Devlet’i Beklerken; Devlet Beklerken

Sesli Makale:

 

Ahmed Midhat ‘Namık Kemal’e cevap’ başlık yazısında Avrupa’daki güç dengeleri arasında aranan “istikbal”in bizi nasıl bir çıkmaza götüreceğini anlattıktan sonra, “Maksâdım Avrupa devletler muvâzenesini muhafaza etmek değildir; Osmanlılık şânını muhafaza etmektir…” der ve ekler “Ya Böyle Olsun, Ya Hiç Olmasın !

Bugün yaşadıklarımız ve dâhi ‘yaşayamadıklarımız’ın açıklanabilmesi, en geniş anlamıyla ‘ortak kader’i ifâde eden ‘millet’ in lehine olacak tek bir taşı yerinden oynatabilmek için geçen yüzyılı açan ve kapatan iki milât târih olan 1908 ve 1980’in ‘ne olduğu’nun anlaşılması gerekir.

Meşrûiyetini ve muâfiyetini bu zorlu coğrafyanın güvenlik ve “var olma” ihtiyacından peydahlayan “devlet aklı”,  Ahmet Mithat’ın özetlediği “Avrupa devletler muvazenesi” kurtlar sofrasında düşmemeye çalışarak kendisine hayat alanı sağladı. Atlantik’in iki yakası, kıta Avrupa’sı ve Rusya arasındaki güç mücadelelerinde ‘rövanş’lardan öteye gidemeyecek olan askerî müdahaleler de, bir anlamda aslında hiç çıkamadığımız Tanzimat döneminin paşalarının kavgalarının devamıydı.

Anadolu’nun son bin yıllık askerî-tarim müesses düzeninin kabaca iki yüz yıl önce çatırdamaya başlayıp son yüzyılın başlarında târifsiz trajedilere dönüşerek ‘kayıp kuşaklar’a naïf bir ‘kurtarıcılık’ rolü biçmesi “1908“i getirmişti. ‘Siyâset Nedir? sorusunun cevabı özellikle son yüz elli yılda  ‘Devlet Kurtarma’da, “önce devleti kurtaralım da, sonra bakarız” mecburi istikametinde aranmıştı. Üç tarz-ı siyâset de, o ilk ‘kurucu ruhu’yla 1908’in onurlu bir müştemilâtı olan “en büyük hürriyet; cumhuriyet” iradesi de yine aynı yerde yapılan mevzilenmelerdi.

Türkiye’nin “müesses nizâm”ının üzerinde yükseldiği sütunların yıkılıp bir anlamda sıfırlanarak yeni bir düzenin inşası için milat 12 eylül 1980olacaktı. 12 eylül sabahına kadar  “şartların oluşması için” bekleyen devlet, yeni kurulacak düzenin ilk kurbanları olarak da “devleti kurtarmak isteyen” 78 neslini seçmişti.

Küresel ekonomi-politiğin yeni dinamikleri, kapalı/korumacı ve özü itibariyle hantal olan tüm ulus devlet yapılanmalarını son tahlilde bir ayak bağı olarak görüyordu. 12 Eylül düzeni; devletin eteğindeki tüm taşlarını dökeceği, tüm tarz-ı siyasetlerini küresel siyasete entegre edeceği, varlık ve bekanın küreselleşmenin ağırlık merkezine göre tayin edileceği bir “açık”lığı getirmişti.

Bir yandan, kendince varlık ve beka refleksiyle “sünni-türk” damarı beslerken diğer yandan iki büyük “kumar”ı da oynayacaktı: kürtçülüğe ve fetullahçılığa yol vermek. Her ikisinin de çeşitli yönleriyle küresel aklın bir projesi olduğunu gören 12 eylül devleti, kendisinin de bu projede ana sahiplerinden olacağını düşünerek tersinden manevralarla bu iki yapıyı büyümesine çanak tuttu.

Üçüncü dünya savaşının “şartlarının oluşturulduğu” bir dönemde, “devlet” tıpkı diğer konvansiyonel devletler gibi beklemede kalmış gibi görünüyor. İnsanların zihninde “devletsizlik” öyle bir noktaya gelecek ki, savaşta sürekli yürüyen bir askerin “artık çatışma çıksa da yürümesem” dediği psikolojiye getirilerek bir “kurtarıcı/devlet” beklenecek. Bu bekleyiş, devletlerin de dayanma gücüne göre devletler tarafından “küresel bir devletsiz devlet”e de bir davetiye olabilecek.

Elbette Anadolu’da bin yıldır “öyle veya böyle” var olmak her devlet aklının harcı değildir. Bin yıl sonra, bu zamana kadar hiç görmediği ve değiştirilemez ilk maddesi “devletsiz devlet” olan bir “küresel devlet”le de hepimiz yüzleşeceğiz.

Devlet sabırlıdır, bekler; Anadolu’nun bozkırında da, İstanbul’un Gayrettepe’sinde de; Tuna ve Meriç’in, Fırat ve Dicle’nin, Ceyhun ve Seyhun’un beslediği ve beslendiği ortak hafızamızda da “derin” bir bekleyiş var..