Elli Yıl Sonra Yom Kippur İstihbarat Başarısızlığı
ÇEVİRİ ve TAKDİM: Cengiz Sözübek
7 Ekim Aksa Tufanı İsrail istihbaratı ve son tahlilde İsrail için kırılma noktası oldu. İsrail askerî istihbaratı AMAN’ın en önemli departmanlarından Birim 8200’ün komutanı Yossi Sariel başarısızlığı kabul ederek istifa etmiş; İsrail istihbaratı Yom Kippur travmasını elli yıl sonra yeniden yaşamıştı.
İsrail istihbarat ve güvenlik katmanlarının neredeyse tamamında üst düzey yöneticilik yapan Moshe Ya’alon’un yayımladığımız mülakatında da belirttiği gibi; Yom Kippur savaşında İsrail askerî istihbaratının acziyeti gün gibi ortaya çıkmıştı. Nitekim, 7 Ekim arifesinde yapılan bu mülakatta da İsrail istihbaratında en başta psikolojik olmak üzere benzer sorunların devam ettiğine dair bir çok emareler vardı.
Adeta “yaklaşıyor yaklaşmakta olan”ı seziyorlarmış gibi, AMAN’da 25 yıl çalışan ve “emekli” olan Itai Shapira’nın 7 Ekim’den bir kaç ay önce Intelligence and National Security dergisinde “Elli yıl sonra Yom Kippur istihbarat başarısızlığı: Ne gibi dersler çıkarılabilir?” başlıklı bir makalesi yayımlandı.
Shapira Yom Kippur’u sadece eski bir istihbaratçı refleksiyle değil, John Hopkins üniversitesinde ders vermeye başlayan bir akademisyen kimliğiyle de değerlendiriyor. Moshe Ya’alon’un da sürekli altını çizdiği kibir, Shapira’nın da Yom Kippur’daki İsrail başarısızlığında önemli bir faktör. Bu kibir 1967 Altı Gün savaşında İsrail’in “imha zaferi”yle 1973 Yom Kippur Mısır-Suriye baskınını görmesini engellediği gibi; elli yıl sonra da İbrahim Anlaşması’nın vadettiği “bölgesel refah zaferi” ile Filistin “meselesi”nin körfez ülkelerinin de oluruyla artık tamamen biteceğini vehmederek artık geri dönüşü olmayan bir vadedilmiş yalnızlığa sürükledi.
Shapira’nın analizinde istihbarat hataları maddeler halinde sıralanırken, istihbaratçı refleksini de bazı “küçük” konularda görebiliyoruz. Mesela “Hata-5” maddesinde bahsettiği, MOSSAD’a haber taşıyan “Melek” kod adlı Eşref Mervan.
Mısır’ın efsanevi Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın –millî- damadı Mervan, MOSSAD’a “Mısır’ın İsrail’e saldıracağı” bilgisini vermişti. Ancak bu istihbaratın “zamanlaması manidar”dı: saldırıdan saatler önce bilgi sızdırılmıştı fakat tam saati doğru değildi. Üstelik daha önceden de saldırı olacağıyla ilgili yanlış istihbaratlar MOSSAD’ı “olmayacağına ikna” ediyordu.
Yom Kimpur savaşında AMAN direktörü olan Eli Zeira ve dönemin MOSSAD Başkanı Zvi Zamir, Mervan’ı İsrail’i yanıltmakla suçlayacaktı. Mervan MOSSAD’ın güvenini kazanacak gerçek kritik bilgiler verse de; Mısır’ın uzun menzilli füzeye sahip olduğu yanlış bilgisi İsrail’i Mısır’a saldırı konusunda caydırırken, daha büyük yanlış bilgi olarak ise çeşitli zamanlarda Mısır’ın İsrail’e saldıracağı yönünde yanlış bilgiler vererek İsrail’de saldırının olacağıyla ilgili güvensizlik oluşturmuş, akşam saatlerinde başlayan Yom Kippur saldırısının öğleden sonra olacağını söyleyerek de İsrail’i neredeyse savunmasız bırakacak bir ruh haline sürüklemişti. Moshe Ya’alon’un da belirttiği gibi İsrail “önleyici istihbarat”a güveniyor, güvenlik yapılanmasını da buna göre şekillendirerek daima aktif bir savaş gücü yerine istihbaratın gücüne güveniyordu.
Mervan 2007 yılında Londra’da evinin balkonunda düşerek hayatını kaybetmiş, Hüsnü Mübarek’in “henüz ortaya çıkma zamanı gelmemiş vatansever işler yaptı” cümlesinin eşliğinde Mısır’da defnedilmişti.
Shapira’nın makalesinde Mervan’ın verdiği “ham bilgiye” güvenmenin doğru olmadığı belirtiliyor fakat saldırının zamanlamasıyla ilgili yanlış bilgi verilmesi ve nihayetinde “ikili ajan” olabileceğiyle ilgili en ufak bir imâ bile yok. Mervan’dan gelen bilgiyi teyit ettirecek bir çaprazlama olmadığını belirtiyor ancak İsrail istihbaratına yaptığı kibir eleştirisini belki de yazamadıklarıyla zorunlu olarak devam ettiriyor.
Hiç kuşkusuz Mervan’ın hiç bilgi vermemesi durumunda, Mısır ve Suriye’nin İsrail’e çok daha büyük zarar vermesi de mümkündü. Mervan’ın yerine geçecek başka bir MOSSAD köstebeğinin tamamıyla İsrail’e çalışacak olma ihtimali de Mısır için ölümcül olacaktı.
Kaderin bir cilvesi olarak Itai Shapira makalesinde elli yıl öncesinden bugüne “dersler” çıkartırken, bir kaç ay sonra da Aksa Tufanı’yla yüzleşmek zorunda kalıyor.
Tıpkı MOSSAD’ın Yom Kippur’un ellinci yılı münasebetiyle yayımladığı ve henüz erişime açık olmayan “Bir Gün Anlatmamıza İzin Verilecek” kitabından bir ay sonra yüzleşecek olması gibi…
Elli yıl sonra Yom Kippur istihbarat başarısızlığı: Ne gibi dersler çıkarılabilir?
Giriş
Yahudi takviminde ‘Yom Kippur’ (kefaret günü) olarak bilinen en kutsal günlerden biri olan 6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye İsrail’e karşı sürpriz bir askeri saldırı başlattı. İsrail sadece hazırlıksız yakalanmakla kalmadı, aynı zamanda bazı liderlerinin varoluşsal bir tehdit olarak algıladığı bir durumla karşı karşıya kaldı. 2.600’den fazla İsrailli asker ve subay öldürüldü ve binlercesi yaralandı. Bu savaşta İsrail, sadece altı yıl önce Altı Gün Savaşları’nda Mısır ve Suriye’ye karşı kazandığı hızlı askeri zaferin yarattığı kibrin sonuçlarını yaşadı.
Her ne kadar İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) 19 gün süren çatışmaların ardından askeri bir zafer kazanmış ve İsrail ABD’den önemli ölçüde yardım almış olsa da, Yom Kippur Savaşı İsrail ulusal güvenlik kurumu ve toplumu için bir travma olarak kabul edilmektedir. Savaşa giden yıllarda IDF, istihbarat sistemi tarafından sağlanan Mısır ve Suriye’nin askeri saldırısına karşı erken uyarıya güveniyordu. Ancak, Yom Kippur sırasında böyle bir erken uyarının yokluğunda, IDF yedek kuvvetlerini Arap saldırısına karşı yeterince savunmak için zamanında harekete geçirmedi ve İsrail liderliği bir sürpriz yaşadı. Bu nedenle, yaygın algı, kusurlu istihbaratın ve özellikle kusurlu analizin savaş felaketinin ana nedeni olduğu yönündedir.
Savaştan sonra İsrail hükümeti Agranat Komisyonu adında bir devlet soruşturma komisyonu kurdu.1974 yılında yayımlanan bu komisyonun gözlemlerinin çoğu istihbarat konularıyla ve özellikle de İsrail askeri istihbaratı (bundan sonra IDI, İsrail Savunma İstihbaratı, İbranice AMAN olarak anılacaktır) tarafından yürütülen hatalı analizlerle ilgiliydi. Dahası, kişilerin görevlerinden alınmasına yönelik tavsiyelerin çoğu IDI direktörü Eli Ze’ira, IDI’nın Araştırma ve Analiz Bölümü (daha sonra bir bölüm haline geldi ve bundan sonra RAD olarak anılacak) başkanı Arieh Shalev ve IDI RAD’ın Mısır Şubesi başkanı Yona Bendmann gibi istihbarat görevlilerine atıfta bulunuyordu.
Bar-Joseph’in İsrail istihbarat servislerine ve özellikle de IDI’ya atıfta bulunduğu üzere İsrail’in ‘bekçisi’ Yom Kippur sırasında ‘uykuya daldı’. Dahası, IDI sadece erken uyarı sağlamakta başarısız olmadı. Gelber’in iddia ettiği gibi, İsrail’in caydırıcılığının azaldığını, yani Mısır ve Suriye’nin 1967’de İsrail’e yenilmelerinin ardından yeni bir savaş başlatmaya istekli olduklarını da fark edemedi.
