Epstein Skandalı ve İsrail: Kurumsallaşmış Ahlaksızlığın Anatomisi
Dünyanın en etkili siyasetçi ve milyarderlerini cinsel şantaj aracılığıyla avlayan gizli bir ağ düşünün. Bu karanlık mekanizmanın iplerini bir devletin istihbarat teşkilatının tutuyor olabileceği iddiası, ilk bakışta komplo teorisi gibi gelebilir. Ne var ki, ABD’li finansör Jeffrey Epstein hakkındaki son ifşaatlar, bu skandalın yalnızca bireysel sapkınlık değil, arka planda daha büyük bir devlet destekli operasyon olabileceğine işaret etmektedir. Nitekim Kasım 2025’te ABD Kongresi’nde ortaya çıkan Epstein Dosyaları, Epstein’ın diplomatlardan politikacılara uzanan şaibeli ilişkilerini gün yüzüne çıkarmıştır. Bunlar arasında, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın yakın dostu ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’la yazışmaları özellikle dikkat çekicidir. Barrack’ın “Umarım iyisindir, görüşelim” mesajına Epstein’ın “Bana senin ve çocuğunla çekilmiş fotoğraflarını yolla – yüzümü güldür” yanıtını vermesi, Epstein’ın zihin yapısına dair tüyler ürpertici bir pencere aralamıştır. Bu e-posta ve benzeri binlerce belge, Epstein’ın sadece sıradan bir suçlu değil, nüfuzlu kişiler üzerinde koz toplayarak güç devşiren bir şantaj ağının aktörü olduğunu göstermektedir. Dahası, yıllardır dile getirilen İsrail bağlantısına yönelik ciddi kanıtlar da gün yüzüne çıkmıştır. Epstein’ın eski İsrail Başbakanı Ehud Barak gibi isimlerle samimi ilişkileri ve İsrail lehine perde arkasından politika yönlendirmesine dair veriler, Mossad’ın bu şantaj düzenini kendi amaçları için kullanmış olabileceği şüphesini güçlendirmektedir.
Epstein’in Küresel Güç ve Şantaj Ağı
Jeffrey Epstein, 1953 doğumlu bir Amerikalı finansçı, uzun yıllar boyunca yüksek sosyete ve siyaset dünyasıyla yakın ilişkiler kurmuştu. Ancak servetinin ardında, onlarca genç kızı avlayıp nüfuzlu tanıdıklarına “sunarak” cinsel istismar ağını yöneten ve bu sayede onları kayıt altına alıp kendine bağlayan bir şantaj düzeni kurduğu ortaya çıktı. Epstein, 1990’lardan 2019’a dek bu faaliyetlerini neredeyse dokunulmaz biçimde sürdürdü. Nitekim bir savcının yıllar önce Epstein aleyhine dava açmaya çalışırken “onun istihbaratla bağlantılı olduğunu, peşini bırakması gerektiğini” üstlerinden duyduğu iddia edilmiştir. Bu ifade, Epstein’ın arkasında gizli bir koruma kalkanı olduğuna dair ilk işaretlerden biri sayılmaktadır.
Epstein’ın adaletten kaçabilmesi tesadüf değildi. 2008 yılında reşit olmayan birini fuhşa sürüklemek suçundan hüküm giymesine rağmen sadece 13 ay hapiste kalıp özel izinlerle cezaevinden çıkmasına olanak tanıyan son derece hafif bir ceza alması, sistemin ona ne denli müsamaha gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu “şımarık” ceza anlaşması, Epstein’a dokunulamaması konusunda arka planda güçlü bağlantıların devrede olduğuna dair kuşkuları besledi.
Gerçekten de Epstein’ın çevresindeki isimler incelendiğinde, bir zengin ve nüfuzlu kişiler koalisyonu dikkat çekmektedir. ABD’nin eski başkanları Bill Clinton ve Donald Trump, İngiltere Prensi Andrew, milyarder iş insanları, tanınmış akademisyenler ve medya patronları Epstein ile yakın ilişki kurmuş, hatta “Pedofili Adası” olarak anılan özel adasına veya lüks jetine defalarca misafir olmuşlardı. Bu geniş ilişki ağı, Epstein’ın yıllarca faaliyetlerini sürdürürken korunmasına yardımcı oldu ve kurbanlarının adalet arayışını engelledi. 2019’da Epstein hapishanede şüpheli bir şekilde ölü bulunduğunda (resmî açıklamaya göre intihar), pek çok gözlemci bunun bir “konuşmasın diye ortadan kaldırma” hamlesi olabileceğini düşündü. Zira Epstein’ın yargı önünde ifade vermesi halinde, uzun yıllar dokunulmazlık zırhı sağlayan bazı isim ve kurumları ifşa etmesinden korkulduğu yorumları yapıldı.
