Söyleşi ve sunum: Mustafa Ekici
Sn. İbrahim Aydın, Türk ordusunda 37 yıllık hizmetinin ardından Tümgeneral rütbesiyle emekli olmuş bir asker. Görev süresi boyunca ağırlıklı olarak terörle mücadele ve istihbarat alanında çalışan Aydın, şimdi Ortadoğu Araştırmaları Merkezinde (ORSAM) Ortadoğu’ya dair akademik çalışmalar yapmaktadır. Askerlik ve istihbarat konularındaki 37 yıllık saha tecrübesiyle İbrahim Aydın’ın çalışmaları, akademik bilgi ve pratik deneyimi harmanlayan farklı bir bakışıcısı sunuyor.
Sn.İbrahim Aydın’la Suriye’de Kürtler başlıklı kitabı üzerine gerçekleştirdiğimiz röportaj, şu ara gündemin ana konularından biri olan Suriye Kürtleri, YPG/SDG ve Suriye’nin geleceğinde Kürtler konularında hamasetten uzak, serinkanlı bir vizyon sunuyor. İbrahim Aydın, kitabında Suriye’de Kürtlerin varlığının tarihsel arka planına dair bilgilerle birlikte, toplumsal, demografik, kültürel ve sosyoekonomik yapılarına dair bilgileri derliyor. Kitap, Suriye Kürtlerinin siyasal yapıları, kurdukları örgüt ve partiler, bu örgüt ve partilerin üzerine oturduğu siyasi akslar, ilişkileri, mücadeleleri, Baas rejimiyle ilişikleri, Suriye iç savaşında takındıkları tutumlar ve kurdukları ittifaklara odaklanmaktadır. Suriye iç savaşının devam ettiği bir süreçte (2023) kaleme almış olduğu kitabında Aydın, Suriye’nin savaş sonrası durumunda Kürtlerin ve PYD/SDG’nin durumuna ve geleceğine dair analizlerde bulunuyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin toplumda büyük yankı bulan çağrısıyla başlayan tartışmalarla yeniden gündem konusu olan ‘Kürt sorunu’ bağlamında Suriye Kürtleri, şüphesiz her kesimden insanın merakını celbeden bir konu. Suriye siyaset ve toplumunun önemli bir bileşeni olan Suriye Kürtleri, geçen yıllar içinde defalarca tecrübe edildiği gibi, ülkemizin bigâne kalamayacağı derecede önemli bir konudur. Baas yönetiminin jeopolitik çıkar hesaplarıyla uzun yıllar himaye ettiği PKK ve süreç içinde yarattığı kültürel/siyasal değişim, Suriye iç savaşı sürecinde oluşan kitlesel göçler ve 6/7 Ekim olayları gibi somut gelişmeler, Suriye Kürtlerinin o kadar da ‘uzakta’ yaşamadıklarını göstermiştir.
Bütün milliyetçi evrenlerin işleyişine benzer biçimde, Kürt Milliyetçiliği de farklı ülkelerde yaşamakta olan Kürtleri hızla ortak bir duygu dünyasında yaşayan ve ortak politik tepkiler üreten kurgusal bir evrende yaşamaya doğru itmektedir. Artan iletişim ve ulaşım imkanlarıyla birlikte bu süreç, Kürtler açısından daha da hızlı işlemektedir. Üstelik naif bir şekilde ‘4 parçaya bölünmüş Kürdistan’ argümanıyla gerçeklerden kopartılarak romantize edilen bu kurgusal evren, mebzul miktarda fanatik terör şebekesi ve başka ülkeler nam hesabına çalışan profesyonel tedhişçi için mümbit bir tarla işlevi de görmektedir.
Şimdi dünyada yeni bir oyun kuruluyor. Sarsılmaz denen rejimler günler içinde yıkılıyor. Özellikle Ortadoğu ürkütücü gelişmelere gebe. Bu süreçte, ülkemizin en yakın iki komşu ülke olarak Suriye ve Irak’la geliştirmeye çalıştığı güvenlik ve kalkınma temelli ilişkilerin derinleşeceği, giderek bir tür ittifaka evirileceği aşikâr. Bu üç devletin sınırlarında yaşamakta olan, hepsi de söz konusu devlet ve toplumlarla önemli oranda entegre olmuş, hepsi çift dil bilen kürtlerin bu ittifakta büyük bir enerji olacağı sır değil.
Açık ki Suriye Kürtleri, Türkiye’nin uzağında değil, dibinde değil, içinde yaşamaktadır. Bu bakımdan emekli bir asker olarak sayın İbrahim Aydın’ın çalışması, ayrı bir önem kazanmaktadır.
İyi okumalar:
Mustafa Ekici/Kritik Bakış
‘Suriye Kürtleri, PKK/PYD Vesayetinden Kurtularak Kurucu Olabilir’
Mustafa Ekici : Suriye’de Kürtler başlıklı kitabınız, dünyada Suriye Kürtlerine dair yapılmış birkaç önemli çalışmadan biri ve Suriye’de değişen ani iktidar değişiminin henüz uzak bir ihtimal olarak görüldüğü erken bir tarihte, 2023’te yapılmış olması çalışmaya ayrı bir değer kazandırmaktadır. Öncelikle niçin Suriye Kürtleri?
İbrahim Aydın : Öncelikle kitap için teveccühünüze teşekkür ediyorum.
Neden Suriye Kürtleri?
“Suriye’deki Kürtler” konusu konjonktüreldir. Ancak sanırım 40 yılı aşan bir zaman dilimindeki meslek hayatım ve özel çalışmalarımın birikiminin konjonktürel bir çıktısıdır demek daha doğru olabilir.
Kitapla ilgili maksadımı daha iyi anlatabilmek için cevabı biraz genişleteyim.
PKK terör örgütünün 15 Ağustos 1984 tarihindeki ilk kapsamlı eylemleri başladığında ben daha bir yıllık bir subaydım. Bu vesileyle ilk görevlendirilmelerden başlamak üzere tümgeneral rütbesinden emekli olana kadar geçen meslek hayatımdaki kıta ve karargah görevlerimin ağırlığını terörle mücadele oluşturdu. ( Bu, sadece bana has bir durum da değildi. Zira, o tarih ve sonrasında görev alan hemen bütün meslektaşlarım aynı sorumluluğu üstlendiler.) Emekli olduktan sonra da konu üzerindeki çalışmalarımı sürdürdüm ve halihazırda da devam etmekteyim. Bu çerçevede meslek safahatım bana, terörle mücadelede teori ve pratiği bir arada tecrübe etme, emeklilik sonrası çalışmalarım ise, konuyu terör dışındaki boyutlarıyla inceleme imkanı sunmuş oldu diyebilirim. Konuyla ilgim bu temellidir.