Yom Kippur modern tarihin ufuk açıcı istihbarat başarısızlıklarından biri olarak kabul edilir ve bu nedenle istihbarat çalışmalarında en çok araştırılan konulardan biridir. İlk olarak Barbarossa Operasyonu (1941), Pearl Harbor (1941) ve Küba Füze Krizi’nde (1962) olduğu gibi kusurlu bir analizden ve inkar ve aldatmanın tespit edilememesinden kaynaklanan stratejik sürpriz çerçevesinde incelenmiştir. Bu araştırma, IDI’nin Yom Kippur sırasında savaşa düşük ihtimal veren ve ‘konsept’ olarak da bilinen istihbarat değerlendirmesine bağlılığına odaklanmaktadır. ‘Anlayış’, IDI’nın sürpriz bir saldırının ortaya çıktığını gösteren bilgileri görmezden gelmesine ve Mısır’ın inkar ve aldatmacasını gözden kaçırmasına neden olan sabitlenmiş bir paradigmaydı.
Arşiv materyallerinin gizliliğinin kaldırılması, istihbarat başarısızlığının nedenlerinin daha derinlemesine incelenmesine olanak sağlamıştır. Bu durum en iyi, Yom Kippur’un önde gelen akademisyeni Bar-Joseph’in birincil kaynaklara dayanan ve araştırmasını İsrail liderliğinin ve IDI liderliğinin kişilik ve psikolojik özelliklerine odaklayan kapsamlı araştırması ile gösterilebilir.
Yom Kippur hakkında yeni çalışmalar yayımlanmaya devam etse de, bu savaştan çıkarılabilecek derslere dair kapsamlı bir çalışma hâlâ mevcut değildir. Mevcut makale, mevcut araştırma ve bulguları incelemek için istihbarat çalışmaları çerçevelerini uygulayarak bu boşluğu ele almaktadır. Yom Kippur Savaşı’nın üzerinden elli yıl geçmiş olmasına rağmen, bu makalede anlatılan bazı dersler istihbarat bilimi ve uygulamaları için hâlâ geçerlidir. Bununla birlikte, İsrail istihbarat sisteminde derslerin nasıl etkili bir şekilde uygulandığını incelemek makalenin kapsamı dışındadır.
Makale, Yom Kippur ve İsrail istihbaratı üzerine yapılan kapsamlı çalışmalara güncel ve akademik bir bakış açısı katmaktadır. Ayrıca, Yom Kippur Savaşı’nda İsrail istihbaratının özel durumunu tartışarak, istihbarat başarısızlıklarından çıkarılabilecek derslerle ilgili daha geniş tartışmalara katkıda bulunabilir.
Makale, Yom Kippur Savaşı’nda İsrail istihbaratı hakkındaki literatüre genel bir bakışla başlamaktadır. Ardından, Yom Kippur’dan ders çıkarma sürecinin temelini oluşturan Agranat Komisyonu raporu hakkında kısa bir arka plan sunmaktadır. Daha sonra makalenin özü, mevcut literatürde tanımlandığı şekliyle İsrail istihbaratının başarısızlıklarını ve çıkarılan dersleri analiz etmek için istihbarat çalışmaları çerçevelerini kullanmaktadır. Makale, bu dersleri gözden geçirerek ve daha fazla araştırma için yollar önererek sona ermektedir.
Yom Kippur Savaşı: Literatür
İsrail istihbaratının Yom Kippur Savaşı’ndaki performansına ilişkin düşünceler kapsamlı ve geniştir. Akademik çalışmalarda, profesyonel çalışmalarda (birçoğu sadece İbranice yayımlanmıştır), profesyonel konferanslarda, halka açık konferanslarda, popüler kültür platformlarında, ve vekil ve eski İsrailli uygulayıcıların halka açık beyanlarında bulunabilir. Çalışmaların çoğu ulusal ve stratejik seviyelere odaklanırken, taktik düzeydeki istihbaratı tartışan çok az çalışma vardır. Ayrıca, çoğu çalışma savaştan önceki başarısızlıkları tartışsa da, bazıları savaş sırasındaki istihbarat başarılarını da incelemiştir.
Yom Kippur Savaşı ile ilgili araştırmaları destekleyen ampirik kanıtlar hem birincil hem de ikincil kaynakları içermektedir. İlk kategori orijinal IDI analitik belgelerini ve yönetim yazışmalarını, IDI ve Mossad personelinin profesyonel görüş ve tavsiyelerini sunduğu IDF ve İsrail hükümet toplantılarının tutanaklarını içermektedir. Bu belgelerin birçoğu 1974 yılında Agranat Komisyonu tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca, komisyon önündeki birçok tanıklık kamuya açık hale gelmiştir. İkinci kategori, savaş sırasında görev yapan istihbarat görevlilerinin anılarını ve onlarla yapılan röportajları içermektedir. Ayrıca, üst düzey Mısırlı ve Suriyeli kişiler tarafından yazılan anıları da içermektedir.
Yom Kippur’dan çıkarılan derslerle ilgili araştırmaların çoğu stratejik erken uyarının başarısızlığı ve dolayısıyla stratejik sürprizden kaçınmanın yolları ile ilgilidir. Örneğin: Bazıları Yom Kippur sırasında IDI’da kilit pozisyonlarda görev yapan İsrailli eski uygulayıcılar, analitik bir paradigmaya saplanıp kalmadan farklı düşman hareket tarzlarını (COAs) dikkate almanın, istihbarat ve karar alma arasındaki etkileşimi geliştirmenin ve aykırı düşünme ve şüphe kültürünü beslemenin yollarını tartışmışlardır.
Bar-Joseph istihbarat ve karar verme arasındaki etkileşim ve istihbarat topluluğunun yönetimi ile ilgili dersler üzerinde çalışmıştır. McDermott ile yaptığı gibi diğer bazı çalışmalarında Bar-Joseph Yom Kippur derslerine dayanarak istihbarat profesyonellerinin ve özellikle analistlerin sahip olması gereken özellikleri tanımlamıştır. Ayrıca erken uyarı konusuna da odaklanmıştır.
Ancak Brun, erken uyarıya odaklanmanın İsrail istihbaratının diğer dersleri öğrenmesini engellediğini iddia etmiştir. Brun’a göre bu alanlar arasında hedefleme istihbaratı, kuvvet tasarımı için istihbarat ve operasyonel düzeyde istihbarat yer almaktadır. Bu tür konular mevcut makalenin kapsamı dışındadır.
Agranat Komisyonu raporu
Agranat Komisyonu istihbarat konularında çeşitli sonuçlar ortaya koymuştur. Bunlar Yom Kippur sonrası dönemde İsrail istihbaratının temel taşları olmuştur. İlk olarak, Komisyon ulusal istihbarat değerlendirmelerinde IDI’nın tekeline son verilmesini tavsiye etmiştir. Özellikle Mossad, Dışişleri Bakanlığı ve IDF’deki bölgesel komutanlıkların analitik kapasitelerinin güçlendirilmesini tavsiye etti. Bu tavsiyeler dizisi daha sonra ‘çoğulculuk’ olarak çerçevelenecektir. İkinci olarak, bir mekanizma kurulmasını ve eleştirel düşünceye odaklanan bir kültürün beslenmesini, böylece IDI içinde tekil değerlendirmelerden ve grup düşüncesinden kaçınılmasını tavsiye ediyordu. Üçüncü olarak, başbakan ile istihbarat teşkilatı yöneticileri arasında arabuluculuk yapacak, başbakana bağlı bir istihbarat danışmanı rolü oluşturulmasını tavsiye etmiştir.
Agranat Komisyonu’nun vardığı sonuçlar İsrail istihbarat sistemi üzerinde önemli ve kalıcı bir etki yaratmıştır. Örneğin IDI yıllar boyunca Yom Kippur hakkında pek çok profesyonel konferans düzenlemiştir. IDI yöneticileri ya da IDI’nın RAD başkanları kamuya açık röportajlar verirken sürekli olarak Yom Kippur’a ve bunun uygulamalarını nasıl şekillendirdiğine atıfta bulunurlar. Dahası, Agranat Komisyonu’nun vardığı sonuçlar, diğer soruşturma komisyonlarının sonuçlarıyla birlikte, İsrail’in istihbarat profesyonelliği fikrini etkilemiştir.
Yom Kippur İsrail istihbarat sistemi tarafından da felç edici bir travma olarak deneyimlenmiştir. Örneğin bir IDF subayı 2005 yılında “Agranat çağı sona erdi” diye yazarak Yom Kippur’un İsrail istihbaratını yıllar boyunca yeni zorluklara uyum sağlamaktan alıkoyduğunu ve IDI’nin savaş için erken uyarıya saplandığını iddia etmiştir. Eski IDI direktörlerinden Amos Yadlin 2013 yılında Yom Kippur travmasının İsrail istihbaratının on yıllar boyunca savaş için erken uyarıya aşırı odaklanmasına ve dolayısıyla savaş için operasyonel istihbarat alanını ihmal etmesine neden olduğunu; IDI’nın muhafazakar ve minimalist bir analitik yaklaşım benimsediğini, niyetleri değerlendirirken bir kez daha hata yapma korkusuyla yetenekleri analiz etmeye odaklandığını ve IDI analistlerinin vardıkları sonuçlarda tereddütlü ve aşırı ihtiyatlı hale geldiklerini iddia etmiştir.
