Erik Hoel: 21. Yüzyıl Neden Yeni Bir “Bilinç Kışı” Getirebilir

Nörobilimci Erik Hoel ile bilinç araştırmalarının geleceği üzerine bir sohbet.

TEMEL ÇIKARIMLAR

  • Big Think, yakın zamanda Erik Hoel ile yeni bir “bilinç kışı”nın zihin araştırmalarını yeniden arka plana itme olasılığı üzerine konuştu.
    • Hoel, modern bilinç araştırmalarındaki “asıl darboğazın” iyi fikirlerin eksikliği olduğunu savunuyor.
    • O, yapay genel zekânın yaratılmasının, insanların yapay zekânın bilinçli değil, yalnızca son derece zeki olduğunu düşünmesine neden olabileceğini ve bu nedenle bilincin pek de önemli görülmeyebileceğini öne sürüyor.

Yaklaşık 150 yıl önce, Harvard Üniversitesi’nden William James, Amerika Birleşik Devletleri’nde psikoloji dersi veren ilk eğitimcilerden biri oldu. James, diğer fikirlerinin yanı sıra, “bilinç akışı” kavramını ortaya attı ve öğrencilerini bu kavramı keşfetmeye teşvik etti; bu yeni disiplinin içinde fikirlerin yeşereceği bir bahar doğacağı umudunu taşıyordu.

Fakat bu çabalar sonuçsuz kaldı. 1913 yılında, psikolog John Watson, geçerli psikolojinin bir kişinin zihinsel durumu hakkındaki varsayımlara değil, nesnel olarak gözlemlenebilen olgulara dayanması gerektiğini öne sürdü. 1930’lara gelindiğinde ise, B.F. Skinner’ın indirgemeci ve radikal davranışçılığı alana tamamen egemen olmuştu. İnsan dışındaki canlılar otomatlar olarak görülüyor, öznel deneyimler üzerine düşünmek ise deneysel psikoloji alanında fiilen yasaklanmış sayılıyordu.

Yazar ve nörobilimci Erik Hoel, son kitabı The World Behind‘da, 1990’lara kadar süren bu dönemi “bilinç kışı” olarak adlandırdı — bu ifade, alandaki yeni ve çığır açıcı fikirlerin eksikliğini ustaca yansıtıyordu. Hoel’e göre, o zamandan bu yana bilinç hakkında birçok yeni fikir ve bilimsel araştırma ortaya çıktı; tam anlamıyla bir ilkbahar yaşandı. Bunlardan biri de Entegre Bilgi Teorisi (Integrated Information Theory, IIT). En temel düzeyde, IIT, bilincin fiziksel bir sistem içinde entegre bilgiden kaynaklandığını öne sürer ve bu sistem içindeki deneyimin özelliklerini matematik ve nörobilim yoluyla anlamaya çalışır.

Hoel bu konuda yetkindir. Doktorasını, IIT’nin kurucusu sayılan Profesör Giulio Tononi’nin danışmanlığında Wisconsin-Madison Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Daha sonra, yalnızca zayıf biçimde bağlantılı görünen bileşenlerden oluşan büyük bir sistemde nedenselliğin nasıl ortaya çıkabileceğine dair bir çerçeve sunan nedensel ortaya çıkış teorisini (causal emergence theory) geliştirmiştir — örneğin biz atomlardan oluşuyoruz ve bilinçliyiz, ancak atomlar bilinçli değildir.

Kurgu ve kurgu dışı kitaplar yazmak ve bilimi beşeri bilimlerle buluşturmayı amaçlayan popüler Substack blogu The Intrinsic Perspective’i yürütmek üzere verdiği bir aranın ardından Hoel, bilimsel araştırmalara geri döndü ve ortaya çıkışın matematiği üzerine bir makale yayımladı. Onunla, bilincin gizemini çözmeye çalışan yeni nesil araştırmacılar, alanın gelecekte nasıl şekilleneceği konusundaki öngörüleri ve yaklaşmakta olduğuna inandığı yeni bir “bilinç kışı”na dair kaygıları üzerine sohbet ettim.