Üzerinde durduğumuz konu; Osmanlı’dan Cumhuriyete, hatta Cumhuriyetin ikinci yüzyılına devreden kadim bir mevzudur. Bu konuda devletin gösterdiği çaba ve ödediği maliyetin en azından son yarım yüzyılının bizzat tanığıyız. Cenabı Allah, Devletimize zeval vermesin. Fakat mevzuya ilişkin kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir ‘Stratejik Yol Haritası’nın eksikliği hep dillendirilmiştir. Çalışmalarımız da bize göstermiştir ki, bu konuda bir yol haritasının ortaya konulabilmesi, ancak konunun bütün boyutlarıyla doğru anlaşılabilmesiyle mümkündür. Bizim de öğrenme gayretimizin esasını bu bütünü anlamak oluşturmakta olup, ‘Suriye’deki Kürtler’ kitabı da böyle bir öğrenme sürecinin bir çıktısı sayılabilir. Bahsettiğimiz kadim mevzunun muhatabı olan Kürtler, sadece Türkiye’de yaşamıyorlar ve Kürtlere yönelik emperyalist plan ve güdülemeler de sadece Türkiye ile sınırlı değil. Üstelik iç dinamikler üzerinden yaşanan gelişmelerin komşu ülkelerle etkileşim potansiyeli de oldukça yüksek. Bu nedenle Kürtlerin yaşadığı çevre ülkeler de çalışmalarımız kapsamında. Münhasıran Suriye’ye öncelik verilmesinin nedeni ise, ülkede kısa süre önce sonlanan iç savaşın, Suriye’deki Kürtlere yönelik yansımalarıdır. Çünkü Suriye’nin Osmanlı’dan kopuşundan iç savaş öncesine kadar geçen zaman diliminde; toplumsal, coğrafi, siyasal ve yönetimsel bir çok nedenle siyasi iradeden yoksun ve neredeyse izole bir toplum halinde yaşayan Kürtlerin, iç savaş sonrasında etkin bir rolle ortaya çıkışını sağlayan ‘çarpan etki’nin ne olduğunu anlamak ve ortaya koymak istedim.
M. Ekici : Suriye Kürtlerinin ortaya çıkardıkları siyasi örgütler dikkate alındığında, ortaya Suriye’deki Kürt varlığının tarihsel ve demografik yapısıyla orantısız bir cesamet çıkmaktadır. Kitabınızda Osmanlı idari sisteminin Kürt aşiret örgütlenmesinin devamlılığına gösterdiği itina, emperyalist faaliyetler, Fransız manda yönetiminin uygulamaları gibi ‘dış ve bölge ülkelerinde yaşayan Kürtlerin göç ve siyasi faaliyetleri gibi ‘iç’ saiklere dikkat çekiyorsunuz. İlginç şekilde siyasi yelpazenin bütün kanatlarında varlık gösteren onlarca partiyle Suriye Kürtlerinin siyasi örgüt ve faaliyetlerindeki bu çeşitliliğin kaynağı nedir? Yakın tarihe kadar devam eden bu çok sesliliğin PYD idaresinde tek sesliliğe evrilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
İ. Aydın : Esas itibariyle Suriye’de Kürt siyasi hareketlerinin ortaya çıkması yeni bir olgu değildir. İç savaş öncesinde de uzunca bir zaman devam eden, kendi iç dinamikleri olan ve bölgesel gelişmelerden de etkilenen bir Kürt hareketinden bahsetmek mümkündür. Ancak bunların iyi örgütlenmiş güçlü yapılar olduğunu söylemek de zordur. Daha ziyade ne istediğini bilmeyen, dağınık ve zayıf bir görünüm arz etmişlerdir.
Buna rağmen Kürt siyasetindeki hareketliliği ve çeşitliliği sağlayan bazı gelişmelerden bahsedebiliriz. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı sonrasında sınırların yeniden çizilmesiyle Fransız mandası altında kalan Suriye’de belirli sayıda Kürt nüfus kalmıştır. Ayrıca 1920’li yıllarda Türkiye’de yaşanan ayaklanmaların bastırılması ve 1927 yılında Suriye’nin kontrolündeki Beyrut’ta Hoybun Cemiyeti’nin kurulması sonrasında da Suriye’ye bir Kürt göçü yaşanmış, ülkede “çeşitlilik yaratma politikası” çerçevesinde bu kişileri Suriye uyruğuna kabul eden Fransızlar, Kürtlere -diğer azınlıklarla birlikte- ordu ve polis içerisinde nüfusun üzerinde bir pay vermiştir. Bu durum, Fransızlar ülkeden ayrıldıktan sonra da kısa bir dönem sorun olmadan devam etmiş, ancak 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Baasçıların güç kazanması ve Arap milliyetçiliğinin yükselmesiyle birlikte, Kürtlere yönelik Kürtçe öğretim ve Kürtçe yayın gibi konularda çeşitli yasaklamalar getirilmiştir. 1958 yılında Suriye’nin Mısır ile bir araya gelerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin oluşturulması sonrasında ise Arap milliyetçiliğinin büyük bir tırmanışa geçmesiyle, ordudaki üst düzey subaylar dahil yüzlerce Kürt ordudan uzaklaştırılmıştır. Anılan hususlar Kürtlerin siyasallaşmalarında etkili olmuştur. Peşinden Irak KDP’sinin de etkisiyle kurulan Suriye Kürt Demokrat Partisi’nin Genel Sekreteri ve birçok parti yetkilisinin 1960 yılında tutuklanması, Suriye hükümetleri tarafından giderek Kürtlerin ülkenin bütünlüğü ve Arap kimliği açısından tehdit olarak görülmesi, -tarımsal üretim yönünden zengin kuzeydoğu bölgesinin Araplaştırılması maksadıyla- yerel Kürt toprak ağalarının mülklerinin toprak reformu kapsamında dağıtılması gibi sınırlamalar ile 1962 yılında Haseke’de yapılan sayım sonucu, 1935’ten itibaren Suriye’de yaşandığının ispat zorunluluğunun getirilmesi ve buna bağlı yaklaşık 120.000 Kürt’ün vatandaşlığının kaldırılması gibi nedenler de Kürtlerin siyasi hareketliliği artırmıştır. Bunların yanı sıra 1970’li yılların sonundan itibaren Türkiye’deki Kürt siyasal hareketlerinin de Suriye’deki Kürtler üzerinde etkisinden bahsedilebilir. Özellikle Suriye rejiminin PKK’ya verdiği destek, PKK’nın Suriye’deki Kürtler arasında ilgi görmesine fırsat yaratmıştır.
Tüm bunlar Suriye’deki Kürtlerin siyasal yapılarını domine etmiş ve sonuçta ideolojik ya da siyasi olarak pek de farklı olmasalar da çok sayıda partinin doğmasına neden olmuştur.
Yakın tarihe kadar devam eden bu çok sesliliğin PYD idaresinde tek sesliliğe evrilmesine gelince; buna etki eden birkaç faktörden bahsedebiliriz; birincisi ve en önemli olanı, PYD’nin, 1979 yılından itibaren rejimin verdiği destek üzerinden, kendisini bölgenin hakim tek Kürt siyasi hareketi olarak konumlandırabilen PKK’nın yarattığı etki ve ilişkiler ağının üzerine kurulmuş olmasıdır. İkinci olarak Suriye’deki diğer Kürt partilerinin zayıflığı ve birbirinden kopukluğu nedeniyle Kürtler için bir cazibe merkezi yaratabilmekten uzak oluşlarının PKK/PYD’ye fırsat alanları açmış olmasını sayabiliriz. Üçüncü bir neden olarak, Suriye rejiminin özellikle iç savaş sürecinin başlangıcındaki PYD’ye desteğinden, son olarak da iç savaşa sonradan müdahil olan ABD’nin PYD’’ye verdiği doğrudan desteği sayabiliriz.