Yom Kippur istihbarat başarısızlığından ne gibi dersler çıkarılabilir?
Sabitlenmiş ‘anlayış’: başarısızlığın temel nedeni
Yom Kippur öncesinde IDI liderliği dogmatik bir şekilde hareket etmiş ve birkaç yıl içinde formüle edilen analitik bir paradigmaya dayanarak düşünmüştür. Bu paradigma daha sonra ‘anlayış’ olarak anıldı ve yüksek kaliteli ve güvenilir bilgilere dayanmasına rağmen sonradan kusurlu olduğu kanıtlandı. Yom Kippur’a giden yıllarda, iddiaya göre birkaç kez doğruluğu kanıtlandı, böylece İsrail liderliğinin geçerliliğine olan güveni arttı.
Bu paradigmaya göre Mısır, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda İsrail tarafından fethedilen Sina’da önemli toprak kazanımları elde etmek amacıyla İsrail’e karşı büyük bir harekat planlıyordu. Mısır, İsrail Hava Kuvvetleri’nin üstünlüğünü azaltacak ve İsrail’in derinliklerindeki hedefleri vuracak araçlardan yoksun olduğu için bu saldırıyı gerçekleştirme kapasitesini sınırlı olarak değerlendiriyordu. IDI, Mısır’ın gelişmiş saldırı uçakları ya da Sovyet Bloğundan edindiği karadan karaya füzelerle bu güç dengesini değiştirene kadar bir savaş başlatmayacağını değerlendirmiştir. Ayrıca IDI, Suriye’nin Mısır olmadan savaşa girmeyeceğini değerlendirmiştir.
Bu paradigmaya bağlılık, IDI’nin Suriye ve Mısır’ın savaş hazırlıklarını yansıtan çok sayıda yeni bilgiyi kabul etmesini engelledi. Dahası, bir sonraki bölümde tartışılacağı üzere, bu bilgiler İsrail istihbaratı tarafından fark edilmeyen yeni bir Mısır stratejisini etkili bir şekilde yansıtıyordu. Bu bilgiler arasında: Savaş başlamadan bir gece önce Londra’da Mossad direktörü ile görüşen ve daha sonra Eşref Mervan olduğu ortaya çıkan ‘Melek’ kod adlı elit bir Mossad casusu tarafından sağlanan güvenilir bir rapor; Yom Kippur’dan birkaç hafta önce Mossad tarafından düzenlenen bir toplantıda İsrail başbakanı Golda Me’ir ile görüşen Ürdün Kralı Hüseyin tarafından sağlanan Mısır ve Suriye’nin planlı saldırısına ilişkin uyarı; Sovyet danışmanlarının ve ailelerinin Suriye’den çekilmesine ve Sovyet askeri varlıklarının Mısır’dan çıkarılmasına ve hatta olası bir Mısır ve Suriye saldırısına ilişkin Sovyet değerlendirmesine işaret eden yüksek kaliteli IDI SIGINT (sinyal istihbaratı); Suriye ve Mısır ordularının İsrail sınırı boyunca acil olarak konuşlandırıldığını gösteren saha gözlemleri ve VISINT (görsel istihbarat); Mısırlı askerlerin Ramazan ayında oruç tutmalarına izin verildiğini gösteren çeşitli bilgiler; ve diğer birçok potansiyel gösterge ve uyarı.
Yom Kippur’dan önceki günlere ait orijinal bir RAD belgesinin gösterdiği gibi, tüm bu bilgiler toplanmış ve hatta karar alıcıların dikkatine sunulmuş ancak Arapların savaş hazırlıklarının kanıtı olarak göz ardı edilmiştir. Dahası, bir başka orijinal RAD belgesi, bu paradigmanın IDI liderliği tarafından savaşın patlak vermesinden sadece birkaç saat önce benimsendiğini ve o zamana kadar İsrail siyasi ve askeri liderliğinin zaten bir savaş zihniyetiyle hareket ettiğini göstermektedir. Sonraki bölümlerde gösterileceği gibi, bu analitik çerçevenin çöküşünü kabul etmedeki başarısızlığın farklı yönleri vardır.
Hata #1: Savaştan bir yıl önce Mısır stratejisindeki değişimi gözden kaçırmak
IDI’nın kendi ‘konseptine’ saplanıp kalmasına yol açan tuzaklardan biri, 1972 yılında Mısır Devlet Başkanı Sedat’ın stratejisinde ve hesaplarında meydana gelen değişimi anlayamaması ve tanımlayamamasıydı. Bu değişim IDI’nın analizinin temelini oluşturan varsayımları ve dolayısıyla ‘konsepti’ geçersiz kıldı. Yine de IDI bu konunun farkında değildi.
Sedat, Sina Yarımadası’nda sınırlı toprak kazanımlarıyla, gelişmiş hava savunma kabiliyetlerine dayanarak sınırlı bir savaş başlatmaya karar verdi. Bu harekatın amacı 1967’de İsrail tarafından fethedilen toprakları geri getirecek siyasi bir süreci tetiklemekti. Bu nedenle Sedat, Mısır ordusunun sahip olduğu mevcut teçhizata güvenmeye, gelişmiş hava saldırısı veya karadan karaya yetenekleri beklememeye karar verdi.
Yom Kippur sırasında Mossad direktörü olan Zvi Zamir, Mısır’ın bu yeni stratejisi hakkında bilgi verdiğini iddia ederken, Savaş sırasında IDI direktörü olan Ze’ira bu iddiayı reddetmiştir. Her halükarda IDI, Mısır stratejisindeki bu değişikliği tespit etmemiştir. ‘Anlayışına’ sadık kalmaya devam etti, yani Mısır’ın gelişmiş askeri yetenekler edinmesine bağlı olan büyük bir savaşı hedeflediğini değerlendirdi. Bu tür yetenekler elde edilmediği için IDI değerlendirmesi savaşa düşük bir olasılık atfediyordu.
İstihbarat çalışmaları çerçevesinin uygulanması bu muazzam analitik başarısızlığın altını çizmektedir. Stratejik istihbaratın en önemli rollerinden biri, tercihen ortaya çıkmaya başladıkları anda, rakip stratejik karar alma mekanizmalarındaki ya da daha geniş anlamda stratejik ortamdaki değişimleri, süreksizlikleri ve dönüm noktalarını tespit etmektir. Yom Kippur’da İsrail istihbaratı bu nihai sınavda başarısız olmuştur. Birkaç yıl sonra Mısır Devlet Başkanı Sedat İsrail ile bir barış anlaşması imzalamaya karar verdiğinde de bu testte başarısız oldu: Sedat 1977’de barış sürecini başlatmak üzere İsrail’e geldiğinde, IDI hâlâ bunun bir aldatma planının parçası olabileceğini değerlendiriyordu.
Dolayısıyla iki önemli ders öne çıkmaktadır. Birincisi, stratejik uyarı belirli bir olaydaki sürprizi önlemekten daha fazlası ile ilgili olmalıdır. Sürpriz aynı zamanda bir düşmanın stratejisinde ve hesaplarında ortaya çıkan bir değişiklikle ilgilidir. Chan’in gösterdiği gibi stratejik uyarı bu nedenle ‘bir düşmanın alışılmış davranış modelinden ciddi sapmalarla ilgilenmelidir’. Garbo’nun sürpriz ve erken uyarı hakkındaki ufuk açıcı çalışmasında gösterdiği gibi, stratejik istihbarat sadece sürekliliği kabul etmekten ziyade değişimi ve anormallikleri tespit etmekle ilgilidir.
İkinci olarak, Yom Kippur’dan önce, düşman askeri yetenekleri ve hazırlık durumları hakkındaki operasyonel ve taktik istihbarat kendi başına analiz edilmiş ve bu nedenle Mısır ve Suriye’nin askeri yetenekleri ve savaşa hazırlık durumlarının adil bir şekilde anlaşılmasını sağlamıştır. Ancak bu bilgiler hangi yeni stratejiyi ya da ortaya çıkan harekat konseptini yansıttığını anlamak için kullanılmamıştır. Düşman stratejisine ilişkin IDI değerlendirmesi, tüm taktik istihbaratın yorumlandığı temel ve tartışmasız bir varsayım haline gelmişti. Bu nedenle taktik ve operasyonel istihbarat sadece savaşa destek olmayı amaçlamaz. Stratejik analize operasyonel bir bakış açısı da katmalıdır.
Bu dersler, tüm istihbarat seviyelerini entegre etmenin önemini ve stratejik ve taktik istihbarat arasındaki bulanık çizgiyi vurgulamaktadır. İstihbarat analizi bu nedenle daha çok sentezle, yani farklı bakış açılarının ve kaynakların entegrasyonuyla ilgilidir. Sadece bunu yaparak süreksizlikleri ve değişimi tespit edebilir.
