Dinyakos’un Kramponları
Dünya futbolunun usta sol ayaklarından biri olan, hatta bana kalırsa en usta sol ayağı olan George Hagi’nin 38 numara krampon giydiğini duyduğumdaki şaşkınlığım, yine usta bir sol ayak olan Maradona’nın 39 numara, Prekazi’nin ise 37 numara krampon giydiğini öğrenmemle tuzla buz olmadı. Aksine şaşkınlığımı bir kat daha arttıran başka bir bilgi kırıntısına ulaşınca tuzla buz oldu. Öğrendiğim kadarıyla Hagi, toplara daha sert vurup topu istediği yöne sevk edebilmek için özellikle 37,5 numara kramponu tercih ediyordu. Bilim ya da gelişen futbol teknolojisi bu konuda ne der bilemiyorum ama Hagi’nin şutlardaki yüzdelerine bakınca, bir mengenede sıkışır gibi tecziye ettiği ayaklarının en azından Hagi’yi bu tercih konusunda haklı çıkardığını söyleyebiliriz.
George Hagi, endüstriyel futbol öncesinin son büyük yıldızıdır desek sanırım doğru bir teşhiste bulunmuş oluruz. Ben endüstriyel futbolun miladını 1995 olarak başlatıyor olsam da Hagi için bu süreyi, ellerindeki tabelada “oynanmayan süre”yi gösteren yardımcı hakemler gibi 8 yıl daha uzatabilirim, 8 dakika gösterir gibi. Böylelikle Hagi için endüstriyel futbol öncesi son yıldız tanımı da kaçınılmaz olur. Bu bağlamda Hagi, 1930’lu yıllarla bir trend yakalayan, 90’larla birlikte başka bir ivme kazanıp neofutbol diye isimlendirebileceğimiz oyunun ara kuşağında bir yer edinmiştir de diyebiliriz. Onun futbolu bıraktığı günler itibariyle neofutbol bütün çarklarıyla görünür olduğu gibi endüstriyel gelişimine her gün yeni bir hamle ile katkıda bulunuyordu. Şöyle de diyebiliriz. Hagi, kramponların tam anlamıyla renklenmediği ve şekillenmediği dönemin oyuncusu olmakla, kramponuna atabileceği maksimum imza olan H harfiyle temayüz etmişti sadece. Pembe, mor, sarı, turuncu… diye sayabileceğimiz bir renk skalasında tercihi daima siyah olmakla birlikte kafamda daima beş yıl daha futbol oynasaydı bu renklerden birini tercih eder miydi gibi bir soru da dolaşıp durdu doğrusu. Bunun net bir cevabı olmasa da tanıdığımız ve bildiğimiz Hagi siyahtan şaşmazdı gibime geldi bana hep. Ya da en kötü ihtimalle, eğer rengarenk bir krampon seçse bile sağ ve sol ayak tercihinde birisinde başka renk diğerinde başka bir rengi seçmezdi. İki ayağında da aynı renk krampon. Sağ kramponum mavi, sol kramponum turuncu olursa toplara çok daha etkili vururum gibi bir düşünceye sahip olmazdı ezcümle.