Bilindiği gibi Hafız Esad, Türkiye ile olan -Hatay ve su meselesi gibi- yapısal sorunlar dolayısıyla, Türkiye’de neredeyse elimine edilmek noktasına gelen PKK terör örgütüne 1979 yılından itibaren Suriye’de ciddi bir faaliyet alanı açarak örgütün ayakta kalmasını sağlamıştır. Suriye yönetimince bu ve farklı gerekçelerle PKK’nın Kürtler arasında örgütlenmesine müsaade edilmesiyle, örgütün bölgede yeni örgütlenme modelleri geliştirmesine imkan sağlanmış ve örgüte katılımlara vesile olmuştur. Her ne kadar 2000’li yılların başından itibaren Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileşmesine bağlı olarak PKK, Suriye rejiminden gördüğü bu desteği kaybetmiş olsa da, Suriye’deki Kürtler arasında kendisine bağlı PYD adlı paravan bir örgüt kurarak Suriye’de faaliyetlerini uzun süre devam ettirebilmiştir. Bu kapsamda PYD, yıllarca ne istedikleri konusunda bir birlik yaratamayıp, somut ve açık bir siyasi söylem geliştirmek yerine kendi içlerinde mücadeleye düşen diğer Kürt partilerinden daha etkin ve daha geniş bir alana yayılan bir tabana sahip olabilmiştir.
İç savaş sürecinde de Kürt gruplar içerisinde rejimin desteğini görme ayrıcalığını elde eden tek örgüt yine PYD olmuştur. PYD, iç savaşın başından itibaren rejimden gördüğü destekle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde konseyler kurarak, dil okulları ve kültür merkezleri açarak, parti ofislerini yaygınlaştırarak propaganda için kendisine ciddi bir alan yaratmış ve taraftar oluşturabilmiştir. Ayrıca diğer Kürt grupların hiçbirinde bulunmayan silahlı bir yapıya sahip oluşu da, PYD’ye daha geniş bir etkinlik ve hakimiyet alanı açmıştır. Üstelik diğer Kürt partileri, yeni bir örgüt ve birlik yaratma konusunda ciddi sıkıntılar yaşarken, PYD, bir taraftan bu Kürt partilerden bazıları ile çatışma içerisine girmiş, diğer taraftan da Kürtler arasında Esad Yönetimi’ne olan tepkiyi kontrol altına alabilmek için “Kürtlerin hakkını savunan” bir görüntüye bürünmüş ve devletin otorite boşluğundan kaynaklanan görevleri yerine getirmek suretiyle de sempati toplayabilmiştir. Özellikle 2014 yılında iç savaşa doğrudan müdahil olan ABD’nin DEAŞ ile mücadele üzerinden PYD/YPG’ye desteği ise, PYD/YPG’yi Kürt gruplar içerisinde rakipsiz bir konuma taşımıştır.
Netice itibariyle son dönemlere kadar devam eden Suriye’deki Kürt siyasal gruplarının çok sesliliği, yerelden ve küresel güç merkezlerinden desteklenen PYD idaresinde tek sesliliğe evrilmiştir.
![](https://kritikbakis.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG_3926-300x200.jpg)
M. Ekici : Kitabınızda Osmanlı İdari sisteminin Kürtlere yönelik uygulamasını ‘birleştirerek yönetmek’ olduğunu ifade ediyorsunuz, bu kavramı detaylandırır mısınız?
İbrahim Aydın : “Birleştirerek yönetmek” kavramını sanıyorum en iyi şekilde karşıtını oluşturan “Böl ve Yönet” politikası üzerinden açıklayabiliriz. Böl ve Yönet kavramı; bir devlete, bir bölgeye ya da bir halka hükmetmek maksadıyla onları parçalayarak zayıf durumda bırakmayı hedefleyen bir politikadır. Bu politika kapsamında, toplum içinde şayet varsa etnik, kültürel, dini farklılıkların birbirine karşı kışkırtılması, böyle bir farklılık yoksa toplumun içine nifak sokulması, peşinden bölünen tarafların içine sızmak suretiyle onları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirip yönetmek esas alınır (Burada bilindik ‘Kontrollü Gerilim’ stratejisine gönderme yapabiliriz.). Ayrıca bu teknik, egemenliğe ve kurallarına kollektif olarak karşı çıkabilecek olan farklı çıkar gruplarını kontrol etmeyi de içerebilir.
Roma döneminden beri küçük devletleri yok etme politikası olarak da bilinen Böl ve Yönet politikası, emperyalizmin bütünü kolay lokma haline getirip yutma projesi/eylemi olarak zikredilebilir. 19. Yüzyılda sömürge imparatorluklarının kuruluşunda, daha kolay bir idare için Asya ve Afrika topluluklarını birbirine düşman etme çalışmalarında bu strateji uygulanmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu’da anlaşma sınırlarının çeşitli ülke sınırlarının etnisite, kabile, din ve dil gözetmeksizin çizilmesi ya da çok sayıda azınlık grubu içinde barındıran ve parçalanmaya çok müsait ülkelerin ortaya çıkartılması da aynı stratejinin bir sonucudur denilebilir. Günümüzde Ortadoğu’da sınırların değişimine ilişkin yürütülen emperyalist stratejiler de adına -Neokolonyalizm veya Yeni Sömürgecilik- ne denirse densin bir “Böl ve Yönet” modelidir. Zira bu modelde de, gelişmekte olan bir ülkeyi etkileme maksatlı, klasik sömürgecilik yöntemi ile doğrudan askeri veya dolaylı siyasi yöntemler yerine kapitalizmin, küreselleşmenin ve kültür emperyalizminin kullanılma pratiği söz konusudur.
Teoman Durali hoca, “Böl ve Yönet” yöntemi konusunda, İngiliz-Yahudi eğitim ve öğretim düzeni üzerinden Osmanlının toplumsal ve milli dayanışmasının kırılıp birlik ve bütünlüğünün bozulduğunu, aynı yöntemle yabancı irili ufaklı çeşitli kültür ve medeniyetlerin de yıpratılıp çökertildiğinden bahseder ve Hint örneğini verir; “Hint’te, bir taraftan üst kastlara ayrıcalıklar tanınırken, diğer taraftan alttakilere Hıristiyan Tanrı anlayışı uyarınca, İsa suretinde yaratılmış insanlar arasında ayrım yapılamayacağı fikri aşılanmıştır. Maksat Hint toplumunun bölünmesidir.”
Buradan hareketle “Birleştirerek Yönetmek”, muhatap toplumun bölünmesinin yaratacağı zayıflıktan o toplumu korumak için varsa toplumsal farklılıkları istismar eden karşılıklı nifakın ortadan kaldırılmasını ve toplumun birlik içerisinde kalmasını hedef alan bir yaklaşımdır diyebiliriz. Bu yaklaşım, güvenlik ve istikrarın bir gereği olabileceği gibi bazen pragmatist gerekçelere de dayanabilir; nitekim kitabımızdaki “Birleştir ve Yönet” kavramı biraz pragmatizm içerir. Çünkü -kaynak olarak istifade ettiğimiz Hakan Özoğlu’nun “Osmanlı’da Kürt Milliyetçiliği” adlı eserinde- Osmanlı’nın bu politikaya yönelmesinin asıl nedeninin, kendi kökenlerini Araplara dayandırarak meşruiyet kazanmaya çalışan Kürt soylularına duyduğu ihtiyaçtan kaynaklandığı zikredilir. Buna örnek olarak da, Şerefname’de Cezire’nin yönetici ailesinin Halid Bin Velid’in soyundan geldiklerini iddia etmesi; Çemişgezek ve Hakkari yöneticilerinin ise soykütüklerini Abbasilere dayandırması zikredilir.
