Coğrafya ‘Gen’dir (3)

Post-genomik çağın erken dönemlerinde Nature dergisinde çıkan ilginç bir araştırmada Avrupa’nın farklı bölgelerinden olan binden fazla kişinin DNA dizileri, matematiksel olarak özetleyen bir boyut azaltma yöntemiyle iki boyuta indirgenip görsel hale getirildiğinde ve deneklerin milli mensubiyetleri işaretlendiğinde görselde ortaya kabaca bir Avrupa haritası çıkmıştı*. Bu oldukça ilginç bir bulguydu; tamamen biyolojik bilgileri tamamen matematiksel/yazılımsal olarak analiz edip deneklerin memleketlerini +/- 100km hassasiyetle tahmin edebilmişlerdi. Bunun sebebi aslında basit; insanların hareketliliği büyük savaşlar ve büyük göçler sayılmazsa binlerce yıldır oldukça düşük. İnsanlar köylerinden, bilemediniz komşu köylerinden evleniyordu. Akraba evliliğinin yaygın olmadığı kültürlerde bile gen havuzunun 20-30 km çapı aşması pek olası değildi. Kısmen bu ortak gen bakiyesi sayesinde bölgelere özgü yüz hatlarının ve bölgelere özgü fiziksel özelliklerin temayüz ettiğini gözlemliyoruz. Tabi bu durum hangi genin veya gen bölgesinin hangi özelliğimizi düzenlediğini tayin etmede bir nevi kısır döngüye yol açıyor. Şöyle ki, genlerin ne işe yaradığıyla ilgili elimizde bir kullanma kılavuzu yok. Bunları kaba istatistiksel analizlerle tayin ediyoruz. Mesela 50 multipl skleroz  (MS) hastasıyla 50 sağlıklı kişinin DNA’ları istatistiksel olarak karşılaştırılıp MS hastalığı ile ilgili olan gen/genler/gen bölgeleri tayin edilmeye çalışılıyor. Bahsettiğim kısır döngü tam olarak burada devreye giriyor. Bazı özellikler ve hatta bazı hastalıklar coğrafyayla/çevreyle ilgili olabiliyor ve bu durumda DNA’nın coğrafyaya/çevreye özgü bölgeleri hatalı bir şekilde araştırdığımız özellikle veya hastalıkla ilgiliymiş gibi bir sonuç ortaya çıkabiliyor. Aslında bu hataları bertaraf etmenin de yöntemleri mevcut ancak daha zahmetli, uzun ve pahalı.

Gen merkezci, indirgemeci ve militan ateist bilim çevreleri bu tip karıştırıcı etkileri bertaraf etme konusunda isteksiz bir görüntü çiziyorlar. Derslerde öğrencilere korelasyon ile nedenselliği karıştırmamaları gerektiğini kavratmak için bazı bariz ve komik örnekler veririz. Örneğin, ABD’de yıl içinde dondurma tüketimi ile köpek balığı saldırısı vakalarının dağılımı arasında mükemmele yakın bir korelasyon (paralellik) gözlenir ancak dondurma tüketiminin köpek balığı saldırılarına yol açtığını düşünmeyiz. Çünkü her ikisine de yol açan şey sıcak havalardır. Sıcak havada bunalırız daha fazla dondurma tüketiriz. Yine sıcak havada bunalırız ve daha çok okyanusa gireriz bu da köpek balığı saldırısına uğrama ihtimalini artırır. İşte buradaki sıcak hava istatistikte karıştırıcı etki dediğimiz şeyi yaratır. Genlerin ne işe yaradığıyla ilgili yapılan ölçümlerdeki hata da buradakine benzer ama bu kadar bariz olmadığından gözden kaçması daha kolaydır. Çevre/coğrafya geninizde belirli bir örüntü oluşturur ve yine aynı çevre/coğrafya karıştırıcı etki ile bir fiziksel özelliğe yol açar. O fiziksel özellikle DNA’ları karşılaştırdığınızda bulacağınız paralellikler aslında dondurma tüketimi ile köpek balığı saldırısı kadar alakasız bir nedensellik taşıyor olabilir. Peki, gen merkezci tipler neden bu bilimsel hataya düşmeye daha meyyaller? Çünkü merkeze aldığınız geni, etkilenen ve çevreye göre şekil alan bir şekilde tasavvur etmek indirgemeci söylemi baltalayabiliyor. İndirgemeci evrim söylemi inandırıcılığını yitirebiliyor. Platoncu bir bütün, yaşamı daha iyi ifade edip 150 yıllık kurguyu sarsabiliyor.

