaibani’nin önümüzdeki günlerde Brüksel’de düzenlenecek bir bağışçılar zirvesine katılması beklenirken, Al-Sharaa da Paris’te Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile görüşmeye davet edildi. Her iki gelişme de umut verici sinyaller taşıyor.
Ancak ABD henüz yaptırımların kaldırıldığını ilan etmedi ve ülkenin ekonomik ve siyasi gücü göz önüne alındığında, bu gerçekleşmediği sürece yeniden inşa sürecinin sekteye uğraması kaçınılmaz. Yeni Suriye yönetimi, bu alandaki lobi faaliyetlerine yoğun biçimde devam ediyor.
Ne var ki, Trump yönetiminin öncelikleri sürekli değişiyor ve öngörülemez bir seyir izliyor.
Şubat ayı sonunda düzenlenen ulusal diyalog konferansı, yönetimin yeni bir devlet inşası konusunda halkla istişare etme çabasının bir göstergesi olarak doğru yönde atılmış bir adımdı. Her yeni girişimde olduğu gibi, sonuçlar karmaşıktı. Konferansın son anda organize edilmesi ve bazı katılımcıların yalnızca iki gün öncesinden davet edilmesi, ayrıca tek bir günün yetersiz olması gibi hususlar eleştiri konusu oldu. Bununla birlikte, tartışma ve müzakere imkânının sağlanması ve devletin Esad rejimi ile Baasçı kurumlardan arındırılarak ulusal bir çerçeve oluşturmaya yönelik çabaları övgüye değerdir.
Suriye’nin zamana ihtiyacı var. Derin ve uzun süreli bir travma geçiren her hasta gibi, bu ülkenin de iyileşme süreci zaman alacaktır; kurumsal sorunlar bir gecede çözülemez. Esad dönemi yetkililerinin hukuki açıdan hesap vermesi süreci durmuş durumda ve halk hâlâ Sednaya ve diğer cezaevlerinin, rejimin işlediği suçları belgelemek üzere korunmasına dair haberleri bekliyor.
Yeni anayasal deklarasyon memnuniyet verici. Dikkatli gözlemciler ilginç bir simetri fark edecektir: Eski anayasada 49. madde Müslüman Kardeşler üyeliğini ölümle cezalandırırken, yeni deklarasyonun 49. maddesi, Esad rejiminin işlediği suçları — Suriye Holokostu olarak anılan — yüceltmeyi veya inkâr etmeyi cezai bir suç olarak tanımlıyor.
Yapılması gereken hâlâ çok şey var; ancak ilk işaretler umut verici. Suriye’de yeni bir devlet yavaş ama kararlı adımlarla inşa ediliyor.