Tüm bu olgular, Epstein’ın suç imparatorluğunu tek başına kurmadığını, aksine kurumsal bir yapı tarafından kollandığını akla getirmektedir. Artık cevap aranan kritik soru şudur: Epstein bu ahlaksız ağı kendi kişisel çıkarı için mi yönetmişti, yoksa daha büyük bir planın piyonu muydu? Bu sorunun yanıtı, izlerin sürüldüğü bir sonraki halkada gizlidir: İsrail bağlantısı.
Epstein ve Mossad
Epstein ile İsrail arasındaki ilişki ağının boyutları, son yıllarda ortaya dökülen bilgi ve tanıklıklarla daha net anlaşılmaya başlanmıştır. Özellikle eski İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Epstein’ın yakınlığı dikkat çekmektedir. Barak’ın 2013-2017 arasında Epstein ile yaklaşık 30 kez buluştuğu, hatta 2016 yılında Epstein’ın New York’taki malikanesine girerken yüzünü gizlemeye çalıştığı basına yansımıştır. Aynı günlerde genç yaştaki bazı kadınların da söz konusu adrese girip çıkarken görüntülenmesi, bu temasların masumane olmadığının bir işareti sayılmıştır. Ayrıca Epstein’ın Barak ile iş ortaklıkları kurduğu ve 2008’de ABD’de ceza almamak için İsrail’e yerleşmeyi ciddi ciddi düşündüğü de ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar, Epstein’ın İsrail ile “uzun soluklu” bağlara sahip olduğunu göstermektedir. Nitekim Amerikan ana akım medyası uzun süre bu bağlantıyı görmezden gelmeye çalışmışsa da mevcut bulgular Epstein olgusunun İsrail boyutunun ciddiyetle incelenmesini gerekli kılmaktadır.
Epstein’ın gerçekten de bir Mossad ajanı olabileceği iddiası, artık marjinal çevrelerle sınırlı kalmamaktadır. Örneğin ABD’li muhafazakâr yorumcu Tucker Carlson bile, Epstein’ın Amerikan olmayan bir istihbarat servisi adına çalıştığını söyleyerek bu yabancı hükümetin büyük ihtimalle İsrail olduğunu açıkça dile getirmiştir. Carlson, Epstein’ın Ehud Barak ile yakın ilişkisine de dikkat çekerek iddiasını pekiştirmiştir. İsrail tarafı bu suçlamaları reddetse de (örneğin eski Başbakan Naftali Bennett iddiaları “tamamen asılsız” ilan etmiştir), farklı kaynaklardan gelen tanıklıklar bu bağlantıyı doğrular niteliktedir. Gerçekten de eski İsrailli ajan Ari Ben-Menaşe, Epstein ve Ghislaine Maxwell’in yıllarca Mossad adına bir “bal tuzağı” (honey trap) operasyonu yürüttüğünü öne sürmüştür. Ben-Menaşe’ye göre Epstein-Maxwell çifti, Mossad’ın çıkarları doğrultusunda küresel politik figürlere küçük yaştaki kızları temin edip ilişkiye sokuyor, sonra da gizlice çekilen görüntülerle bu kişileri şantaj yoluyla İsrail lehine yönlendiriyorlardı. Dahası, Maxwell’in babası Robert Maxwell’in de yıllar önce İsrail’e çalışan bir casus olduğu, kızını ve Epstein’ı İsrail istihbaratına bizzat o tanıttığı iddia edilmektedir. Tüm bu beyanlar, Epstein vakasının aslında kurumsal bir komplo parçası olabileceğini akla getirmektedir.