Gen merkezci çevreler zaman zaman kendilerini komik duruma düşürme pahasına bu ısrarlarından vazgeçmiyorlar. Oldukça yakın bir tarihte, 2024 sonlarında prestijli akademik dergilerden PNAS’de çıkan bir araştırmada Birleşik Krallık’a ait geniş bir veri tabanındaki 350 binden fazla deneğin DNA ları ile sosyo-ekonomik durumları karşılaştırılıp bir nevi “zenginlik geni” araştırılmış**. Ve evet DNA’da zenginlikle paralellik gösteren örüntüler yakalamışlar. Makalenin sonlarında çalışmanın aileden ve çevreden gelen karıştırıcı etkileri hesaba katmaması bir sınırlılık olarak kısaca zikredilse de bu sınırlılıktan ötürü böyle bir makale hiç yazılmamış olmalıydı. Tabi ki yüzyıllar süren aristokrasi çevresinde oluşan gen havuzu belli örüntüler oluşturacaktı ve tabi ki sosyo-ekonomik olarak avantajlı bu grupların zenginliği ile DNA’ları arasında bir dondurma-köpek balığı saldırısı nedensellik yanılsaması ortaya çıkacaktı.

Tüm bunlar işin DNA dizisine dair olan tarafı. Bir de biyolojik olayların konuşmamız gereken epigenetik boyutu var ki orada DNA dizisi sabit kalırken çevresel etmenlerle DNA dizisinin işlevini kalıtsal olarak değiştirebilen moleküler dönüşümler ortaya çıkıyor. Bunu bir örnekle biraz daha açayım. Kalıtsal yönü güçlü bir şeker hastalığı tipinde sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz gibi çevresel aksiyonlar DNA’nızın kodunu değiştirmeden bir takım minik moleküler değişikliklere yol açabiliyor. Ve bu değişiklikler kodda yazandan daha hafif bir hastalık geçirmenizi sağladığı gibi bu sonradan kazanılan moleküler avantajı çocuklarınıza aktarabiliyorsunuz. Bu epigenetik değişimler olumsuz da olabiliyor tabi. Yani sonraki nesillere biyolojik olarak sadece DNA dizinizi değil beslenme tarzınız, maruz kaldığınız çevre kirliliği, stres ve hatta belki de maneviyatınız neticesinde ortaya çıkan moleküler bir mirası da bırakıyorsunuz. Biyolojik bilginin akış yönünü değiştiren, biyolojik açıklamaları parçalara ayrılması mümkün olmayan kompleks bütünlere mecbur bırakan bu tip bulgular, indirgemeci biyolojinin tekerine çomak sokmaya devam ediyor.

Velhasıl çevre veya daha spesifik olarak coğrafyanın genle ilişkisini sadece gen havuzundan ortaya çıkan benzer DNA dizileriyle ilgili olarak değil epigenetik mekanizmalar üzerinden de okumak mümkün. İndirgemeci biyologlar zenginlik geni, ölümsüzlük geni, eşcinsellik geni, cennet-cehennem inanışına yol açan gen, hatta belki de nerede yerleşik hayata geçeceğimizi yani coğrafyamızı tayin eden genin peşinde beyhude koştursun dursun. Tercihlerimizle sonradan edindiklerimizin, çevremizin bize dikte ettiklerinin ve kalıtsal olarak devraldığımız mirasın karmaşık ve tamamen ön görülmesi imkânsız bir kader çizgisinde hayat akmaya devam ediyor. Günün sonunda sıklıkla ve yanlış bir şekilde İbni Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” sloganından mülhem “Coğrafya gendir” desek pek de yanlış bir şey söylemiş olmayız.

 

* doi: 10.1038/nature07331

** doi: 10.1073/pnas.2414018122