Başarısızlık #2: Analitik süreçler için metodoloji eksikliği, sezgisel ve tümevarımsal akıl yürütmeye aşırı güven
‘Anlayış’ bulgularının merkezinde yer alırken, Agranat Komisyonu ‘anlayışın’ benimsenmesinin temelini oluşturan istihbarat metodolojisi konularına, bırakın teoriyi, neredeyse hiç değinmemiştir. Dahası, Komisyon önünde ifade veren IDI personeli, üst düzey IDI görevlilerinin profesyonel yazılarında da göz ardı edilen metodolojik konulara pek değinmemiştir, Ze’ira’nın ve Shalev’in Yom Kippur sırasında İsrail istihbaratının son derece ayrıntılı tanımlarını içeren anıları da dahil. Yom Kippur sırasında IDI’nin SIGINT biriminin komutanı olan Yo’el Ben-Porat’ın (o zamanki kod adı 848 ve daha sonra 8200) yazılarında ve konuşmalarında bir istisna bulunabilir; Ben-Porat’ın kendisinin de sorumlu olduğu SIGINT disiplininin aksine IDI’deki analizin doktriner ve metodolojik temellerden yoksun olduğunu iddia etmiştir.
Son yıllarda bazı uygulayıcılar ve akademisyenler IDI’nın analitik metodolojisinin, özellikle de stratejik analize ilişkin metodolojisinin Yom Kippur sırasında hatalı olduğunu iddia ederek bu boşluğu doldurmaya başlamıştır. Bu argümanlara göre IDI analizi, analitik süreç için yapılandırılmış bir metodoloji olmaksızın yalnızca tümevarımsal akıl yürütme ve sezgiye dayanıyordu.
Örneğin Lanir, İsrail’in Yom Kippur’daki sürprizine ilişkin yeni bir teorik bakış açısı sunmuştur. İsrail istihbaratının stratejik istihbarat üretirken taktiksel ve operasyonel istihbarat için uygun olan tümevarımcı ve ampirist yaklaşımı yanlış bir şekilde kullandığını iddia etmiştir. Dolayısıyla Lanir’e göre İsrail istihbaratı bir önceki bölümde anlatıldığı gibi ortaya çıkan Mısır stratejisini anlamakta başarısız olmuştur.
Brun ayrıca IDI’nin Yom Kippur sırasında hatalı bir analitik metodoloji uyguladığını ve tümdengelim yöntemlerini kullanmadığını iddia etmiştir. Daha genel olarak, Brun istihbarat uygulayıcısı bir akademisyen olarak çalışmalarında sürekli olarak yapılandırılmış analitik tekniklerin (SAT’ler) ve özellikle de Rakip Hipotezlerin Analizinin kullanılmasını savunmaktadır. İsrailli önde gelen istihbarat uygulayıcısı akademisyen Ben-Israel’in etkisi Brun’un yazılarında göze çarpmaktadır. Ben-Israel ayrıca tümdengelimci ve Popper’dan etkilenen bir yaklaşımın Yom Kippur sırasında faydalı olabileceğini iddia etmiştir.
Dolayısıyla istihbarat çalışmaları perspektifini uygulamak, Yom Kippur sırasında IDI analitik değerlendirmelerinin analistlerin deneyim ve sezgilerine dayandığı gerçeğini vurgulamaktadır. Analitik metodoloji ve özellikle de epistemoloji sadece örtüktü, tümevarımsal akıl yürütme bilginin yaratılmasına yönelik baskın yaklaşımdı. Brun 2018’de bu tür tümevarımsal akıl yürütmenin İsrail istihbaratında hâlâ baskın yaklaşım olduğunu iddia etmiştir.
Daha geniş anlamda, Wasserman 1960 gibi erken bir tarihte tümevarım yönteminin istihbarat analizinde geleneksel yaklaşım olduğunu göstermiştir. Bruce 2008’de bunun on yıllardır böyle kaldığını iddia etmiştir. Ancak, tümevarımsal akıl yürütme değişimden ziyade devamlılığa odaklandığı için değişimleri ve dönüm noktalarını belirlemede pek yardımcı olamaz. George’un iddia ettiği gibi, analitik ‘zihniyetler’ olarak çerçevelediği şeye saplanıp kalmaktan kurtulmak için ‘alternatif analiz’ olarak bilinen yaklaşım gereklidir. Yom Kippur vakasında böyle bir alternatif analiz eksikti.
IDI uygulamasında eksik olan bir diğer şey de istihbarat analizinin bir parçası olarak yeni ve potansiyel olarak şaşırtıcı bilgiler için ‘en iyi açıklamaya çıkarım’ olarak bilinen kaçırma yönteminin kullanılmasıydı. Ze’ira, IDI’nın savaşın patlak vermesinden bir günden fazla bir süre önce ele geçirdiği Sovyet danışmanların ailelerinin Suriye’den tahliyesine ilişkin bilgiyi alırken kaçırma yöntemini etkili bir şekilde (ve dolaylı olarak) kullanmış olabilir. Ze’ira, kendi ifadesine göre, net bir açıklaması olmadığı için bu bilgiden rahatsız olmuştu. Başka bir deyişle, bu bilginin ‘konsept’ ile çelişebileceğini düşünmüştür. Yine de Ze’ira yeni bir paradigma benimseyip mevcut paradigmayı terk edecek kadar ileri gitmemiştir.
Epistemolojiye odaklanan bir başka istihbarat çalışmaları çerçevesini uygulayan IDI liderliği, Yom Kippur sırasında analitik süreçler için yapılandırılmış bir metodolojiden yoksundu. Analitik sonuçlarını gerekçelendirmek için etkin bir şekilde kanıtsalcılığa dayanıyordu, yani ham bilgi yoluyla ‘konseptin’ geçerliliğini gerekçelendiriyordu. Güvenilirliğe, yani güvenilir bir istihbarat sürecine ya da indefeasibilizme, yani analitik sonucun çürütülememesine dayanmamıştır. Bu durum, Ze’ira ve Shalev’in analitik başarısızlığı geçmişe bakarak açıklamaya çalışma şekillerine de yansımıştır. Analitik süreçteki temel bir sorunu kabul etmek yerine, tahsilat kurumlarını en ilgili bilgileri sağlamadıkları için suçladılar.
İstihbarat epistemolojisi çerçevelerinin uygulanmasından kaynaklanan bir diğer mesele de bilgi üretmenin en iyi yolu olarak rasyonalizm ve ampirizm arasındaki gerilimdir. Ben-Porat özellikle istihbaratın temelinin yüksek kaliteli ham bilgi olması gerektiğini, yani ampirizmin rasyonalizasyondan daha ağır bastığını iddia etmiştir. Daha sonra gösterileceği üzere, IDI’daki analiz ampirist eğilimlere sahipti, ancak aynı zamanda ‘bilgiyi istihbarata dönüştürmek’ için rasyonalizme de dayanıyordu.
Bu nedenle birkaç önemli ders öne çıkmaktadır. Birincisi, istihbarat metodolojisi, özellikle de analitik süreç, istihbarat liderleri tarafından açıkça tartışılmalıdır. İkincisi, sezgisel ve tümevarım temelli akıl yürütme yöntemleri, birçok güçlü yanlarına rağmen, ortaya çıkan değişiklikleri ve dönüm noktalarını belirlemek için yeterli değildir. Tümdengelim ve tümevarım yöntemleriyle ve daha geniş anlamda alternatif analizlerle desteklenmelidirler. Üçüncüsü, istihbarat örgütleri, toplama ve analitik örgütlerin farklı kültürlerine yansıyan ampirist ve rasyonalist yaklaşımlar arasındaki gerilimi kabul etmelidir: ilk disiplin doğal olarak ampirizme meyilliyken, ikincisi doğal olarak rasyonalizme meyillidir. Dolayısıyla felsefenin istihbarat bilimine ve pratiğine sunacağı çok şey vardır.
Başarısızlık #3: erken uyarı konusunda kafa karışıklığı (niyetler mi yoksa kabiliyetler mi?)
Erken uyarı, 1950’lerdeki ilk günlerinden bu yana İsrail istihbaratının temel görevlerinden biri olmuştur. 1987’de IDI direktör vekilinin yazdığı gibi, “İstihbaratın özüne atıfta bulunduğumuzda, her şeyden önce savaş için erken uyarıyı kastediyoruz.” IDI onlarca yıldır erken uyarıyı kavramsallaştırmaya ve kurumsallaştırmaya çalışmış olsa da, Yom Kippur başarısızlığı, özellikle düşman niyetleri ve kabiliyetleri arasındaki dengeyle ilgili olarak üzerinde anlaşılmış ve tutarlı bir tanımın eksikliğini ortaya koymaktadır.
Niyetlerle ilgili değerlendirmeler İsrail istihbaratının ilk günlerinden itibaren erken uyarının temelini oluşturmuş olsa da bu durum bazı istihbarat başarısızlıklarına yol açmıştır. Örneğin 1960 yılında İsrail istihbaratı, Mısır’ın niyetlerine ilişkin hatalı bir değerlendirmeye dayandığı için Mısır’ın askeri eylemleri hakkında çok sayıda bilgi olmasına rağmen Mısır-İsrail sınırı boyunca Mısır’ın askeri konuşlanmasına ilişkin erken uyarıda bulunamamıştır. 1967 yılında ise İsrail istihbaratı, Mısır’ın niyetlerine ilişkin hatalı bir değerlendirmeye dayandığı için daha sonra Altı Gün Savaşı’na yol açacak olan tırmanma sürecini fark edememiştir.