Ortaya çıkan somut belgeler de Epstein’ın İsrail lehine perde arkasında rol oynadığını destekler niteliktedir. Sızdırılan e-postalara göre Epstein, Suriye’de rejim değişikliği planlarına İsrailli yetkililerle birlikte katkıda bulunmuştur. Örneğin, eski Başbakan Ehud Barak’ın Suriye konusunda kaleme aldığı bir gazete makalesinin taslağına Epstein’ın propaganda amaçlı düzeltmeler önerdiği, Batılı hükümetleri Beşar Esed’ı devirmeye teşvik edecek argümanlar sunduğu anlaşılmaktadır. Yine Epstein’ın Trump yönetiminin Suriye ve Lübnan özel temsilcisi Tom Barrack ile yakın temasta olması da manidardır. Barrack’ın özellikle Lübnan’da Hizbullah’ı silahsızlandırmaya odaklanan politikaları açıktan İsrail’in güvenlik çıkarlarına hizmet etmekteydi. Epstein’ın bu süreçte Barrack ile sürdürdüğü dostane iletişim, ABD dış politikasının İsrail lehine yönlendirilmesinde perde arkasından bir etki yaratmış olabileceğini düşündürmektedir.
Değerlendirilen bütün bu veriler, Jeffrey Epstein’ın yıllarca sürdürdüğü gayrimeşru işlerin arkasında İsrail bağlantılı sistematik bir nüfuz operasyonu olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Bu durum, bir yönüyle devletlerin “amaç uğruna her yol mübahtır” anlayışıyla nasıl hareket edebildiğine dair çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Epstein skandalı, sadece bireysel bir ahlaki çürüme öyküsü değil, aynı zamanda İsrail güdümlü bir şantaj ve casusluk ağının dışa vurumu olarak okunabilir. Kötülüğün sıradanlığına muazzam bir örnek olan İsrail’de Epstein gibi sapkınlıklar kurumsal biçimde işletilmektedir.
Tecavüz ve Şantajın Araçsallaşması
İsrail’in tarihsel sürecinde ve mevcut pratiğinde, cinsel şiddet ve ahlaki norm ihlallerinin kurumsal olarak tolere edildiğine dair pek çok örnek bulunmaktadır. Kuruluş yıllarına kadar uzanan bu olguya çarpıcı bir örnek, 1948’de gerçekleşen Tantura katliamıdır. 2022’de yayımlanan “Tantura” belgeselinde, o dönemde köyde görev yapmış bir İsrail askeri, esir aldığı 16 yaşındaki Filistinli bir kıza tecavüz ettiğini pişkinlikle anlatmakta; sivil Filistinlilerin rastgele katledilmesi ve kadınlara yönelik cinsel şiddetten bahsederken kahkahalar atmaktadır. Savaş ganimeti mantığıyla işlenen bu tür eylemlerin on yıllarca resmi tarihte örtbas edilmesi, tecavüzün bile bir savaş aracı olarak benimsendiğini göstermektedir.
Günümüzde de İsrail’de benzer bir ahlaki çürümenin devam ettiğine dair vakalar yaşanmaktadır. 2024 yılında İsrail’in Sde Teiman askeri hapishanesinde ortaya çıkan toplu tecavüz skandalı, toplumun bazı kesimlerinde bu tür eylemlerin nasıl meşrulaştırılabildiğini gözler önüne sermiştir. İsrailli askerler, gözaltındaki bir Filistinli mahkûmu bayıltana dek dövdükten sonra sırayla tecavüz etmiş; bu vahşeti kayda alıp paylaşan bir video Temmuz 2024’te sızdırılmıştır. Ancak korkunç suç ifşa olunca faillerin yargılanması yerine, olayı açığa çıkaranlar hedef alınmıştır. İsrail’in aşırı sağcı bakanları ve milletvekilleri, tecavüz suçlamasıyla tutuklanan söz konusu askerlerin serbest bırakılması için hapishaneyi basmış, zanlıları “vatansever kahramanlar” ilan ederek savunmuşlardır. Milli Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, doğrudan soruşturmayı yürüten askeri başsavcıya “elini yedek askerlerin üzerinden çek” diye çıkışırken, Maliye Bakanı Bezalel Smotrich de tecavüzle suçlananların “kahraman muamelesi görmesi, asla hain ilan edilmemesi gerektiğini” söylemiştir. Dahası Smotrich, “ülkeye muazzam zarar veren bu videoyu sızdıran hainlerin derhal bulunup cezalandırılması gerektiğini” vurgulayarak suçu ifşa edenleri kriminalize etmiştir. Nitekim, tecavüz görüntülerini medyaya sızdıran başsavcı Yifat Tomer-Yerushalmi, uğradığı yoğun politik baskı sonucu istifa etmek zorunda kalmıştır. Öte yandan, 9 askerden sadece birkaçı kısa süre tutuklu kalmış, askerlere karşı açılan dava da tecavüz suçlaması çıkarılarak “ağır yaralama” düzeyine indirgenmiştir. Bu yargı mizanseni, en üst düzey devlet yetkililerinin dahi tecavüz gibi bir suçu örtbas etmeye ve failleri korumaya meyilli olduğunu ortaya koymaktadır.