M. Ekici : Baas Partisinin 1963’te istihbarat teğmenin hazırladığı 12 maddelik eylem planındaki uygulama tavsiyeleri, döneme göre oldukça radikal uygulamalar. Suriye Kürt toplumunda ciddi travmatik etkiler yaratmış olan Amude sinema yangını ve Kamışlı stadı olayları gibi istihbarat kaynaklı kışkırtmalarla Suriye Kürtlerinin terörize edildiği tahmin ediliyor. Baas rejiminin bu tür uygulama ve kışkırtmalarının Suriye Kürt örgütlerinin siyasi yapılarına etkisini anlatır mısınız?
İbrahim Aydın : Kitapta bahsedilen olaylar, kati gerçeklik boyutu ya da bu olaylarda kimin haklı kimin haksız olduğu konusuna girilmeden, genel hatlarıyla bu güne kadar anlatılageldiği veya kaynaklarda yer aldığı şekliyle zikredilmiştir. Takdir edersiniz ki, böyle bir kitapta bu olayların ayrı ayrı ele alıp incelenmesi mümkün olmadığı gibi kitabın böyle bir maksadı da yoktur. Buradaki maksadımız, iç gelişmelerin, siyasal Kürtçülük propagandalarına malzeme yapılarak, Kürtlerin politize edilmesinin motivasyonuna dönüştürülmesinin vurgulanmasıdır. Konunun kışkırtmalarla Kürtlerin terörize edilmesi boyutuna taşınması ise çok ileri bir aşamayı ifade eder. Buradaki temel incelik ise bu olayların, toplumun kimlik merkezli politize edilmesinden de öteye, ülkedeki ana kurucu kimlik ve rejim karşıtlığının temel motivasyonuna dönüştürülmesidir. Aslında bu konu sadece Suriye’ye has bir konu da olmayıp, Kürtlerin yaşadığı bütün ülkelerde benzer şekilde yürütülmektedir.
Bu mevzu aynı zamanda siyasal Kürtçülük faaliyetlerinin bütünü içerisinde, Kürtçülüğün öncüsü ve hamisi olan emperyalist güçlerin faaliyetleri dışındaki ‘iç dinamiklere’ de işaret eder. Bu çerçevede konuyu sadece emperyalist güdülemelerle sınırlandırmak yerine, içeride yaşanan gelişmelerin, siyasal çevrelerce propaganda malzemesi yapılarak, algı yönetimlerinin ana kaynağına dönüştürülmesi hususunun da birlikte değerlendirilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
![](https://kritikbakis.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG_3942-300x200.jpg)
M. Ekici : Kitabınızdan, Suriye’deki hemen bütün Kürt örgütlerinin Irak ve Türkiye’de kurulmuş olan örgüt ve partilerle bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Suriye Kürtlerinin Irak ve Türkiye’deki Kürt siyasi hareketlerine bu denli bağımlılığını nasıl yorumluyorsunuz?
İ. Aydın : Bu konuyu kronolojik olarak ele alabiliriz. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında Türkiye’deki bir kısım Kürt milliyetçisinin Suriye’ye geçişine kadar Suriye’deki Kürtler arasında siyasal Kürt ulusal bilincinden bahsetmek pek mümkün değilken, gerek Kurtuluş Savaşı sürecinde yaşanan isyanlar gerekse Cumhuriyet kurulduktan sonra yaşanan Şeyh Said İsyanının bastırılması üzerine bu aşiretlerin önde gelenleri ile -isyanlar sonrasında ortay çıkan atmosferi kendileri için güvende görmeyen- İstanbul’daki Kürt kulüplerinin bazı üyelerinin Suriye’ye geçmeleri sonrasında, bu kişilerin başlattığı kültür hareketleri neticesinde Suriye’deki Kürtler de kimlik bilincinin geliştiği ve Kürt simgelerinin sahiplenilmeye başlandığı görülmüştür. Bu kişilerin Suriye’de başlattıkları yeniden örgütlenme gayretlerinin en büyük çıktısı, İngiltere ve Fransa’nın desteğinde, Kürtlerin Ermenilerle işbirliği içerisinde kurdukları ‘Hoybun Cemiyeti’ olmuştur. Bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan cemiyet, birçok Kürt’e politik bir kimlik kazandırmış ve hareketin deneyimleri yerli bir Suriye-Kürt kültürel ve siyasal hareketinin kurulmasına yardımcı olmuştur.
1950’lerin sonundan itibaren ise Suriye’deki Kürtler üzerinde Irak KDP’sinin etkisi görülmeye başlanmıştır. 1950’lerin ortalarından itibaren Arap milliyetçileri ile Kürtler arasında başlayan – ve günümüze kadar süren- gerilimler, Irak KDP’sinin 1950’lerden itibaren Suriye Kürtlerinin siyasi mücadelesinde aktif bir rol oynamasına fırsat yaratmıştır. Nitekim Irak KDP’nin de etkisiyle 1957 yılında Suriye KDP’si kurulmuş, ancak rejimin baskıları ve sızmaları sonucunda 1965 yılında bu partiden ilk resmi ayrılık yaşanmış ve müteakiben ortaya çıkan 10’dan fazla Kürt partisi de Suriye KDP’sinden ayrılan partiler olmuştur. Suriye’de yasa dışı sayılan bu Kürt partileri 1991 yılından itibaren siyasi faaliyetlerini Irak Kürt bölgesinde yürütmeye başlamışlardır. Özellikle 2004 yılında yaşanan Kamışlı olayları sonrasında Suriye’den Irak Kürt bölgesine yaşanan kitlesel göçle gelen Kürtler, Duhok şehri yakınlarında iki ayrı kampa yerleştirilmiş ve kampların idaresi ve güvenliği Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından sağlanmıştır. Bu tarihten itibaren KDP’nin Suriye’deki gelişmeleri etkilemeye yönelik yürüttüğü politikalar iç savaş sürecine de yansımış ve bu süreçte Suriye Kürt partileri üzerinde etkinlik kurma ve onların örgütsel zafiyetlerini giderebilmek maksadıyla tek çatı altında toplama gayretleri kapsamındaki Kürt Ulusal Konseyi (KUK)’nin Ekim 2011’de kurulması da büyük ölçüde KDP’nin gayretlerinin bir eseri olmuştur. Aynı şekilde KDP, iç savaş sürecinde Suriye’den Irak kuzeyine kaçan Kürtleri de örgütleyebilmiştir.
Suriye’deki Kürtlerin kimlik merkezli siyasetlerini etkileyen Türkiye merkezli ikinci grup ise, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1979 yılında Suriye’ye geçişiyle başlayan ve 2000’li yılların başından itibaren PYD ile devam eden etkilerdir. Bu etkileri genel hatları ile yukarıda bahsettik.