Yom Kippur’dan ve IDI’nın niyetleri değerlendirmedeki başarısızlığından sonra, bazı IDF üst düzey liderleri istihbaratın kabiliyetler konusunda erken uyarıya odaklanması gerektiğini iddia etmiştir. Ze’ira ve Shalev, itibarlarını temizlemeye çalışarak, IDI’nın Mısır ve Suriye ordularının kabiliyetleri ve hazırlık durumları konusunda doğru ve zamanında erken uyarı sağladığını da iddia etmiştir. Ze’ira bunun yedek kuvvetlerin harekete geçirilmesi için yeterli olması gerektiğini ve IDI’nın niyetlerden ziyade sadece kabiliyetler ve savaş hazırlıkları konusunda erken uyarıda bulunmayı taahhüt ettiğini iddia etmiştir.
Shalev istihbaratın düşman niyetlerini değerlendirmesi gerektiğini kabul etmekle birlikte bu tür değerlendirmelerden karar alıcıların da sorumlu olduğunu ileri sürmüştür. Ben-Porat ise istihbarat analistlerinin doğaları gereği düşman niyetlerini değerlendirme konusunda yetersiz olduklarını iddia etmiştir. Ancak orijinal belgeler İsrail liderliğinin IDI’dan savaş öncesinde düşman niyetlerine ilişkin değerlendirmeler yapmasını beklemekle kalmadığını, aynı zamanda IDI’nın üst düzey liderliğinin Yom Kippur öncesinde bu tür değerlendirmeleri isteyerek ve bilerek yaptığını göstermektedir.
Niyetler ve kabiliyetlerle ilgili kafa karışıklığı, Yom Kippur öncesinde ve sırasında IDI’da toplama ve analiz disiplinleri arasındaki etkileşim incelenirken de göze çarpmaktadır. Örneğin: Yom Kippur’dan önce IDI direktörü olan Aharon Yariv 1972’de IDF genelkurmay başkan yardımcısına ‘istihbarat erken uyarısı’ başlıklı bir yazı göndermiştir. Yariv bu yazıda analizden ziyade toplamaya odaklanmış ve ‘toplama birimlerinin ana Mısır ve Suriye senaryolarına erken uyarı sağlama kabiliyetinin test edildiğini’ belirtmiştir. Ze’ira bunu erken uyarının niyetlere ilişkin bir analiz değil, kabiliyetlere ilişkin bir toplama meselesi olduğunun kanıtı olarak görmektedir.
Niyetler-yetenekler tartışması İsrail istihbarat sisteminde süregelmiştir. Eski bir IDI direktörü olan Yadlin 2013 yılında İsrail istihbaratının düşman niyetlerini analiz etmesi gerektiğini, aksi takdirde İsrail’in sürekli alarm durumunda olacağını belirtmiştir. 2017 yılında eski bir IDI direktörü, IDF genelkurmay başkanı ve İsrail Savunma Bakanı olan Moshe Ya’alon da niyetler hakkında istihbarat ihtiyacına işaret etmiştir. Bu tartışma istihbarat çalışmaları literatüründe de tartışılmıştır.
Bu konu aynı zamanda istihbarat çalışmalarında yoğun olarak tartışılan bir diğer konu olan taktik ve stratejik istihbarat arasındaki gerilimin bir yansıması olarak da görülebilir. Bir yandan akademisyenler stratejik istihbaratın ABD dış politikası üzerindeki sınırlı etkisine dikkat çekmiş ve karar alıcıların istihbarattan stratejik analiz, yani kabiliyetler hakkında istihbarat yerine çoğunlukla gerçekleri ve bilgileri sağlamasını beklediklerini iddia etmişlerdir. Diğer yandan istihbarat örgütleri stratejik istihbarat üretmeye devam etmekte ve hatta ilgi alanlarını geleneksel askeri konuların ötesindeki konulara genişletmektedirler.
Bu nedenle iki önemli ders öne çıkmaktadır. Birincisi, erken uyarının kabiliyetlere mi yoksa niyetlere mi odaklanması gerektiği sorusu kısmen geçersiz hale gelmiştir. Her ne kadar göstergeler ve uyarı istihbaratı düşmanın askeri hazırlıklarına ve dolayısıyla kabiliyetlerine odaklanmış olarak algılansa da, karar alıcılar hâlâ istihbaratın stratejik uyarı sağlamasını beklemektedir, ki bu da doğası gereği niyetlerin değerlendirilmesini içerir. Ulusal düzeyde bir istihbarat değerlendirmesi, daha önce de belirtildiği gibi, hem stratejik hem de taktik istihbaratı içermelidir. Ayrıca, Yarhi-Milo’nun gösterdiği gibi, niyet analizi ‘niyet göstergelerine’ dayanabilse de, askeri kabiliyetlerden veya doktrinden de çıkarılabilir.
Dahası, erken uyarı zorlukları sadece sürpriz bir askeri veya terör saldırısından değil, aynı zamanda hasım tarafın karar verme sürecinin sonucu olmayan yeni tehdit ve fırsatlardan da kaynaklanmaktadır. Bunlar arasında örneğin halk ayaklanmaları, küresel salgın hastalıklar ve ekonomik krizler yer almaktadır. Bu gibi durumlarda, niyet meselesi de kabiliyet kavramı gibi önemsizdir. Dahası, bu olayların çoğu kendine özgü olduğundan, geçmiş deneyimlere dayanarak bir ‘işaret ve uyarı’ modeli oluşturmak zordur.
İkinci olarak, stratejik erken uyarı gibi temel konularda, istihbarat sistemleri sadece uygulamalarına rehberlik etmekle kalmayıp aynı zamanda karar vericilerle yapıcı bir diyalog kurulmasını sağlayan tutarlı bir çerçeve üzerinde anlaşmalıdır. Savaş ya da kriz dönemlerinde böyle bir çerçevenin yokluğu politika ve istihbarat başarısızlıklarına yol açabilir.
Hata #4: Genelkurmay seviyesinde aşırı özgüvenli stratejik analiz
IDI liderliği ‘anlayışını’ askeri karar alma mekanizmasının stratejik seviyesinde, yani IDF genelkurmay seviyesinde formüle ederken, daha operasyonel seviyelerde ve bağlamlarda oluşturulan karşıt değerlendirmeleri kabul etmekte isteksizdi. Yom Kippur sırasında Mossad’ın istihbarat analizi konusunda resmi bir sorumluluğu olmamasına rağmen, bu tür bir değerlendirme Mossad direktörü Zamir tarafından da yapılmıştır.
Dahası, Yom Kippur’dan önceki günlerde, bu tür değerlendirmeler Hagai Mann başkanlığındaki IDF Kuzey Komutanlığı ve Rami Luntz başkanlığındaki İsrail Deniz Kuvvetleri (IN) istihbarat birimleri tarafından yapılmıştır. Güney Komutanlığı istihbarat departmanındaki bazı subaylar da bir Mısır saldırısının hazırlandığını değerlendirdi, ancak bu değerlendirme IDI’nın ‘anlayışını’ tamamen benimseyen komutanlık istihbarat subayı David Geddaliah tarafından göz ardı edildi. Bu alternatif değerlendirmeler IDI liderliğinin dikkatine sunulmadı.
IN’deki ve IDF’nin bölgesel komutanlıklarındaki istihbarat departmanlarının IDI’nın RAD’ına kıyasla iki dezavantajı olduğu iddia edilmektedir. Birincisi, operasyonel ve taktiksel istihbarata odaklanmışlardı ve stratejik bir perspektiften yoksundular. Başka bir deyişle, niyetlerden ziyade düşmanın yeteneklerine odaklandılar. İkincisi, bölümlere ayırma nedeniyle IDI’ya ulaşan tüm hassas ve gizli bilgilere maruz kalmıyorlardı. Örneğin Mann, Me’ir’in daha önce bahsedilen Ürdün Kralı Hüseyin ile görüşmesinden haberdar edilmemişti.
Geriye dönüp bakıldığında, bu dezavantajlar sadece askeri yetenekler konusunda değil, aynı zamanda bunların yansıttığı niyetler konusunda da daha iyi bir değerlendirme yapılmasını sağlayabilirdi. IN istihbarat departmanı Mısır Donanmasındaki değişiklikleri takip etti ve bunların basit bir tatbikattan ziyade savaş hazırlığının bir parçası olduğu sonucuna vardı. Kuzey Komutanlığı istihbarat departmanı İsrail sınırı yakınlarındaki Suriye takviyelerini takip etti ve bunların bir İsrail saldırısına karşı hazırlıklı olmaktan ziyade savaş hazırlıklarının bir parçası olduğu sonucuna vardı. Dahası, IN ve Kuzey Komutanlığı istihbarat birimleri IDI’nın RAD’ı tarafından kullanılan tüm hassas bilgi kaynaklarından haberdar olmadıkları için, analizleri için bu tür bilgilere bağımlı değillerdi. IDI ve özellikle IDI’nın RAD’ı çok baskındı ve bu nedenle ulusal istihbarat tahminleri üzerinde bir tekele sahipti.
