Cinsiyet Hoşnutsuzluğu ve Cinsel Kimlik Karmaşası

Sebeplere Dair Sosyo-Politik Bir Bakış
İnsanın varoluşsal amacını gerçekleştirebilmesinin ve kemâle ulaşabilmesinin en önemli unsurlarından biri olan aile kurumu, taşıdığı bu büyük anlamdan ötürü art niyetli kişi ve kurumların ilgi odağında yer alıyor. Aileyi bölerek dağıtmayı, yok etmeyi ve işlevini yitirmesini hedefleyen, bu sayede de toplumsal ahlakî çöküntüye sebep olup insanı zayıf bir varlık hâline getirerek onun kolayca yönlendirilebilir ve kullanılabilir olmasını amaçlayan bazı lobiler ve güç sahipleri cinsel kimlik üzerinde türlü oyunlar oynuyor. Bugün çocuklarımız ve gençlerimiz hatta yetişkinlerimiz dahi cinsiyet hoşnutsuzluğu ve cinsel kimlik karmaşası gibi “yapay” sorunlarla aileden koparılmak isteniyor. “Yapay” diyorum çünkü bu durumda olmayan pek çok insan, cinsiyetinden hoşnut olmadığı ya da hemcinsine karşı birtakım hisler beslediği konusunda ikna ediliyor. Bireyin tercihi ve özgürlüğü kisvesi altında hoş görülmesi beklenen durumlar olarak sunulan eşcinsellik başta olmak üzere anormal yönelimler ve cinsiyet değiştirme toplumda gittikçe yaygınlaşıyor.
Ne yazık ki toplumumuz durumun vehametini henüz tam anlamıyla kavramış değil. Bu tür sapkınlıkların insanlık tarihi boyunca var olduğunu, bu kadar çok gündeme getirilmemesi gerektiğini düşünenler var. Ancak dikkat çekmek istediğim husus sapkınlığın varlığı değil toplumun bu duruma bakışı. 1970lere kadar cinsel ve gelişimsel bozukluk olarak görülen eşcinsellik bu tarihlerde Amerikan Psikiyatri Derneği’ne yapılan baskılar sonucunda hastalık kategorisinden çıkarılıyor. 2018’de ise Avrupa’da eşcinsellerin normal kimliklerine geri dönüş amacıyla herhangi bir tedavi alması yasaklanıyor. Pek çok ülkede eşcinsel evlilikler serbest bırakılıyor. Cinsiyet değiştirenlerin sayısı ise devlet desteği ve okulların rehberliği eşliğinde gittikçe artıyor.
Ülkemizde durum henüz bu aşamaya gelmemiş olsa da eşcinsellik ve cinsiyet değiştirmenin karşısında yer alan kişi ve kurumlar homofobik olmakla ya da hak ve özgürlüklere saygı duymamakla itham ediliyor. Hatta bazı üniversite mensupları, dernek üyeleri ve belediyeler LGBT hareketine açık ya da gizli destek veriyor. Eşcinselliğin, cinsel kimlik karmaşası ve sapkın yönelimlerin herhangi bir hastalık değil bilakis insanın tercihi olduğunu iddia ediyor. Tabi onların gözünde “insanın kadın ve erkek olarak yaratıldığını, bunun dışında var olan tüm bu şeylerin fıtrata aykırı olduğunu, tedavi edilmesi ve buna sebep olan sorunların giderilmesi gerektiğini” savunan bizler de “gelenekselci, dayatmacı hatta çağı takip edemeyen geri kafalılar” oluyoruz. Elbette mesele bizi nasıl tanımladıkları değil bizi kendi çocuklarımıza nasıl tanıttıkları… Onları bizden nasıl, hangi yollarla uzaklaştırdıkları… Gelin, bu kısa yazıda biraz bunlardan bahsedelim.

Öncelikle yaşadığı hayat, çocukluk çağı travmaları, ruhsal veya bedensel bozukluklar sebebiyle yanlış cinsel yönelimlere sahip olan bireyleri bu yazının dışında tuttuğumu ifade etmeliyim. Burada gayem, LGBT hareketinin ve çeşitli amaçlarla aile kurumunu ifsat etmeyi hedefleyen yapıların topluma hangi yollarla zarar verdiğini ortaya koymak.