Ross Pomeroy

————————————————————–

Bilinç genellikle tanımlanması zor bir şey olarak gösteriliyor, ancak siz aynı fikirde değilsiniz. Bilinç araştırmaları alanında kabul görmüş, netleşmiş tanım nedir?

İnsanlar bilincin tanımını büyük bir gizem gibi ele alıyor, ancak bana göre asıl zor olan şey, tatmin edici bir bilinç teorisi geliştirmek. Tanım yapmak, bu süreçte kendiliğinden gelişen bir şey — esasen herkesin aynı şeyi “işaret etmesiyle” ilgili. Mesela suyun H₂O olduğunu bilmesem bile yine de suyu işaret edebilirim. Bence bilinç araştırmalarında son otuz yıl içinde tam olarak böyle bir durum yaşandı. Artık çoğumuz aynı şeyi işaret ediyoruz.

Bilincin işlevsel tanımı, sabah uyandığınızda başlayan ve derin, rüyasız bir uykuya daldığınızda kaybolan kişisel deneyim akışınızdır. Yani, “siz olmanın nasıl bir şey olduğu”dur.

Entegre Bilgi Teorisi hâlâ bilinç konusundaki en çok tercih ettiğiniz teori mi?

Evet, çünkü diğer teorilerle karşılaştırıldığında açık ara daha iyi. Yani gerçekten “teori” unvanını hak ediyor. Diğerlerinin bu unvanı gerçekten hak edip etmediğinden emin değilim. Şu anda, Entegre Bilgi Teorisi (IIT) dışında bilinç üzerine gerçekten bir teori olarak işleyebilecek başka bir teori bildiğim yok. Konuya titizlikle yaklaştığınızda bu durum kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bir sistemi — örneğin bir beyin durumunu — ele aldığınızda, bir teorinin bu durumu tüm olası deneyimlere — duyumlar, düşünceler vb. — eşleyebilmesi gerekir. IIT, bu karmaşıklıkların hepsini dikkate alarak en azından size bir cevap verebilir. Üstelik bunu düşünebileceğiniz herhangi bir sistem için de yapabilir.

Diğer teoriler bu seviyeye dahi yaklaşamıyor. Örneğin, bu eşlemeyi hangi tanımlama ölçeğinde yapacaksınız? Beyninizi atomlar, moleküller, nöronlar, minik sütunlar ya da beyin bölgeleri gibi birçok düzeyde tanımlayabilirim. Hangisini kullanmalıyım? Başka bir teori buna cevap verebilir mi? Genel olarak hayır, elbette veremez. Çünkü o noktaya kadar ilerleyemiyorlar. IIT ise bir cevap veriyor. Bu cevaba katılmayabilirsiniz, ama en azından bir cevaptır — ve hiçbir cevabın olmamasından çok daha iyidir.

Şu anda bilinç araştırmaları alanında, birbirine zıt görüşlere ya da hipotezlere sahip bilim insanlarının, anlaşmazlıklarını ortak araştırmalar ve yayınlarla çözmek üzere birlikte deneyler tasarlayıp yürüttüğü, iyi finanse edilen bir girişim var. Sizce bu verimli mi?

Evet, verimli — ve ben de bunu destekliyorum. Ama aynı zamanda şunu da düşünüyorum: Asıl darboğazın ampirik veriler olmadığını anlamamız gerekiyor. Bir gün insanlar, nörobilimin deneysel araçlarının bu meseleyle başa çıkmak için yeterli olmadığını fark edecek. Bu yüzden “önce veri” yaklaşımı burada işe yaramaz. Gerçek darboğaz, iyi fikirlerin eksikliğidir. Bu, bir alan için çok nadir görülen bir durumdur — hatta genelde herhangi bir durum için de.