Aslında yazının konusu Hagi ve sol ayağı değil “krampon” ama giriş biraz uzadı. Daha önce yazmıştım. Bir Maradona olunca bir de Hagi olunca akan sular duruyor benim için ve yazının giriş kısmı uzadıkça uzuyor. Hagi, dönemin birçok oyuncusu gibi Adidas marka kramponu tercih ediyordu. Zaten söz konusu markanın dünya futbolu içinde ezici bir ağırlığı olduğu su götürmez bir gerçek. Dost başa düşman ayağa bakar derler. Futbolculara düşman olmasak da ayaklarına baktığımız zaman yan yana üç paralel çizgi hemen dikkatimizi çekiyordu zaten. Hatta futbol oynamaya başlayan, mahallede top sektiren her çocuğun ilk hayali, Adidas marka bir krampon ve üzerinde beşgenler olan bir meşin yuvarlak sahibi olmaktı çok eskiden. İkisinin de rengi siyah beyazdır. Futbolun renklenmeden önceki saf halini temsil eder vaziyette… Eğer mahalle arasından sıyrılıp ister amatör ister profesyonel anlamda bir futbol kulübünün kapısından içeri adım atabilmişseniz bu hayale çok yaklaşmış olmakla birlikte, kapıyı açacak olan da yine sizdiniz. Kulübün size krampon bağışlamak gibi bir lüksü yok zira. Endüstriyel futbol öncesi yıllardan bahsettiğim için, şimdinin renkli futbol dünyası ile tanışan birçok genç belki de bu söylediklerime anlam veremeyecek. Bugün profesyonel futbol kulüpleri, futbolcularına bir sezon boyunca kaç krampon, kaç forma, kaç şort veriyor, bunun hesabını yapacak bir matematik görgüsüne bile sahip değiliz neticede. Çünkü ucu bucağı yok. Fakat 95 öncesi anlı şanlı takımlarda top koşturan futbolcular ilk başlarda kramponlarını kendileri alır ve onları gözü gibi korurlardı. Mesela Beşiktaş’ın seksenli yıllardaki kadrosundan Ali Gültiken, Recep Çetin, Feyyaz Uçar, Metin Tekin gibi futbolcuları düşünelim. Her birisine bir sezonda zimmetlenen krampon, forma, şort, konç… sayısı belirli ve bir sezon boyunca onlardan mesulsünüz. Hal böyle olunca, bayramlarda kendilerine alınan pabuçlarını yastığının altında saklayan çocuklar gibi, kramponlarını maçtan ya da idmandan önce yastığının altında saklayan yetişkin futbolcuların öyküleriyle doludur seksenli yıllar.
Az evvel Hagi için bir ara kuşak tanımı yapmıştım. Seksenli yılların futbolcuları için de neofutbol öncesinin son nesli diyebiliriz. Filmi onar yıllık aralarla önce 70’li yıllara sonra 60’lı yıllara sonra da 50’li yıllara sararsak, krampon özelinde Dinyakos’a ulaşabiliriz. Başlığa bakınca Dinyakos isimli muhtemel Rum bir futbolcu algısı oluşacaktır ilk başta ama Dinyakos tıpkı Adidas gibi tıpkı Nıke gibi tıpkı Puma gibi bir kramponun markası. Dinyakos İstanbul’da ikamet eden Rum bir ayakkabı ustası. Krampon da imal ediyor ve yaptığı bu kramponlara Dinyakos adını veriyor. Esas adı Todori Korfiadis. Fakat kendisine Dinyakos deniliyor. Recep Adanır, Hakkı Yeten, Gündüz Kılıç, Ali Osman Renklibay, Fatih Terim, Can Bartu, Metin Kurt gibi daha sayamayacağımız birçok futbolcu, kramponlarını Dinyakos ustaya yaptırıyor. Söylenildiği kadarıyla futbolcuların bu tercihinde ana etken, kramponların tüy kadar hafif olması. Çünkü krampon ayağınızda ne kadar az ağırlık yaparsa toplara o kadar sert ve etkili vuruyorsunuz. Hatta Dinyakos’un kramponlarını giyen futbolcular, ayaklarında hiç krampon yokmuş gibi bir hisse bile kapılıyorlar. O derece hafif… Türk futboluna yabancı marka kramponlar yavaş yavaş 70’li yıllarla birlikte giriyor. Fakat Dinyakos’un 50’li yıllarla başlayan hükümranlığı Türk futbolunda 70’lerde de sürüyor. Hatta Metin Kurt, kendilerine eşantiyon olarak verilen Adidas marka kramponların ayaklarını yara içinde bıraktığını ve tekrardan Dinyakos’un kramponlarına döndüklerini de söyleyecektir. O dönemde Türkiye’deki sahaların topraktan ziyade çamur deryasını andırmasını düşündüğümüz zaman, futbolcuların neredeyse ortak bir karar alır gibi Dinyakos’un kramponlarında buluşmasını, toprak saha için muazzam elverişli bir krampon olmasında aramalı biraz da. Netice itibariyle az sayıda da olsa ithal edilen kramponlar çim zemin düşünülerek imal edildiği için bize pek gelmeyen kramponlar. Ve bu işi çözen de bu topraklarda zanaatkârlık deyince ilk akla gelen Rum vatandaşlarımız oluyor.