Anılan bağımlılığı yaratan hususları elbette ki, sadece Irak KDP’si ve PKK/PYD’nin faaliyetlerinin bir sonucu olarak görmek doğru olmaz; Suriye’de rejimin baskıları ve sızmaları sonucunda Kürt partiler içerisinde birbirine düşme ve parçalanmalar, iç savaş sürecinde Arap muhalefeti tarafından Kürtlerin dışlanması gibi gerekçeler de, Irak ve Türkiye merkezli örgüt ve partilerin Suriye’deki Kürtler nezdinde birer cazibe merkezi oluşturmasına ve Kürtlerin bu yapılara yakınlaşmalarında etkili olmuştur. Bağımlılık konusunda, belki şu son sürece kadar bir bağımlılıktan söz etmek mümkün iken, bundan sonraki süreçlerde Suriye’deki Kürtlerin olabildiğince bağımsız hareket edebilme kapasitelerine ulaştıklarını söyleyebilmek de mümkündür. Bu aslında kendilerini daha Suriyeli hissetmelerine ve Suriye’nin bütünlüğü içerisinde bir çözüme odaklanmalarına da fırsat yaratabilecektir.
M. Ekici : Suriye’de nispeten küçük ve tarihsel olarak ‘barışçıl’ azınlık olarak Kürtlerin, diğer ülkelerdeki Kürt örgütleri gibi maksimalist iddialarda bulunan siyasal veya silahlı örgütler kurmadıklarını iddia ediyorsunuz, PYD’nin varlığını bu argüman temelinde izah edebilir misiniz?
İ. Aydın : Gerçekten de Suriye’de iç savaş öncesinde Kürtlerin iç şartlarından kaynaklanan etkiler bir tarafa; demografik denge oluşturulması maksadıyla Kürt nüfus arasına Arapların yerleştirilmesi ve benzer stratejik gerekçelerle yürütülen ekonomik ve sosyal politikalar sonucunda, Kürtlerin büyük bölümü herhangi bir ayrılıkçılık ve benzeri iddialarda bulunmak bir tarafa merkezi hükümet ile yakın ilişki içerisinde olma eğiliminde olmuşlardır. Dolayısıyla herhangi bir silahlı yapılanma da söz konusu olmamıştır.
Anılan durum ile PYD’nin varlığı paradoksal gibi dursa da, öncelikle şunun altını çizmeliyiz, PYD, Suriyeli bir örgüt değildir. Suriyeliler kurmamış ve Suriyeliler yönetmemiştir. Örgütün sorumluluğunun bir Suriyeliye verilmesi ise tamamen PKK’nın bir tercihidir. Kürtlerin ya da PYD’nin bu boyuta taşınması gerçekliği de, işte bu kitabın konusunu oluşturan ‘Çarpan Etki’dir. Yani emperyalist etkiler ve iç dinamikler.
Fakat burada Kürtlerin daha önceleri hiçbir siyasal talebi gündeme getirilmediklerini söylemek de mümkün değildir. Kürtlerin siyasallaşmasını domine eden gelişmeleri yukarıda izaha çalışmıştık. Bu taleplerin ayrılıkçılığa varmasa da kimlik merkezli bir takım siyasal talepleri öne çıkardığını elbette ki söyleyebiliriz. Bu noktada belki Kürtlerin siyasal taleplerine etki eden iki ayrı stratejik değerdeki gelişmeyi vurgulayabiliriz. Birincisi 2004 yılındaki Kamışlı olaylarıdır. İkincisi ise 19 Temmuz 2012 tarihinde Ayn el Arab şehrinde Kürt partilerin -asıl olarak PYD’nin- yönetimi ele geçirmesi ve birkaç gün gibi kısa bir içerisinde de diğer bazı şehir ve kasabaların ele geçirilmesidir.
Kamışlı olaylarının en önemli sonuçlarından birisi, Kürt gençlerin bir kısmının yer altı gençlik yapılanmaları oluşturarak ilk defa silahlı mücadele için hazırlık yapmaya başlamalarıdır. Bu kapsamda Mart 2005 ayı içerisinde kurulan iki örgütten bahsedebiliriz; ‘Kürt Gençlik Hareketi’ ve ‘Kürdistan Özgürlük Hareketi’. Özellikle Kürdistan Özgürlük Hareketi, Mart 2008’de silahlı eylemlere başlamış olup, Suriye Polisi Gizli Servisi’nin bir çok çalışanını öldürdüğü iddia edilmiştir. Suriye’nin tarihinde ilk defa rejime karşı askeri mücadele yürüten Kürdistan Özgürlük Hareketi dışında Kürt partileri hiçbir zaman silahlı mücadele yürütmemiştir. Aslında YPG’nin oluşumu da, 2004 yılında hükümete karşı yapılan bu gösteriler sonrasında gerçekleşmiş, ancak YPG’nin kuruluş açıklaması, iç savaş sürecinde rejim güçlerinin Kürtlerin de yaşadığı bölgeleri boşaltması ve devlet dairelerine YPG unsurlarının gelip yerleşmeleri sonrasında yapılmıştır. İkinci hamlenin en önemli sonucu ise Kürtlerin uzun vadede oluşturmayı hedefledikleri Suriye Kürt bölgesinin temellerinin atılması anlamına gelmesidir. PYD’nin varlığını ve yarattığı etkiyi bu çerçevede ele alabiliriz.
M. Ekici : Suriye’de Baas rejimine karşı gelişen ayaklanmalara Suriye Kürtlerinin yaklaşımı ve katılımı nasıl olmuştur, süreç içindeki gelişimiyle anlatır mısınız?
İ. Aydın: Kürtler, Mart 2011’de başlayan protesto eylemlerine ilk etapta ihtiyatlı bir yaklaşım içerisinde olmuşlardır. Bunun nedeni muhalefetin kimliğinin net olmaması ve Kürtlere yönelik nasıl bir stratejilerinin olduğunun bilinmemesidir. Özellikle Arap muhalefetinin Suriye’de adem-i merkeziyetçi bir siyasi sistem için Kürt taleplerini yeterince dikkate almamasının, Kürt partilerini ana muhalefet gruplarından yabancılaştırdığı iddia edilmiştir. Buna rağmen Mart ve Nisan aylarında Kamışlı, Amude, Dirbesiye, Derik ve Serekaniye bölgelerinde ülkenin diğer bölgelerindeki gösterilerle dayanışma havasında bir takım gösteriler gerçekleştirilmiştir. Fakat gösteriler genel olarak şiddet olaylarına sahne olmadığı için çok dikkat çekmemiştir. Kürtlerin başlarda protestolardan uzak durdukları izlenimini yanıltıcı bulanlar da olmuştur. Bu görüşe göre; gerçekte Kürt siyasi aktörlerinin, Suriye’nin Arap bölgelerindeki protestolara farklı tepkiler verdiklerini, ancak Esad’ın Nisan başında vatansız Kürtlerin Suriye vatandaşlıklarını geri ilan etmesiyle durumu sakinleştirmeye çalışması ve bu doğrultuda 7 Nisan 2011 tarihli bir kararname ile bütün ecnaibe -yani yabancı kabul edilenlere- Suriye vatandaşlığının verilmesi, Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki protestoları başlangıçta zayıflatmıştır.
Asıl dikkat çeken konu ise, Kürt bölgelerindeki gösterilere rejim güçlerinin gösterdiği toleranstır. Suriye’de ayaklanmanın önünü açan bu gösterilere Kürtler de bir şekilde katılmış olmalarına rağmen, Kürtlere yönelik büyük bir tolerans söz konusu olmuş ve Kürt yerleşim merkezleri diğer muhaliflerin bulunduğu kentlere göre rejimin yıkıcı saldırılarından hiç etkilenmemiştir. Bu durum bölgenin görece daha güvenli bir hale gelmesini sağladığı gibi Kürt grupların güçlerini artırmalarına da fırsat yaratmıştır.