Bu yapıların en çok uğraştığı hedef kitle çocuklar maalesef. Malumunuzdur ki onlara ulaşmanın en kolay yolu oyunlar, uygulamalar ve platformlar. Örneğin Discord, Weplay, Reddit gibi platformlarda çocuklar sohbet odalarında cinsellik başta olmak üzere şiddet, bahis, kumar gibi ahlaka aykırı pek çok içeriğe maruz kalıyor. “4 yaş üzeri çocuklar için uygundur” etiketli oyunlarda bile karşı cinsi ya da hemcinsini öpme hatta taciz etme gibi ahlaksızlıklar çocukların zihninde normalleştiriliyor. Geçtiğimiz günlerde tartışmalara sebep olan Roblox gibi oyun platformlarında pornogrofik ögeler barındıran pek çok oyun ve parti yer alıyor. Üstelik oynandıktan sonra silinen bu oyunlardan çocuğunuz oynasa asla haberiniz olmayabilir. Sözde çocukların becerilerini artırdığı iddia edilen bu platformlar ne devlet ne de aileler tarafından denetlenemez şekilde tasarlanıyor. Oyunlardaki sohbet odaları aracılığıyla özellikle çocuklara yaklaşarak aileleriyle arasındaki bağı koparmaya çalışıyor ve onlara kendi fikirlerini empoze ediyorlar. Bu tür oyunların çocuklar üzerinde şiddet başta olmak üzere birçok zararlı etkisi bulunduğunu hatırlatarak diziler ve şarkı sözlerinden bahsetmek istiyorum.
Bugün pek çok dizide uygunsuz içerik bulunurken özellikle K-drama adıyla anılan ve ülkemizde de oldukça fazla izlenen eşcinsellik konulu diziler, Türkçe dublajlı ya da altyazılı olarak yayınlandığı sitelerde boys love (BL) ve girls love (GL) şeklinde açıkça kategorize ediliyor. Yine K-pop başta olmak üzere müzik adı altında gençlerimize sapkınlık, taciz, şiddet ve kumar özendiriliyor. Türkçe şarkılar, gençlerin de severek dinlediği rap müzik çoğunlukla kadına düşmanlık aşılıyor, her yaştan çocuğa ulaşarak üzüntüyle izlediğimiz haberlerin gerçekleşmesine sebep oluyor. Sosyal medya ise tüm bu zararlı içeriklerin kolayca yayılmasını sağlıyor. YouTube Kids gibi filtreleme yaptığını iddia eden uygulamalar homoseksüel ya da diğer sapkınlıkları filtrelemiyor. Sosyal medya algoritmaları çocuklar için zararlı içerikleri önlerine daha çok çıkarıyor. Eğer bunu test etmek isterseniz herhangi bir platformda çocukların ilgisini çeken birkaç içeriğe tıklayarak algoritmanın sizi çocuk olarak algılamasını sağlayıp size sunduğu içeriğe bakabilirsiniz.
Tüm bunlar yani internet üzerinden erişilen müstehcen içerikli oyun, dizi, şarkı ve diğer kanallar çocuklarda erken cinsel farkındalığa sebep oluyor hatta aktiviteye sevk ediyor. Henüz sağlıklı bir cinsiyet kimliği oluşmayan bu çocuklarda kafa karışıklığına sebep oluyor ve onları kolayca yönlendirilebilir hâle getiriyor. Böylece çocuklar kendi aralarında -moda olduğu üzere- cinsiyetinden hoşlanmadığını hatta cinsiyet değiştirmek istediğini kolayca söyleyebiliyorlar.