O dönemin kramponlarının hikayesi makine değil el imalatı olmasında saklı değil sadece. Dinyakos’un yanında yetiştirdiği tek çırak olan İbrahim Yönel’in naklettiğine göre, kramponların çivileri de özenle seçilmiş çiviler. Hatta yurt dışından çivi getirdiklerini de söylüyor Yönel. Futbolcunun, kâğıt üzerine ayak numarasının ölçüsünü alıp kramponu imal etmekle de bitmiyor hikaye… Takımın malzemecisinin mesaisi başlıyor bu sefer. Çünkü her ne kadar kaliteli yapılmış olsa da maç esnasında kramponun çivileri ayağına batabilir futbolcunun. O anda dışarıdan bir müdahale gerekiyor. Futbolcu, yedek kulübesinde teknik adamın hemen yanında müthiş bir fiyakayla oturan malzemecinin yanına geliyor koşar adım, malzemeci örs ve çekiç yardımıyla krampondaki aksaklığı giderip futbolcuya geri veriyor. Dedim ya, şimdiki gibi bir futbolcu için iki üç krampon, iki üç forma-şort bulundurulmuyor. Tek krampon, tek form tek şort. Yırtılsa da, deforme olsa da maç onunla tamamlanacak. O zamanlar deplasmana giderken, formadan, şorttan, her şeyden önce malzeme listesine eklenen şey örs ve çekiç. Zira o çiviler muhakkak futbolcunun ayağına batıyor ve malzemecinin çekiç darbelerine ihtiyaç oluyor. Bu durum kramponun kalitesizliğinden değil saha ve zemin şartlarının kötülüğünden sadır oluyor aslında. İşte o hengamede kaliteden asla ödün vermeden titizlikle yıllarca sürdürüyor mesleğini Dinyakos usta. Sonra Yunanistan’a göçüyor ve orada vefat ediyor. Geride bıraktığı tek çırak olan İbrahim Yönel ise 80’li yıllarda Özal’ın liberal politikalarıyla ekmek kapısının kapandığı fark edince el ayak çekiyor krampondan.
Krampon; forma, şort, tozluk ve konç’tan önce akla gelen futbolun en fantastik ögelerinden biri bence. Endüstri ve kapitalizmin ele geçiremeyeceği hiçbir şey yok futbolda ve Dinyakos’un el imalatı kramponları da soğuk makine dişlileri arasında çoktan ezilip bir köşeye kaldırılmış vaziyette. Evlerinin bir köşesinde Dinyakos’un kramponlarını saklayan futbolcuların, üstelik bunu nostaljik bir takıntıyla değil emek ve ekmek bahsine sadakatten saklayan eski futbolcuların var olduğunu tahmin ediyorum. Bir tahminim daha var. Mesela Lionel Messi ya da Cristiano Ronaldo, o rengarenk kramponlarını evlerinin bir köşesinde saklama gereği duymuyorlardır. Attıkları çok özel bir gol sonrası belki kulüp müzesine bağışlayabilirler. Emek ve ekmek bahsi Dinyakos’un kramponlarına yakışıyor çünkü her anlamıyla. Messi ve Ronaldo’nun renkli kramponlarına değil.