Aslında Kürtler, Suriye’deki genel muhalefet gibi olayların başlangıcında kendilerini yönlendirebilecek kapasitede bir siyasi hareket ve liderden yoksundular. Ancak Suriye dışında olsalar da, örgütlü yapıları ve geçmişten kaynaklı Suriye Kürtlerini etkileme kapasiteleri dolayısıyla PKK ve KDP, Suriye’de oluşturdukları yapılar üzerinden çok kısa sürede kitleleri kontrol altına alabilmişlerdir. Kürtlerin, Sünni Araplara güvensizliği ve en azından başlangıçta silahlı mücadeleye mesafeli oluşları, PYD ve KDP’nin işine yaramıştır. Böylelikle her iki yapı da adeta boşta kalan Kürtleri kendileri yönlendirme fırsatı bulabilmişlerdir.
Suriye’de ortaya çıkan bu yeni koşullar, özellikle rejimin Kürtlerin yaşadığı coğrafyadan çekilmek suretiyle bölgede bıraktığı iktidar boşluğu, Kürt siyasetine köklü değişimler yaratarak meşru zemine çıkma ve Kürtlerin haklarını garanti almaya dönük daha özgüvenli adımlar atılmasına vesile olmuştur. Aslında koşullar, sadece Kürtlerin haklarının elde edilmesi değil bunun yanı sıra ülke siyasetinde de etkili olma gibi benzeri görülmemiş bir fırsat yaratmıştır. Ancak bu yönde atılan tüm adımlar, Kürt olmayan muhalifler tarafından bölücülük olarak algılanmıştır. Bu olumsuz algıyı yaratan husus, PKK/PYD’nin bölücü ajandasının bilinmesi olmuştur. Buna rağmen Arap muhalefetinin Kürt taleplerine tepkisi, Kürtleri ana muhalefet gruplarına aktif katılımdan erkenden uzaklaştırarak, Kürt çıkarlarını temsil eden onları korumaya yönelik bir Kürt bloğu oluşturmaya yöneltmiştir.
Bu şekilde çeşitli koalisyon ve oluşumların kurulduğu iç savaş sürecinde Suriye Kürtlerinin mücadelesi üzerinde belirleyici rolleri bulunan PYD ve KDP, Kürt örgütlenmeleri arasında oluşturulan ittifakların da ana omurgasını teşkil etmişlerdir. Neticede Kürtler, iç savaşın beşinci yılına iki temel blok halinde girmiş, bir tarafta KDP’nin öncülüğünde oluşan Kürt Ulusal Konseyi (KUK) diğer tarafta da PYD’nin ana bileşeni olduğu Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) yer almıştır. 2016 yılı başı itibariyle, beş farklı Suriye Kürt partisinin bir araya gelmesiyle Kürt Ulusal Birliği Koalisyonu (Bağımsızlar) adında farklı üçüncü bir blok da oluşmuştur.
Anılan gruplar içerisinde hem silahlı bir örgütlenmeye sahip olması hem de başlangıçta rejimin, bilahare DEAŞ ile mücadele bahanesi üzerinden ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin desteğini alan PYD ön plana çıkmıştır. Nihayet PYD, kendi güdümündeki TEV-DEM öncülüğünde Mart 2016’da “Rojava ve Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu” adı altında siyasi bir oluşum ilan ederek, müstakil bir bölgede müstakil bir muhalefet yürütmeye başlamıştır.
M. Ekici : PYD’nin Suriye’de kurduğu ‘kanton’ sistemini anlatır mısınız? Bu sistemin kısa ve orta vadede Suriye Kürt toplumu yapısı üzerinde ne gibi etkileri olacaktır.
İ. Aydın: Bilindiği gibi kanton dendiğinde akla öncelikle İsviçre gelmektedir. Dolayısıyla kavram, İsviçre idari-politik sistemiyle özdeşleşmiştir. Ancak kanton ya da özerklik, İsviçre’nin yanı sıra Bolivya, Fransa, Kosta Rika ve Bosna-Hersek gibi dünyanın birçok ülkesinde uygulanan bir idari taksimat biçimidir. Bu anlamda tek bir kanton uygulamasından bahsetmek de mümkün değildir. Örneğin, İsviçre’de federalist bir yönetim sisteminin bir parçası iken, Fransa gibi oldukça merkeziyetçi bir idare sistemine eklemlenmiş idari birim şeklinde de olabilmektedir.
Uygulamadaki bu farklılıklara rağmen kanton kavramı; genel olarak adem-i merkeziyetçilik, yerel özerklik ve federalizm gibi siyasal yaklaşımlarla bağlantılı bir idari taksimat biçimini, merkezi devlet kurumsallaşması yerine yerelliği, yerel demokrasi ve özerkliği ön plana çıkartan bir anlayış olarak tanımlanmaktadır.
Kanton uygulamaları için başarılı bir model olarak kabul edilen İsviçre örneğinde; ülkede dört resmi dil (Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş) konuşulmakta olup, burada ortak etnisiteye ya da ortak dile bağlı bir İsviçre ulusundan söz etmek mümkün olmadığı için, kantonlar ve güçlü federalizmin sağladığı yerel özerklik ve kültürel çoğulculuk zemininin İsviçre’de “bütünlüğü” sağlayan temel faktör olduğu kabul edilir. Ancak Bosna-Hersek’te kanlı bir etnik savaşın ardından Hırvatlar ve Boşnaklar arasındaki etnik-dinsel çoğunluğun garantisi olsun diye öngörülen kantonal sistem, Bosna’da etnik ayrımları mutlaklaştıran, siyaseti etnik temelde tanımlayan ve etnisite dışı siyasal ve sosyal taleplere alan açmayan bir yapı halini almıştır. Dolayısıyla kantonal sistemin her derde deva olduğu, her koşulda kültürel çoğulculuk ve demokrasiye hizmet ettiği gibi bir yaklaşım da doğru değildir. Ortadoğu için önerilen kantonal model olan Lübnan örneğinde ise, devlet makamları belli dini-etnik toplulukların temsilcileri arasında belirli oranlara göre paylaştırılmaktadır. Bu sistem, güya etnik-dini gerilimleri yatıştıran ve iktidarı paylaştıran bir boyut içermektedir; halbuki, siyasal alanı bütünüyle etnik ve dinsel grupların temsilcilerine bırakan ve etnik-dini grupları kompartımanlaştıran bir vasfa da sahiptir. Demokrasinin bu biçimde etnikleştirilmesi ya da mezhepleştirilmesi; kültürel kimliklerin ötesindeki siyasal talepleri görünmez kılmakta, etnik-dini grupları katılaştırmakta, onları içlerine kapatmakta ve farklı gruplar arasındaki geçirgenliği de büyük ölçüde azaltmaktadır.