Eğer bir hayırsever, dünyayı değiştirme şansına %15 oranında sahip olmak isteseydi, oturur ve bilinç üzerine çalışan iki ya da üç düzine genç kuramcıya, yalnızca bilinçle ilgili olmaları şartıyla istedikleri her şeyi yapabilmeleri için birkaç yıllık fon sağlardı. Böyle bir yatırımın beklenen getirisi başka hiçbir yerde bulunamaz. Üstelik, bir yığın düşmanca işbirliğini finanse etmekten çok daha ucuza mal olurdu.

2023 yılında, Entegre Bilgi Teorisi ile Küresel Nöronal Çalışma Alanı Teorisi’ni karşı karşıya getiren ilk büyük çaplı düşmanca işbirliğinin ardından, bilinç alanındaki birçok önde gelen bilim insanı, IIT’yi sahte bilim olarak niteleyen bir mektuba imza attı. Siz bu mektubu kamuoyuna açık bir şekilde eleştirdiniz ve bunun yeni bir “bilinç kışı”na yol açabileceğinden endişe ettiğinizi söylediniz. Ne demek istediniz?

Özellikle 20. yüzyılın büyük bir bölümünde bilim dünyasında yaşananların tekrarlanmasından endişe ettim — o dönemde “bilinç” kelimesi adeta yasaklıydı. Hatta, yalnızca “consciousness” (bilinç) kelimesinin kullanım sıklığına bakarsanız, yüzyılın başında büyük bir düşüş yaşandığını, 1940 civarında en düşük seviyeye indiğini, sonra da yavaş yavaş yeniden yükselmeye başladığını görürsünüz. Bilinç, fazlasıyla felsefi, fazlasıyla tuhaf bir konu olarak görülüyordu. Ama bu meseleler hiçbir zaman ortadan kalkmadı — yalnızca on yıllar boyunca bir kutuya hapsedildiler. Bu kutu 60’larda, 70’lerde ve hatta 1990’larda açılır açılmaz, eski soruların tamamı tekrar gündeme fırladı.

Yeni bir bilinç kışı nasıl görünebilir?

Mesela finansmanın kuruması gibi. İlginin tükenmesi gibi. Kültürel ve entelektüel düzeyde bir ilgisizlik hali gibi. Bence iç eleştiriler ve çatışmalar bunu tetikleyebilir — ama yapay zekâ da aynı şekilde etkili olabilir. Eğer yapay zekâ genel zekâya ulaşırsa [yani insanlarla aynı düzeyde görevleri yerine getirebilir hale gelirse], kamuoyundaki baskın görüş, yapay zekânın hem bilinçli hem zeki olduğu değil; bilinçli olmadığı ama çok zeki olduğudur. Oysa bu ilk görüşün çok bariz bir sonucu var: Bilincimizin pek de önemi yok. Bu da daha ileri bir çıkarımla ya bilincin araştırmaya değer olmadığı ya da aslında hiç var olmadığı anlamına gelebilir. Bence başka bir bilinç kışına giden en olası yol bu.

Siz, şu anda bilincin gizemini çözmeye çalışan yeni, genç nesil bilim insanlarını temsil ediyorsunuz. Önceki kuşaklardan farkınız nedir?

Artık bu alanda çok sayıda eski matematikçi ve eski fizikçi yer alıyor. Onlar beraberinde yeni bir şey getiriyorlar: Kesin tahminler yapabilen, net ve tanımlanabilir kurallara sahip, biçimsel teoriler geliştirme yeteneği. Bilinç araştırmalarında onlarca yıldır ciddi bir “teori çorbası” vardı — aslında bu, genel olarak nörobilimden kalan bir mirastı. “Belki büyük bir çalışma alanıdır” ya da “belki düşünceler başka düşünceleri düşünüyordur” gibi şeyler. Bunlar kulağa hoş geliyor — kötü olduklarını söylemiyorum — ama kesinlikle artık aşılması gereken şeyler. Geniş bir dilsel düzeyde işleyen bilinç teorileri 1980’lerde harikaydı. Ama şimdi, belirli şeyler söyleme ve somut nicelikler önermenin zamanı geldi.