Stratejik konularla ilgilenen bir askeri istihbarat örgütü olarak IDI ile ilgili ikilem 1950’lerde İsrail istihbaratının ilk günlerinden beri tartışma konusudur: Tamir Pardo 2013 yılında Mossad direktörü olarak yazdığı yazıda operasyonel/askeri bir istihbarat teşkilatı olan IDI’nın ulusal istihbarat değerlendirmeleri yapamayacağını iddia etmiştir. Even ve Siman-Tov 2015 yılında IDI’nın ulusal istihbarat tahminleri konusundaki statüsünün azaldığını iddia etmiştir. Even 2017’de Mossad ve Şabak yöneticilerinin IDI’yı ulusal tahminler konusundaki sorumluluğundan mahrum bırakmaya çalıştıklarını ve değerlendirmelerin entegrasyonunun başbakan tarafından yapılmasını tercih ettiklerini iddia etmiştir.
Ancak Yom Kippur, stratejik ve ulusal değerlendirmeler yapan askeri istihbarat örgütlerinin doğasında var olan sınırlamaları kanıtlamak zorunda değildir. Daha önemli bir ders ise tek bir kurumun ulusal değerlendirmeler üzerinde tekel oluşturmasının doğurduğu risktir. Bu olgu Yom Kippur sırasında IDI ve Mossad arasındaki ve özellikle de Mossad’ın ulusal ve askeri karar alma süreçleri üzerindeki etkisini etkili bir şekilde kısıtlayan kurumların yöneticileri arasındaki yüksek düzeydeki rekabet nedeniyle daha da şiddetlenmiştir.
Bu nedenle çıkarılabilecek başlıca dersler hem kültürel hem de örgütseldir. Ulusal ya da stratejik kademelerdeki örgütler tarafından yürütülen kapsayıcı bir istihbarat değerlendirmesi operasyonel ve taktik perspektifleri entegre etmeli, stratejik analiz örgütleri ise alt kademelerle verimli çalışma ilişkileri sürdürmelidir. Yom Kippur’da durum böyle değildi. IDI liderliği kibirliydi ve IDF’deki taktik düzeydeki kademelerden ya da Mossad’dan gelen karşıt değerlendirmeleri kabul etmiyordu. Örneğin Mann, IDI’nın RAD başkanı ile arasındaki ilişkinin kusurlu olduğunu ve RAD’ın Kuzey Komutanlığı istihbarat departmanının zihniyetinden kopuk olduğunu ifade etmiştir.
Hata #5: Yüksek kaliteli ham bilgiye aşırı güven
Daha önce gösterildiği gibi, Yom Kippur istihbarat başarısızlığı genellikle ham bilginin gözden kaçırıldığı analizlerden kaynaklandığı düşünülür. Ancak, en azından iki durumda, İsrail liderliği özellikle gizli toplama yoluyla elde edilen yüksek kaliteli ve mahrem ham bilgilere aşırı bağımlıydı.
İlk vaka ‘Melek’ olarak bilinen Mossad’ın seçkin casusu Eşref Mervan’la ilgilidir ve daha önce de belirtildiği üzere savaştan bir gece önce özel bir erken uyarıda bulunmuştur. Bu bilgi İsrail liderliğinin yedek birlikleri harekete geçirmesine ve önleyici bir saldırıyı düşünmesine (ve reddetmesine) neden olmuştur, ancak IDI liderliği hâlâ savaşın yakın olduğundan emin değildir. Savaş sırasında kilit pozisyonlarda görev yapan istihbarat görevlileri, Mervan’ın Yom Kippur’dan önceki birkaç yıl boyunca mahrem ve nadir bilgiler sağlayan seçkin bir casus olduğu görüşünü güçlendirmektedir.
Yom Kippur’dan sonra IDI direktörü olan Shlomo Gazit, İsrail liderliğinin Mervan’ın raporlarına bağımlı olduğunu ve Mervan bu tür açık bilgiler verene kadar savaşın yakın olduğunu değerlendirmediğini iddia etmiştir. Bu iddia, savaş sırasında IDI’nın RAD’ında Suriye şubesinin başında bulunan Avi’ezer Ya’ari’nin ifadesiyle de desteklenmiştir. Shalev, Mervan’ın yıllar boyunca verdiği raporlara atıfta bulunarak elit HUMINT kaynaklarına aşırı güven duyulduğuna işaret ederken, Ze’ira da İsrail liderliğinin bu bilgilere bağımlılığının altını çizmektedir.
İkinci vaka IDI’nin ‘özel toplama araçları’ ile ilgilidir. Her ne kadar Amos Gilbo’a bu olaydan özel bir ders çıkarılamayacağını iddia etse de, bu makale farklı bir yaklaşım benimsemekte ve bunun mahrem ham bilgilere aşırı güvenmenin bir başka örneği olduğunu iddia etmektedir. Bu yaklaşım, örneğin, savaş sırasında IDI’nin SIGINT biriminde üst düzey bir subay olan Shabtai Bril’in ifadesiyle desteklenmektedir.
‘Özel araçlar’ ile ilgili pek çok ayrıntı hâlâ gizliliğini korumaktadır. Kısmi bilgiler, bunların Mısır’ın içine yerleştirilen ve İsrail’in Mısır’ın mahrem iletişimini dinlemesine olanak tanıyan sofistike gizli dinleme yetenekleri aracılığıyla yakın bir saldırının işaretlerini tespit etmeyi amaçlayan gelişmiş pille çalışan cihazlar olduğunu ima etmektedir. IDI’nin SIGINT biriminin komutanı Ben-Porat, 1972 yılında İsrail Başbakanı Me’ir’e Mısırlıların bir saldırı başlatması halinde bu ‘özel araçların’ erken uyarı sağlayacağı konusunda güvence verdi. ‘Özel araçlar’ İsrail liderliği tarafından sürpriz bir askeri saldırıya karşı bir ‘sigorta poliçesi’ olarak algılandı.
Ze’ira’nın Agranat Komisyonu’na verdiği ifade, ‘özel araçlara’ atfettiği önemi göstermektedir:
Kendime sorduğum soru, analistlerin yanılması durumunda sigortamın nerede olduğudur. Benim sigortam [mükemmel erişilebilirlik ve güvenilirliğe sahip] belirli araçlara dayanıyordu. Ve kendime şunu söyledim: Diyelim ki yanılıyorlar. O zaman bu araçlar vasıtasıyla yanıldıklarına dair kesin bir gösterge elde etmeliyim. İşte bütün teori özetle budur. Bir kavram var, yeni gerçekler gelmeli ve onu zayıflatmalı. Burada bu kavramın geçerli olup olmadığına dair göstergeleri elde edebileceğim [mükemmel kaynaklara] sahibim.
Savaştan sadece birkaç gün önce ve sadece birkaç saatliğine çalıştırıldığında, bu araçlar gerçekten de yakın bir saldırıya dair hiçbir özel işaret vermemiştir. Ze’ira bunu reddetse de, akademisyenler ve eski uygulayıcılar ‘özel araçların’ çok daha önce çalıştırılması gerektiğini, ancak Ze’ira’nın bir Mısır saldırısının yakın olmadığını değerlendirdiği ve bu nedenle araçların çalışabilirliğini riske atmak istemediği için bunu yapmayı reddettiğini iddia etmektedir.
Mevcut araştırmalar, İsrail liderliğinin erken uyarı için gerçekten de ‘özel araçlara’ güvendiğini göstermektedir. Ve Ze’ira bu ‘araçlar’ aracılığıyla ele geçirilen olağandışı bir iletişim rapor etmediğinden, karar vericiler bunu ‘anlayışa’ bağlı kalmak ve Mısırlıların bir savaş başlatmanın eşiğinde olmadığını değerlendirmek için başka bir neden olarak gördüler.
İstihbarat çalışmaları perspektifinin uygulanması bazı önemli dersleri ortaya çıkarmaktadır. Her ne kadar ‘istihbarat döngüsü’ modeline göre karar alıcılar sadece bitmiş analitik ürünleri tüketirken, analistler toplanan ham bilgileri tüketen kişiler olsa da, uygulamada durumun böyle olmadığı açıktır. Literatür, karar alıcıların ve istihbarat üst düzey liderlerinin bazen karmaşık ve muğlak analitik değerlendirmeler yerine samimi ham bilgileri tercih ettiğini kabul etmektedir.
Ancak ham bilgiye doğrudan erişimin de tuzakları vardır ve Yom Kippur, karar vericilerin ham bilgiye olan güveninin aşırı bir sonunu işaret eder. İsrail liderliği sadece yukarıda bahsedilen gizli kaynaklara güvenmekle kalmadı, aynı zamanda fiilen onlara bağımlı hale geldi. Böyle bir bağımlılık, daha ‘standart’ kaynaklar tarafından sağlanan diğer uyarı işaretlerinin fark edilmesini engellemiş olabilir.
