Erdemin Gölgesinde; Savaş ve Barış

“Hábil ve Kabil Habil’in ölümünden sonra karşılaştılar. Çölde yürüyorlardı ve uzaktan birbirlerini tanıdılar. Çünkü ikisi de çok uzun boyluydu. İki kardeş yere oturdular, bir ateş yaktılar ve yemek yedi- ler. Günbatımında yorgun düşmüş insanlar gibi, sessizliği bozmadılar. Gökyüzünde, henüz adı konmamış birkaç yıldız belirdi. Yıldızların ışığında, Kabil, Habil’in alnında taşın izini gördü ve ağzına götürmekte olduğu ekmeği yere fırlatıp, suçunun bağışlanması için yalvardı.

Habil yanıtladı:

-Sen mi beni öldürdün, yoksa ben mi seni? Anımsamıyorum; burada önceki gibi birlikteyiz yine.

-Şimdi biliyorum beni gerçekten bağışladığını, dedi Kabil, çünkü unutmak bağışlamaktır. Ben de unutmaya çalışacağım.

Habil yavaşça konuştu:
“Doğru, pişmanlıklar sürdükçe, suç da sürer.”

(Söylence, Jorge Luis Borges, Gölgeye Övgü’den)

 

Savaş çıkarmak, öldürmek, kırmak, yakmak, yıkmak, intikam kolaydır. Herkes yapabilir. Barış zordur. Barışmak, yaşatmak, Yapmak, inşa etmek, affetmek zordur. Herkes yapamaz.

Kışkırtmak, küfretmek, incitmek kolaydır. Yatıştırmak, tamir etmek, düzeltmek zordur.

Bölmek, parçalamak, ayrıştırmak kolaydır. Bütünlemek, birleştirmek, tamamlamak zordur.

İntikam sürdükçe suçta sürer. Unutmak ve affetmek, geçmişin suçlarının tekrarını engeller. Erdem, Habilce bir eylemdir. Ve yaşamı Habil, ölümü ise kabil temsil eder.

İnsanların çoğu kolay olanı tercih eder, zor olanı seçmek habilce erdem işidir.

Uygarlıkları, devletleri, şehirleri, erdemli insanlar inşa eder.

Felsefeyi, sanatı, zanaatları, edebiyatı, müziği, mimariyi erdemli insanlar geliştirir.

Dini, ahlakı, sevgiyi, barışı, paylaşmayı, dayanışmayı erdemli insanlar korur, gözetir, yaşatır.

Toplumların varlık yokluk kavgasında, tarihin kırılma anlarında, sulh ve sukunetin, barış ve huzurun kurulduğu dönemlerde yıkıcı insanlar değil, yapıcı erdemli insanlar rol üstlenir.

Roma devlet adamı Çiçero, ‘mutsuz zamanlarda, tüm yozlaşmamızın ortasında, Roma’nın büyük isimlere mi ihtiyacı var?

Hayır, erdemlere ihtiyacı var.” Demiş.

Bu dönemlerde sorunun kendisi, nedenleri, geçmişi, tarafları, haklı-haksız çetelesi artık önemli değildir, bunlar artık bir detaydır, bir sahne dekorudur. Bu dönemlerde aslolan sorun ne olursa olsun artık çözümün konuşulabiliyor olması, barışın, birliğin, dirliğin, huzurun inşa edilmeye başlanması, geleceğin kurgulanması ve kurulabilir hale gelmesidir.

Bu dönemlerde önemli olan erdemli insanların öne çıkması, irade göstermesi, kararlılık ve cesaret, sabır ve özveriyle yapıcılığın zor ama mümkün koşullarını oluşturup işe koyulmasıdır.

Bu dönemlerde önemli olan, ölümü değil yaşamı, ayrışmayı değil ünsiyeti, öfkeyi değil merhameti kuşanmak, empati yaparak herkesi dinlemek, anlamaya çalışmak, her fikre öneriye talebe saygı duymak, savaşın ahlaksızlığını sonlandırıp barışın ahlakına uygun bir erdem seviyesi tutturabilmektir.

Mevlana’nın da dediği gibi, “Yaralarımız, ışığın içimize süzüldüğü yerdir.” Yaraları sarmak, ışığı içimize hapsetmektir. Erdemli insanlar, sosyal şifacılardır ve kötülükleri iyilikle düzeltir, acıları zerafetle taşımayı, başkalarını kendi acılarının duygusal şiddetinden korumayı öğretirler.