Bilinç araştırmaları geçmişinin büyük kısmında oldukça çatışmalı bir alan gibi göründü. Rekabet içindeki teoriler ve büyük egolar sürekli çatışma halindeydi. Sizce sizin kuşağınız bu statükoyu terk etmeye başladı mı?

Bence artık daha az rekabet var. Bunun bir nedeni, bilinç araştırmacısı olmak için artık başka bir alanda ünlü olmanızın gerekmemesi. Eskiden fikirlerinizi ortaya koyabilmeniz için önceden meşhur olmanız gerekiyordu — bu, büyük egolar için birebir bir tarifti. Artık bu garip şart ortadan kalktı, dolayısıyla alan genç kuşak için genel olarak daha az çatışmalı hale geldi.

Doktora eğitiminiz sırasında size felsefenin tehlikeli olduğu yönünde tekrar tekrar uyarılar yapıldığını yazmışsınız. Buna katılıyor musunuz?

Kesinlikle katılmıyorum. Daha fazla felsefe okusa ciddi anlamda fayda sağlayacak çok sayıda nörobilimci var. Çoğu zaman alanda bir saflık (naiflik) söz konusu oluyor ve bu yüzden son derece basit, neredeyse çocuksu fikirler öne çıkarılıyor. Öte yandan, filozoflar da bilim insanlarına yeterince saygı göstermiyor. Sonuçta bilinç konusunda ilerlemeyi sağlayacak olanlar filozoflar değil, bilim insanları olacak. Bu yüzden daha fazla felsefe bilen bilim insanlarına, daha fazla bilim bilen filozoflara ihtiyacımız var.

Bilimsel olarak doğrulanmış bir bilinç teorisine sahip olmak neden bu kadar önemli?

Çünkü böyle bir teorinin ne tür olanaklar sunacağını henüz bilmiyoruz ve bu nedenle sağlanabilecek ilerlemeler neredeyse hayal edilemez düzeyde olabilir. En basitinden başlayalım: bilinçli ve bilinçsiz varlıklar arasında ahlaki farklar gözeterek bilinçli ahlaki tercihler yapabilme imkânı doğar. Diyelim ki bir bilinç teorisi sayesinde tavukların bilinçli olmadığı ortaya çıktı. Hiçbir şey hissetmiyorlar. Ve kesinlikle acı da hissetmiyorlar. Bu durum, vejetaryenlik kavramını kökten değiştirir. Tavukları, mısır yer gibi özgürce yiyebiliriz. Bu küçük bir örnek olabilir, ama asıl mesele şu ki, çok geniş bir yelpazede ahlaki değerlendirmeler bundan etkilenecektir. Ahlaki çevrenin sınırları nerede başlar, nerede biter?

Bu temel düzeyin ötesinde, bilinçli bir yapay zekâ inşa etmek gibi meseleler de var. Belki böyle bir yapay zekâ, büyük dil modellerinden farklı biçimde; daha güvenilir, daha okunabilir gibi özelliklere sahip olur.

İşler, teorinin neleri mümkün kıldığına bağlı olarak fazlasıyla uç noktalara varabilir. Mesela, beden değiştirme gibi son derece bilim kurguvari ihtimalleri mümkün kılma olasılığı sıfır değil. Ciddiyim. En azından çok güçlü ve çekici bir teorik taslağa sahip olana kadar, bu tür şeyler hakkında en ufak bir fikrimiz olamaz — ki şu anda böyle bir taslak da elimizde yok.

Kaynak: https://bigthink.com/neuropsych/erik-hoel-on-the-consciousness-wars/