Dolayısıyla iki önemli ders öne çıkmaktadır. Birincisi, karar alıcıların ham, mahrem ve gizli bilgilere erişimi kaçınılmazdır. Ancak erken uyarı yine de analitik bir ürün, yani ‘tüm kaynakların analizi’ olarak algılanmalıdır, çünkü tek kaynaklı istihbarat birçok tuzak barındırır. Ham bilgi potansiyel olarak karar alıcılara ‘düşmanın ulusal güvenlik odalarına’ erişim sağlasa ve istihbarat analizini gereksiz kıldığı iddia edilse bile bu böyle olmalıdır.
Dahası, sadece gizli bir kaynağın varlığı, bu kaynağın sürekli olarak rapor sağlayabileceği anlamına gelmez. Yom Kippur Savaşı’nın patlak vermesinden sadece 12 saat önce erken uyarıda bulunan Mervan’ın durumu böyleydi. Bu durum, aktif olmadıklarında bilgi sağlayamayan ‘özel araçlar’ için de geçerliydi.
İkinci ders, son yıllarda kapsamlı bir şekilde incelenen bir konu olan gizli toplama ile açık kaynaklı bilgi veya istihbarat (OSINT) arasındaki denge ile ilgilidir. Daha genel olarak bu, düşman ağırlık merkezlerine doğrudan erişimi olan gizli bilgiler ile web siteleri, hava fotoğrafları veya saha keşifleri gibi daha standart yöntemlerle toplanan ve temel düşman çevrelerine erişime izin vermeyen bilgiler arasındaki denge ile ilgilidir. Gizli istihbarat benzersiz bir katma değere sahiptir, ancak erken uyarı, tüm kaynak analizleriyle desteklenmesi gereken analitik bir üründür.
Hata #6: Arap kültürünün yanlış yorumlanması
IDI’nin analitik başarısızlığının bir başka yönü de Yom Kippur Savaşı’ndan önceki yıllarda Mısır’ın karar alma mekanizmasının temel kültürel ve sosyal yönlerine ilişkin hatalı anlayışıydı. Özellikle IDI, Mısır’ın ‘1967 utancını silmek‘, yani Altı Gün Savaşı’nda İsrail’e verdiği muazzam kaybın ardından itibarını ve öz saygısını geri kazanmak için büyük riskler almaya istekli olduğunu kabul etmekte başarısız olmuştur. ABD istihbaratı da bu tür kültürel unsurları gözden kaçırmıştır, Arap toplumunu ve kültürünü anlamadaki başarısızlığın daha geniş bir olgusunu yansıtmaktadır.
Ze’ira 2013 yılında verdiği ifadede Yom Kippur sırasında IDI’nin RAD’ına Arap kültüründen anlayan kişileri dahil etmeyerek hata yaptığını açıkça belirtmiştir. Shalev, Sedat’ın kişiliğini analiz ederken yaptığı hatadan açıkça bahsetmektedir: IDI’nin RAD’ı, 1970 yılında hazırlanan özel bir analitik üründe yansıtıldığı gibi Sedat’ı zayıf ve beceriksiz bir lider olarak değerlendirirken, Mısır Cumhurbaşkanı Mısır stratejisini değiştirmiş ve böylece İsrail’i şaşırtmıştır. 2019 yılında IDI’nin RAD’ının başkanı olan Dror Shalom, Yom Kippur’da RAD’ın Sedat’ı anlamadığını açıkça iddia etmiştir.
İstihbarat çalışmaları çerçevesi uygulandığında, bu durum kültürel zekânın, yani yabancı kültürleri anlamayı amaçlayan zekânın başarısızlığı olarak görülebilir, Bu makalede daha önce birkaç kez bahsedilen Ben-Porat, RAD’ı açıkça Arap kültürünü ve dilini anlamamakla suçlamıştır. Benzer bir suçlama, savaş sırasında IDI’nın SIGINT birimindeki bir başka kıdemli subay olan Bril tarafından da yapılmıştır. Kültürel istihbaratın bu başarısızlığı etnosentrizm, yani düşman stratejisini kendi kültürü ve hesaplarıyla değerlendirmek olarak da görülebilir.
Dolayısıyla buradan çıkarılacak en önemli ders, kültürel perspektiflerin taktikten stratejik istihbarata kadar tüm istihbarat analiz seviyelerine dahil edilmesi zorunluluğudur. Bu, askeri ya da teknik istihbarat pahasına olmamalı, ancak bunları güçlendirmeli ve özellikle stratejik istihbaratı desteklemelidir. Arap kültürlerini anlamak, 1950’lerdeki ilk günlerinden beri İsrail istihbaratının karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olmuştur. Kültürel istihbarat bugün de 1973’te olduğu kadar önemlidir.
Başarısızlık #7: ‘insan faktörü’ – grup düşüncesi, bilişsel kapanma, aşırı güven, kibir, hiyerarşi karşısında ahlaki cesaret eksikliği
Bar-Joseph ve McDermott, Yom Kippur istihbarat başarısızlığının ve stratejik sürprizin başlıca nedenlerinden biri olarak IDI ve IDF liderliğinin ‘insan faktörüne’ odaklanmıştır. Örneğin, IDI direktörünün bilişsel kapanma ihtiyacını ve otoriter ve kararlı tarzını, IDI’nın karşıt değerlendirmeleri dikkate alamamasının ve dolayısıyla düşük savaş olasılığına işaret eden analitik paradigmanın ne zaman geçerliliğini yitirdiğini kabul edememesinin başlıca nedenleri olarak tanımlamaktadırlar. Bilişsel kapanmaya odaklanan benzer bir araştırma çizgisi Bar-Joseph ve Kruglanski tarafından tanımlanmıştır.
Bu makalede daha önce de belirtildiği gibi, IDF Güney Komutanlığı istihbarat subayı Binyamin; IDF Kuzey Komutanlığı istihbarat subayı Mann; İsrail Deniz Kuvvetleri (IN) istihbarat departmanı başkanı Luntz gibi birçok kişi; IDI’ya bağlı RAD’ın Suriye şubesinin başkanı Ya’aril; RAD’ın Mısır şubesinin siyasi sektör başkanı Albert Souda; ve IDI’nın SIGINT biriminin komutanı Ben-Porat – IDI’nın savaş olasılığının düşük olduğu yönündeki değerlendirmesine katılmadılar. Bu durum Mossad direktörü Zamir için de geçerliydi. Ancak tüm bu kişiler resmi IDI değerlendirmesini değiştirmeyi başaramadı ve değerlendirmeleri İsrail ulusal ve savunma liderliği tarafından duyulmadı.
Dolayısıyla IDI, en azından analiz alanında bir açıklık kültürü geliştiremedi. Bu da analitik aşırı güven ve kibirle sonuçlandı. Pek çok kişi bu kültürün, selefi Yariv’in çelişkili değerlendirmelerden kaçınma eğiliminde olan dönemin IDI direktörü Ze’ira’nın kişisel özelliklerinden etkilendiğini iddia etmektedir.
Bu nedenle en önemli ders istihbarat profesyonelliği ve etiği ile ilgilidir. Bu özellikle mevcut paradigmaları yeniden değerlendirmeye açık olma ve bunları terk edip yenilerini benimsemeye istekli olma ve karşıt değerlendirmeleri kabul etmeye istekli olma ile ilgilidir. Dolayısıyla bu, profesyonel bir meselenin ötesinde kültürel ve yönetsel bir meseledir.
Yom Kippur’dan sonra aykırı düşünceler büyük ilgi gördü. Örneğin birçok IDI direktörü ve RAD başkanı kamuoyu önünde Yom Kippur mirasından bahsetmiş ve alınan dersler sonucunda geliştirdikleri açık kültürün altını çizmiştir. Grup düşüncesinden kaçınmak ve ahlaki cesareti ifade etmek İsrail istihbaratının temel taşlarından biri haline gelmiştir, hiyerarşi karşısında ahlaki cesareti ifade etme zorunluluğu gibi. Dahası, Ze’ira’nın yerine gelen IDI direktörü Gazit, açıklık kültürünün geliştirilmesine büyük önem vermiş, karşıt ve eleştirel düşünceye adanmış, ‘İnceleme Departmanı’ olarak adlandırılan ve çoğunlukla ‘Şeytanın Avukatı’ olarak bilinen bir departman kurmuştur. Departman başkanı 1980’lerin ortalarından beri doğrudan IDI direktörüne rapor vermektedir.
IDI direktörünün 2023’ün başlarında yayınlanan ‘İnceleme Departmanı’ hakkındaki bir kitaba yazdığı önsöz, karşıt ve eleştirel bir zihniyetin önemini göstermektedir:
2023 yılı, Yom Kippur Savaşı’nın ve IDI’nın ulusal bir tahminci olarak temel görevleri olan savaş için erken uyarı ve düşman niyetlerini değerlendirmedeki muazzam başarısızlığının 50. yılını kutladığımız için benzersiz ve semboliktir… Bu savaşın dersleri IDI’da büyük ölçüde yerleşiktir… İnceleme Dairesi, Yom Kippur’un büyük başarısızlığından doğmuştur…
‘Şeytanın Avukatı’ departmanı 2023’ün başlarında hâlâ aktif durumdadır ve sorumluluklarını sadece istihbarat değerlendirmelerini değil istihbarat süreçlerini de gözden geçirmeyi içerecek şekilde genişletmiştir. Ancak bu departmanın istihbarat ürününe etkin katkısı konusunda tartışmalar devam etmektedir.