PYD tarafından, Suriye’nin kuzey-doğusunda oluşturulan kantonlara gelince; anılan kantonların yönetimi görünürde Yasama Konseyi (Meclis), Yürütme Konseyi (Hükümet) ve Adalet Komisyonu (Yargı)’ndan oluşturulsa ve bunların yanı sıra Yüksek Seçim Kurulu ve Yüksek Anayasa Mahkemesi gibi kurullar da ihdas edilse dahi, hem ortaya çıkış şartları hem de uygulama biçimleri dikkate alındığında, katılımcılık ve yerel özerklik anlamında dünyadaki mevcut uygulamalarla mukayesesinin dahi yapılamayacağı görülecektir. Örneğin, anılan kanton yönetimlerinin görevi, PKK-KCK tarafından Suriye’de kurulan sistemin toplumsal ayağını oluşturan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) tarafından alınan kararların yerine getirilmesi ve uygulanması olarak belirlenmiştir. Bu şu anlama gelmektedir; anılan kantonlar, PKK/KCK gibi Suriye dışı bir örgütlenmenin oluşturduğu sisteme hizmet etmek üzere oluşturulmuşlardır. Üstelik sistemin dayandırılmaya çalışıldığı Kürtler, bölgede %20’nin altında bir nüfusa sahiptirler. Yani sistem, bölgenin toplumsal gerçekliğinden de kopuktur. Nitekim, kantonlar bölge halkı tarafından kabul görmemiş, bunun üzerine dinsel ve etnik azınlıklara temsili kadrolar verilmek suretiyle, azınlıklar kantonların yeni yönetim yapılarına dahil edilerek denge oluşturulmaya çalışılmıştır.
Tüm bunların dışında Suriye yeni yönetimi tarafından, Suriye’de herhangi bir özerk yapıya asla müsaade edilmeyeceği ısrarla vurgulanmaktadır. Bu nedenle anılan sistemin Suriye’nin ve Kürtlerin geleceğinde bir varlığı ve etkisinin söz konusu olamayacağını öngörebiliriz.
![](https://kritikbakis.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG_3950-200x300.jpg)
M. Ekici : PYD’nin, cesametiyle orantısız obez bir yapıya kavuşması, coğrafi, demografik ve ekonomik olarak ülkenin yarısına yakın kısmında bir teritoryal yapı kurmasını ‘Kürtlerin terörle imtihanı’ argümanı ile karşılıyorsunuz. Suriye’de halk ayaklanmasının erken bir evresinde Esad rejimi tarafından ‘kayyum’ atanan, ardından DEAŞ’le mücadelede ABD ve uluslararası koalisyonun kara gücü olarak konuşlandırılan PYD merkezli siyasi yapının, Suriye Kürt toplumu ile kurduğu ilişkiyi, meşruiyet ve rıza üretme kanal ve kapasitesini ve devamlılığını anlatır mısınız?
İ. Aydın : PYD’nin Suriye’deki Kürtlerle kurduğu ilişki, PKK’nın mirasçısı olarak, onun kurduğu ilişki ağlarını devralmasıyla doğrudan alakalıdır. Dolayısıyla o ilişkiyi iyi anlamamız gerekiyor.
PKK’nın Suriye’deki Kürtlerle temel ilişkisinin başlangıcı ve gelişimi, Suriye yönetiminin Kürtler arasında örgütlenmesine izin verdiği 1980 ve 1990’lı yıllara dayanır. Örgüt, bu imtiyaz üzerinden 1990’lı yıllarda Kürt toplumunu etkileyebilmiş ve kitleyi; kadın, gençlik ve çocuk olarak kendi içinde bölümleyerek Cephe Örgütlenmesini tamamlamış, anılan gençlik örgütlenmelerinden silahlı gruplara yoğun katılım gerçekleştirebilmiştir. Kürtlere yönelik faaliyetlerin en büyük potansiyelini de bu şekilde PKK içerisinde yer alıp da çatışmalarda ölen veya silahlı olarak faaliyet gösteren militanların aileleri oluşturmuştur. Ayrıca 1980’ler ve 1990’lı yıllar itibariyle Suriye Kürt partilerinin, Kürtlerle ilgili cazibe yaratabilecek açık seçik bir projeye sahip olmamalarının yarattığı boşluğun PKK tarafından doldurulması da, PKK’nın iyi örgütlenmesine, örgüte militan kazanma ve mali kaynak sağlama noktasında çok etkili bir ağ kurabilmesine imkan sağlamış, bu durum 1998 yılında Öcalan ve örgüt militanları Suriye’den çıkartılana dek sürmüş ve bu ilişki ağı 2000’li yıllarla birlikte PYD’ye devredilmiştir.
İç savaş sürecine kadar geçen sürede PYD’nin benzer yoğunlukta bir faaliyet ve etkisi söz konusu olmasa da, iç savaşla birlikte sizin bahsettiğiniz “kayyumluk” mevzuu üzerinden geçmişle mukayese edilemeyecek bir fırsata sahip olunmuştur. Üstelik Suriye iç savaşı, Kürtleri duygusal ve siyasal açıdan birbirine yakınlaştırmıştır. Buna karşın PKK/PYD, -rejim ve ABD’nin başını çektiği Koalisyon güçlerinden aldığı destekle- bölgede her şeye hakim olma ve sadece kendi yapılarını inşa etme yaklaşımına girip, diğer tüm Kürt çevreleri yok sayıp, hatta onları düşman ilan edince, Kürtler ve Kürt siyasal partileri arasında işbirliği imkansız hale gelmiştir. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerden ciddi sayılarda Kürt göçü yaşanmış ve kalanları da birbirine düşman kesilmiştir. Toplumun neredeyse tamamı silahlandırılmış ve binlerce Kürt genci çatışmalarda hayatlarını kaybetmiştir. Eğitim-kültür ve benzeri faaliyetler yok seviyesine indirilmiş, sadece birlik- beraberlik ve ortak irade değil, geleceğe ilişkin umutlar da neredeyse yok edilmiştir.
Ayrıca PYD tarafından, muhalif Kürtlere ait arazilerin yakılarak zorunlu göçe sevk edilmesi, muhalif Kürtlere yönelik öldürme dahil uygulanan baskılar, tutuklanan aktivistlerin işkenceye maruz kalması, kaçırma, alıkoyma ve infazlar, Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet ve çocuk savaşçılar, rejim milisleri ve istihbaratıyla yapılan işbirliği gibi pek çok insan hakları ihlali çeşitli uluslararası kuruluşların hazırladığı dokümanlarda yer almıştır.
Tüm bunlar dikkate alınarak PYD merkezli siyasi yapının, Suriye Kürt toplumunun tamamı ile meşruiyet ve rıza üretmeye dayalı kapsamlı bir ilişki kurabildiğini söyleyebilmek pek mümkün değildir. PYD’nin kontrol ettiği bölgelerinden yüzbinlerce Kürt’ün Irak ve Türkiye’ye sığınmış oluşu sanırım bu durumu izaha yeter mahiyettedir. Ancak başta ABD desteğinin yarattığı güç ve yıllar içerisinde tahkim edilen iç dinamiklerin etkisiyle PYD’nin, Suriye’deki Kürtler arasında halen etkili bir aktör olduğunu da ifade etmek gerekir. Fakat özellikle PKK vesayeti ve meşruiyet sorunu gibi nedenlerle bu etki son derece kırılgandır. PYD’nin bir şekilde güç kaybının, bütün dengeleri değiştireceğini öngörebiliriz.
.
M.Ekici : Türkiye açısından Suriye’deki Kürt varlığını siyasi ve askeri bir tehdit olarak değerlendiriyor musunuz? Son günlerde Türkiye siyasetinde yapılan ‘süreç’ tartışmalarını Suriye Kürtlerini merkeze alarak değerlendirebilir misiniz?