2023-2025 yıllarındaki son savaş ortamında da benzeri iddialar gündeme gelmiştir. Filistinli ve uluslararası insan hakları örgütleri, İsrail güçlerinin özellikle Gazze’de tutukladıkları sivillere sistematik biçimde cinsel şiddet uyguladığını belgeleyen raporlar yayımlamıştır. Örneğin, Filistin İnsan Hakları Merkezi (FİHM) yakın zamanda Gazze’den tutuklanıp salıverilen kişilerle görüşerek organizeli ve sistematik cinsel işkence vakalarını raporlamıştır. Bu tanıklıklar, İsrail askerlerinin tutukladıkları kadın ve erkeklere tecavüz, zorla çıplak bırakma, cinsel organlara elektrik verme, köpeklerle cinsel saldırıya uğratma gibi korkunç yöntemlere başvurduğunu ortaya koymaktadır. FİHM, duyulan bu dehşet verici ifadelerin münferit değil, aksine İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımcı politika repertuvarının bir parçası olduğunu vurgulamıştır. Nitekim “bu vakalar tekil değil, Gazze halkına karşı yürütülen soykırım suçunun parçasıdır” değerlendirmesiyle, cinsel şiddetin bilinçli bir devlet politikası düzeyine çıkarıldığı belirtilmiştir.
Askeri ve siyasi alanda ahlak dışı yöntemlere başvurmaktan çekinmeyen İsrail’in, kültürel alanda da benzer bir etki yarattığı ifade edilebilir. Bu anlamda küresel ölçekteki ahlaki yozlaşmada Siyonist çevrelerin orantısız bir payı olduğu, popüler kültürdeki birçok “dejenere” film ve dizinin merkezinde İsrail yanlısı yapımcı ve medya patronlarının bulunduğu rahatlıkla görülebilir. Örneğin, Hollywood’da yıllarca genç kadın oyunculara taciz ve tecavüz suçları işlemiş olan ünlü yapımcı Harvey Weinstein’ın İsrail ile yakın ilişkiler kurduğu, hatta kendi skandallarını örtbas etmek için eski Mossad elemanlarını kullandığı ortaya çıkmıştır. Bu ve benzeri örnekler, popüler kültürdeki yozlaşma ile Siyonist güç odakları arasında bağ kuran tartışmaları alevlendirmiştir. Jeffrey Epstein’in hem eğlence hem siyaset çevrelerinde faaliyet gösteren bir ahlak dışı şebeke kurmuş olması da bu bakış açısına göre, küresel ahlaksızlık makinesinin adeta kurumsal bir tezahürüdür.
Sonuç olarak, ister işgal altındaki topraklarda doğrudan uygulanan cinsel şiddet olsun, ister uluslararası sahnede gizlice yürütülen cinsel şantaj operasyonları olsun, tüm bu örnekler ahlakın İsrail’in çıkarları uğruna feda edilebildiğini gözler önüne sermektedir. Jeffrey Epstein skandalının İsrail bağlantısı, ahlaksızlığın kurumsal düzeyde planlanıp kullanılabildiğine dair sarsıcı bir tablo sunmuştur. Bu tablo, güç uğruna her tür ahlaki değerin Siyonizm tarafından ayaklar altına alınabildiği karanlık bir gerçekliğe ayna tutmaktadır.