Yaralar sarılırken, artık, savaş lordları, kışkırtıcı unsurlar, nekrofil ölüm çağırıcıları, fitne ve fesat öbekleri, kin ve husumet kumkumaları susmalıdır. Akılsız, kalpsiz, merhametsiz ve cahil savaş tamtamcıları bir kenara çekilmelidir. Artık, adil, asil, yapıcı ve hayırlı bir gelecek için öne atılan gerçek insanların, sahici vatanseverlerin konuşmaya başlaması gerekir.

Kürt sorunu, terör, bölücülük, PKK, savaş, gerilla, şehit, vatan kelimelerinden oluşan geçmişin çatışma dönemi negatif yüklü literatürü yerine, artık empati, ortak ülküler, ortak değerler, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik, hürriyet, insaf ve merhametten oluşan pozitif bir literatürle konuşmaya alışmak gerekir. Cemil Meriç’in öfkeli ifadesiyle, ‘Kelime leşleriyle dolu bir kafatası, hora tepen mefhumlar; kaypak, insicamsız ve ipliği kopmuş tespih taneleri gibi herbiri bir tarafa dağılıveren düşünceler..’den sıyrılıp, erdemin ve hikmetin kelimelerini keşfetmek gerekir.

Türk, Kürt, Türkiye, Türkçe, Kürtçe, Kürdistan kelimeleri; artık ayrışma, bölünme, husumet ve fitne dilinin kodları değil, doğal ve sahici gerçekliklerin ve ortak geleceğin normal, makul ve mümkün temellerini işaret eden pozitif bir dilin kelimeleri olarak kodlanmalıdır.

Erdemli insanlar, merhametin ve empatinin kelimeleriyle konuşmalıdır. Zor, yorucu, yıpratıcı bir barış sürecinde, birlik ve kardeşliğin pekişmesinin eşiğinde, birliği ve dirliği kalıcılaştırma ve ortak geleceğin inşasının önünü açmanın şuuruyla, sabır ve teenni içinde  olmalıdır.

Çünkü şimdi, Savaştan, terörden, ayrışmadan, fitneden beslenen unsurların en iyi bildiği şeyi, yani bozmak, kırmak, kışkırtmak ve zehirlemek için her şeyi yapacağı beklenmelidir.

Ama bu topraklar, her tür fitne ve fesadın, her tür ayrışma, çatışma, bölünme ve kavganın binbir türünü yaşamış olmanın tecrübesiyle barışı, birliği, dirliği, huzuru ve merhameti de çok iyi bilir ve daima önüne çıktığında barışı seçer. Çünkü bu coğrafya, bütün bozulma, çözülme, dağılma dönemlerinden sonra birleşme, bütünleşme, yeniden doğma iradesini de bağrında taşıyan derin bir hafızanın, köklü değerlerin, yaşamsal içgüdünün ve yaratıcı aklın da doğum yeridir.

Bu coğrafyada Devlet, bu tarihsel hafızanın aklını kuşandığında, hiçbir engel, hiçbir fitne, hiçbir korku, dirlik ve düzenin, varlık ve bekanın, birlik ve bütünlüğün önüne geçemez.

Millet, bu tarihsel hafızanın refleksi harekete geçtiğinde, hiçbir sorun çözümsüz kalmaz, hiçbir kan davası ebediyen sürmez, hiçbir fesat işe yaramaz.

Bu idrakle, bu topraklarda yaşamanın kaderini, geçmişin küllerinden ve geleceğin muhayyel cennetinden seçilmiş ortak ülküler, kollektif akıl ve erdemle sonuna kadar yürümek zorunludur.

İşte o zaman, kaybedilmiş geçmişin telafisi ve yaşamaya değer bir geleceğin inşası için yollar açılacaktır.

Kim neyi istiyorsa o başına gelir, kim neye layıksa onu yaşar. Kim bela isterse bela, zulmet isterse zulmet kim rahmet isterse rahmet yağar.

Devlet ve toplum, Türk ve Kürt, artık zulmete değil, sulh, selamet ve rahmete layıktır.

Artık çocuklarımızı cezaevlerinde, mezarlıklarda değil, mensubu olmaktan onur duyacağımız bir adalet devletinin ve yaşamaktan onur duyacağımız bir ülkenin evlerinde, sokaklarında, dağlarında ve denizlerinde neşeyle, huzurla, onurla büyütmek için erdeminin gölgesinde toplanma vaktidir.