Sonuç
Yom Kippur başarısızlığı modern tarihin en önemli istihbarat başarısızlıklarından biri olarak kabul edilmektedir. Başta erken uyarı ve stratejik sürprizle ilgili olmak üzere akademik ve profesyonel anlamda yoğun ilgi görmüştür. İsrail istihbarat pratiğinde Yom Kippur’un kalıcı ve hatta zaman zaman travmatik bir etkisi olmuştur.
Savaştan sonraki ilk yıllarda akademisyenler Yom Kippur’u stratejik sürpriz çalışmalarının geniş bağlamına yerleştirdiler. Bu literatür, İsrail istihbaratının ‘anlayış’ olarak bilinen analitik bir çerçeveye bağlı kaldığını, dolayısıyla çok sayıda gösterge ve uyarıyı görmezden geldiğini ve Mısır’ın aldatma planını ifşa etmediğini anlatıyordu. Bilgilerin gizliliği kaldırıldıkça, araştırmalar diğer açıklamalara odaklanacak şekilde genişledi. Bunun anahtarı Bar-Joseph’in esas olarak ‘insan faktörüne’, yani İsrail istihbaratının ve ulusal güvenlik liderliğinin psikolojik ve kişilik özelliklerine odaklanan kapsamlı araştırması olmuştur. Bu makale bu literatürü temel almakta ve istihbarat çalışmaları çerçevesini kullanarak ilave dersler çıkarılabileceğini göstermektedir.
İlk olarak, stratejik istihbarat sürekli olarak düşman stratejisindeki, operasyonel konseptlerdeki ve hesaplardaki değişiklikleri aramalıdır. Stratejik istihbaratın temel zihniyeti devamlılık ve teyit yerine değişim, anomaliler ve dönüm noktaları üzerine olmalıdır. Bu stratejik erken uyarının temel taşıdır.
İkinci olarak, istihbarat metodolojisi, özellikle ama sadece analitik süreçler ve epistemoloji değil, açık hale getirilmeli ve sadece zımni olarak kalmamalıdır. Bunun amacı sezgilerden yararlanmak ve bunları daha yapılandırılmış ve bilimsel etkiye sahip yöntemlerle güçlendirmektir. Bir önceki dersle bağlantılı olarak, zeka, yeni ve şaşırtıcı bilgiler için ‘mevcut en iyi açıklamayı’ sağlamayı amaçlayan tümevarımsal akıl yürütme yöntemini benimsemeli ve benimsetmelidir. Metodolojik bir temelin yokluğu sadece sezgilere bağımlı kalınmasına neden olabilir. Ve sezgi, özellikle stratejik ortamın değiştiği zamanlarda ya da koşullarda, yeterli değildir.
Üçüncüsü, istihbarat tahminleri, özellikle de ulusal düzeyde, düşman kabiliyetleri ve niyetleri hakkındaki analizleri bütünleştirmelidir. Karar vericilere bu ikisinden sadece birini sunmak politika ve strateji belirlemek için yeterli değildir. Dahası, düşman kabiliyetlerini analiz ederken, istihbarat bu kabiliyetlerin yansıtabileceği niyetleri de çıkarmalıdır. Ve düşman niyetlerini analiz ederken, istihbarat bu niyetleri uygulamak için gereken kabiliyetleri de çıkarmalıdır.
Dördüncüsü, ulusal istihbarat tahminleri, genellikle ulusal ajanslar tarafından veya askeri örgütlerin genelkurmay seviyesinde üretilse de, daha operasyonel odaklı ve taktik odaklı kademeler tarafından oluşturulan analizleri entegre etmeli ve içermelidir. Bu bir önceki dersle doğrudan ilişkilidir. Ulusal düzeydeki istihbarat kurumları genellikle mevcut kaynaklar konusunda en geniş perspektife sahiptir ve ulusal karar vericilerle etkileşim içinde olduklarından, ulusal gereksinimler konusunda da en geniş perspektife sahiptirler. Ancak bu, daha operasyonel perspektiflerin kendi katma değerlerini sağlayamayacağı anlamına gelmez.
Dolayısıyla stratejik ve operasyonel istihbarat karşılıklı olarak birbirlerine katkıda bulunabilir ve bulunmalıdır. Dahası, ulusal istihbarat örgütleri geniş perspektiflerine dayanarak kibirlenmekten kaçınmalıdır. Bu nedenle ulusal istihbarat için tüm kaynak analizi sadece farklı toplama yöntemleriyle değil aynı zamanda farklı analitik perspektiflerle de ilgili olmalıdır. Bu nedenle analizden ziyade etkin bir sentezdir.
Beşinci olarak, istihbarat liderleri ve siyasi karar alıcılar toplama ajansları tarafından elde edilen ham bilgileri okumak zorunda olsalar da, bu tür bilgilere aşırı bağımlılık ve ‘bağımlılık’ geniş bir analitik bakış açısını engelleyebilir. Başka bir deyişle, mahrem ve ham bilgi düşmana doğrudan erişim sağlarken, sadece dar bir perspektifi yansıtır. Stratejik değerlendirme ve karar verme için tek temel olamaz.
Felsefi bir perspektiften bakıldığında bu, bilgi üretirken ampirizm ile rasyonalizm arasında bir gerilim olarak görülebilir. Karar alıcılar bazen stratejik analize güvenmezler ve bu nedenle etkili bir şekilde birincisine, yani gizli kaynaklar tarafından sağlanan ham bilgilere güvenirler. Toplama ajansları da birincisine yönelirken analitik ajanslar ikincisine güvenecektir. İstihbarat teşkilatları bu iki yaklaşımı dengelemeli, birbirini dışlayan değil tamamlayan yaklaşımlar olarak görmelidir.
Altıncı olarak, kültürel istihbarat, yani düşman kültürünü anlamaya yönelik istihbarat, stratejik analiz ve hatta erken uyarı için çok önemlidir. Bu tür kültürel istihbarat, açık kaynaklı istihbaratın (OSINT) yanı sıra tarihsel ve sosyal perspektiflerin toplanmasına dayanır. Son yıllarda yaşanan büyük veri çağı, istihbaratı ileri teknolojilere ve ölçülebilir verilere daha bağımlı hale getirse de, nitel yöntemler ve ‘yumuşak’ analitik beceriler eskimiş değildir. Kültürel bir bakış açısı sadece stratejik analizi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda operasyonel ve taktiksel olguların anlaşılmasını da geliştirebilir.
Yedinci olarak, ‘her şey insanlarla ilgilidir’. İstihbarat kıdemli memurlarının kişilik özellikleri davranışlarının ve örgüt kültürünün bağlamını belirler ve dolayısıyla istihbarat ürününü etkiler. Bilişsel kapalılık, kibir, aşırı güven, eleştiriye açık olmama ve karşıt görüşler, istihbarat yöneticilerinin kaçınması gereken kişilik ve psikolojik özelliklerdir.
Bu nedenle istihbarat yöneticileri potansiyel hatalarını sürekli göz önünde bulundurmalıdır. Doğru ve kesin değerlendirmeler yaparak karar vericiler için belirsizliği azaltmalılar, ancak aynı zamanda istihbarat değerlendirmelerinin doğası gereği belirsiz olduğunu ve istihbarat teşkilatları tarafından üretilen bilginin doğası gereği kısmi olduğunu kabul etmelidirler. Ancak örgütsel ve yukarıdan aşağıya çözümler önemli olmakla birlikte her derde deva değildir. Açık ve eleştirel bir kültür geliştirme ve uygulama sorumluluğu her şeyden önce bireysel istihbarat profesyonellerine aittir.
Yom Kippur’un üzerinden elli yıl geçmiş olmasına rağmen, makalede anlatılan bazı dersler İsrail istihbarat sisteminin ötesinde mevcut istihbarat uygulamaları için de geçerlidir. Örneğin, 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ilişkin olarak ABD ve Birleşik Krallık istihbarat sistemleri tarafından sağlanan erken uyarı, niyet ve kabiliyet analizinin başarılı bir sentezinin yanı sıra gizli kaynaklar ve OSINT’in entegrasyonunu göstermektedir. Bir başka örnek olarak, ABD istihbaratının Rusya’nın 2016 ABD seçimlerine müdahalesine ilişkin yeterli erken uyarı sağlayamaması, düşman hesaplarındaki değişimi tespit etmedeki başarısızlık olarak tanımlanmıştır. Bu makalede tartışılan derslerden bazıları, felsefi ve metodolojik meseleler, askeri istihbaratın işlevleri veya istihbarat sistemlerinin örgütsel kültürleri gibi güncel istihbarat çalışmaları için de geçerlidir.
Yom Kippur’da İsrail istihbaratının özel durumuna odaklanan bu makale, istihbarat başarısızlıklarından çıkarılabilecek derslerle ilgili daha geniş tartışmalara katkıda bulunabilir. Gelecekteki araştırmalar, Yom Kippur derslerinin İsrail istihbarat sisteminde etkili bir şekilde uygulanmasını da inceleyebilir, böylece başarısızlıkların ve travmaların farklı ulusal istihbarat sistemleri üzerindeki etkisinin karşılaştırmalı olarak incelenmesine olanak tanıyabilir.