İ. Aydın : Fıtrat ve inancım, sırf kimliğinden ötürü herhangi bir kişi ya da gruba düşmanlık beslemeye müsaade etmez. Çünkü kimse münhasıran kimliğinden dolayı canavar olmadığı gibi, hiçbir farklı kimlik bizim celladımız da değildir. Bunun aksini kabul edip bu paranoyayla davranmak da, insanı ancak zalim yapar. Akıl ve vicdan, yan yana durabilme ve birlikte var olmanın yollarını aramayı gerektirir. Üstelik bu inanılmaz maliyetsiz ve kesin çözüm odağıdır. Bu genel yaklaşım bir tarafa şahsen; Türkiye’nin Suriye’deki Kürtlerle doğrudan ve dolaylı ilişkiler geliştirmesi ve diyaloğu artırması gerektiğine de inanıyor, bu doğrultuda Kürtlerin yeni Suriye’deki sisteme doğru bir şekilde entegre olmalarına destek olunması gerektiğini de düşünüyorum.
Ülkemizdeki ‘süreç’ tartışmalarının Suriye’deki Kürtlerle ilgisini ise şöyle değerlendirebiliriz; Kürtlerin, -PKK/PYD’nin motivasyonunda- Suriye’nin, emperyalizmin bölgedeki müttefik ve menfaatlerine tehdit oluşturmaktan uzaklaştırılması maksadıyla araçsallaştırılmasının, ne Suriye’deki Kürtlere ne de Suriye toplumuna bir hayır getirmeyeceği çok açıktır. Elbette ki Suriye’deki Kürtler, PYD üzerinden emperyalizmin bölgesel planlarının aracı durumuna getirilir ise, bunun sonuçlarının Türkiye’ye olumsuz yansımalarının olması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla Türkiye, Suriye’deki muhtemel gelişmelerin iç cephemizi etkilemesini beklemek yerine, Suriye’yi de etkileyecek gelişmeleri içeride gerçekleştirmek istemiştir. Süreç başarı ile sonuçlanır ve PKK silahları teslim ederek kendisini feshederse, PYD de, PKK etkisinden kurtulacak, dolayısıyla kendisini, Suriye’yi bir bütün olarak gören bir Suriye partisi olarak konumlandırması daha kolay olacaktır.
Bu arada Türkiye’nin yeni sürece yaklaşımını, sadece Suriye’ye dönük bir hamle olarak da görmüyorum; burada kronikleşmiş bir sorunu sonlandırmak maksadıyla iç şartlar ve uluslararası atmosferin uygun olduğundan hareketle alınmış bir inisiyatifin söz konusu olduğu kanaatindeyim.
M. Ekici : İran-Rusya ekseninde oluşan jeopolitik denge, tarafların Ukrayna ve İsrail savaşlarında yaşadıkları kapasite kayıpları ve odak kaymaları sonucu ani bir şekilde değişti. Bu denge üzerinde varlık kazanan başta Esad rejimi ve Hizbullah olmak üzere hemen bütün yapılar sahneden çekilirken YPG’nin sahnede kalma ihtimalini değerlendirir misiniz?
İ. Aydın : YPG’nin mevcut haliyle sahnede kalamayacağı açıktır. Bölgede ABD’nin petrol bekçiliğine razı olmuş bir örgütün varlığı ne kadar uzun süreli olabilir? Dolayısıyla YPG’nin gelecekte var olup olmaması, PKK’nın etki ve güdümünden sıyrılarak, Suriye’nin bütünlüğü içerisinde kendisine makul bir yer arayıp aramayacağı ile ilgili olacaktır diye düşünmekteyim.
M. Ekici : Suriye’de nasıl bir süreç öngörüyorsunuz? Büyük bir bölgesel güç olarak Türkiye için yeni Suriye’nin yaratacağı risk ve fırsatları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu denklem içinde Suriye Kürtlerini nasıl konumlandırıyorsunuz?
İbrahim Aydın : Suriye’deki yeni sürecin inşasına yönelik bütün beklentiler, münhasıran Suriyeliler tarafından yürütülecek; şiddetten uzak, barışçıl ve kucaklayıcı bir anlayışla, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve birlik beraberliğini esas alan bir yaklaşım sergilenmesi noktasında hemfikirdir. Bu anlamda Suriye’nin yeniden inşa sürecinin nasıl şekilleneceği ve Suriye halkının ne kadar hayrına olacağını, değişimin aktörlerinin ne kadar Suriyeli olacağı ile ilgili olacaktır diyebiliriz.
Bu noktada savaşın hangi yapılar ve müdahil güçler üzerinden yürüdüğü ve bu sonucun ortaya çıkışında kimlerin etkili olduğuna da bakmak gerekiyor ki, bu bir sır değil. En azından İran ve Rusya’nın nihai belirleyici olmadığı anlaşıldı. ABD’nin PKK/YPG politikası da çöktü, zira PKK/YPG beka derdinde. Türkiye’nin ise, Suriye iç savaşında, kendi milli menfaatlerini de olumsuz etkileyen gelişmelere askeri harekata varan itirazları ve muhalefetle geliştirdiği ilişkiler bugün gelinen sonuçta belirleyici olmuştur. Ancak bu durum, Türkiye’nin, Suriye’nin yeniden inşasında aynı oranda etkili olacağının teminatı değildir. Bir asrı aşan bir zaman önce emperyalizmin bizi o bölgeden bin-bir zorlukla çıkardığını hatırlayacak olursak, şimdi yeniden bölgeye dönmemize rıza göstermeyeceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak iç savaş sürecindeki hamlelerimizin de, onların rızası hilafına gerçekleştirildiği gerçeğini burada kaydetmek istiyorum.
Baas rejiminin 61 yıllık baskıcı düzeni ve 13 yıllık iç savaş, Suriye halkını çok yormuş ve yıpratmıştır. İnsanlar, barış ve huzur istemektedir. Suriye’nin yeni yönetimi, ılımlı bir kadro ile bütünlük içerisinde bir Suriye’nin inşasına çalışmaktadır. İç grupların hemen tamamı olumlu bir tutum içerisindeler. Türkiye ve Arap ülkeleri başta olmak üzere komşu ülkeler de benzer yaklaşımla yeni yönetime destek olmak gayretindeler. Bütün bunlar önemli bir zemine işaret eder. Bu anlamda Suriye’nin geleceğine umutla bakmak mümkündür. Batı ülkelerinin de, “Suriye yeniden terör üssü olarak kullanılmasın ve komşularına tehdit oluşturmasın” yaklaşımında samimi olmalarını arzu ediyoruz. Ancak dikkat, sabır ve zamana ihtiyaç olduğu tartışılmaz.
Fırat’ın batısında özgür ve huzurlu bir Suriye için adım atılmıştır. Suriye’nin önündeki son engel, Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG terörüdür. Çünkü hemen bütün gruplar yeni yönetime destek olmak gayretinde iken, PYD/YPG ülkeden parça koparmak, hatta kontrol ettiği toprakları genişletmek gayretindedir. PYD/YPG gibi, Kürtler içerisinde bile karşılığı sınırlı olan ve Araplarla çatışmacı bir geçmişe sahip yapının Yeni Suriye’de yer alma ısrarı, hem çözümü zorlaştıracak hem de yeni çatışmalara yol açacaktır. Dolayısıyla Kürtlerin, yeni Suriye’nin inşasında yer almaları ve kabul görmeleri, PKK/PYD’nin motivasyonundan kurtulmalarına bağlıdır denilebilir.
M. Ekici: Çok teşekkür ediyoruz.
İ. Aydın: Bende size tekrar teşekkür ediyor, sağlık ve esenlikler diliyorum.