Bu ifsadın en büyük paydaşlarından bir diğeri ise moda endüstrisi. Bir çeşit “sanat” olarak kendisini pazarlayan moda endüstrisi yalnızca tasarladığı kıyafetlerle değil dayattığı bedensel ölçülerle de toplumu derinden etkiliyor. Bugün moda olduğu için sıklıkla görmeye maruz kaldığımız ve bu sebeple insanların bilinçsizce benimsediği giyim tarzlarının zannedildiği gibi sanat olmadığını ya da doğal bir süreç sonunda ortaya çıkmadığını söylemeliyim. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yeşil ve kırmızı renklerin ya da bazı tekstil malzemelerinin özellikle eşcinseller tarafından tercih edildiği ve bu yolla birbirlerini tanıdıkları biliniyor. Daha sonra erkek ve kadın giyimi arasındaki keskin ayrımlar ortadan kalkıyor. Erkek gibi görünen kadın kıyafetleri ve kadın gibi görünen erkek kıyafetleri tasarlanıyor. Eşcinseller tarafından özellikle tercih edilen bu kıyafetler ne yazık ki moda adı altında tüm dünyaya yayılıyor ve normal cinsel kimliğe sahip bireyler tarafından da tercih edilmeye başlıyor. Bu rağbet neticesinde moda endüstrisi rahatlıkla faaliyetlerini sürdürüyor. Neticede şimdilerde sıklıkla duyduğumuz “cinsiyetsiz moda” kavramı ortaya çıkıyor. Bu kavram adı altında toplumsal çürüme görünür hâle getiriliyor. Görünür olan ise gittikçe normalleşiyor. LGBT örgütlerinin moda sektörüyle yakın ilişki içerisinde olmasının temel sebebi de bu zaten. İdeal kadın ve erkek vücudunu belirlemek ve kötü vücut imajı oluşturmak ise bu sektörün diğer bir yöntemi. Güzel ve yakışıklı olarak topluma dayattıkları ölçülere sahip olmayan bireylerde çeşitli psikolojik sorunlar ortaya çıktığı gibi bu özellikleri taşıyan hemcinsine ilgi duyma da söz konusu olabiliyor. Özellikle insan vücuduna tarihte hiç olmadığı kadar ilgi ve alaka gösterilen günümüzde bu tür ilgi duymanın artması da beklenmedik bir durum değil.
Öte yandan bazen bireyin kendisi ya da ailesi kişinin cinsel kimliğiyle ilgili sorunlarının farkına vararak psikoloğa başvuruyor. Ancak ne yazık ki sorunu çözmek için gidilen bazı psikologlar tam aksi yönde etki ediyor. Danışanını, sapkınlığı normalleştirerek dilediği gibi yaşaması yönünde ikna ediyor. Bu sebeple psikolog seçimi çok büyük bir öneme sahip. Çünkü psikoloğun mensubu olduğu ekol ve bu konudaki bireysel görüşü yapacağı terapinin gidişatını belirliyor. Velhasıl herhangi bir ahlaksızlığı hoşgörüyle kabul ettiğini söyleyen ve bunu normalleştiren hatta “kendin ol” mottosuyla destekleyen psikologlardan uzak durmalıyız.
Bu konuya ülke olarak yeterince önem vermediğimizi düşünüyorum. Fakat çocuk ve ergenlerde sıklıkla cinsiyet hoşnutsuzluğuna şahit oluyorum. Bunun sebebi çoğu zaman yukarıda bahsettiğim unsurlar. Yani aslında biyolojik açıdan sağlıklı olan çocuklarımız öyle olmadıklarına inandırılıyor ve onlar arasında bu durumlar kolayca moda hâline gelebiliyor. Bu süreç önce cinsiyet hoşnutsuzluğu ile başlıyor ardından cinsel kimlik karmaşası ve nihayet eşcinsellik hatta cinsiyet değiştirme boyutlarına ulaşıyor. Cinsiyet değiştirenlerin pişmanlıklarına ve yaşadıkları süreçte yanlışa nasıl sevk edildiklerine dair röportajlar gerçeği gözler önüne seriyor. Eşcinsel ve biseksüel bireyler üzerinde yapılan araştırmalar ise cinsel yollarla bulaşan hastalıkların, intihar başta olmak üzere çeşitli psikolojik ve psikiyatrik sorunların, alkol ve uyuşturucu tüketimi gibi insanın kendisine zarar veren davranışların bu kişilerde daha fazla görüldüğünü ortaya koyuyor.
Çeşitli ülkelerde bu tehlikenin farkına varan insanlar çocukları ve aileyi korumaya yönelik çalışmalar yapıyor, dernekler kuruyor. Ülkemizde de bu amaçla kurulan dernekler var. Fakat burada en büyük sorumluluğun biz ebeveynlerde olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Kendimize şu soruyu sık sık soralım: Çocuklarımızın dünyasında ne kadar varız?