Çin’in İsrail ile İlişkileri Filistin’in Mücadelesini Engelliyor
Geçtiğimiz yıl boyunca, ana akım basındaki ve bazı sol medya organlarındaki analist ve yazarlar, Çin’in 7 Ekim olaylarının ardından Filistin’i savunarak İsrail ile ilişkilerini tersine çevirdiğini iddia etti. Ancak Çin’in Filistin ile ilişkisi bu kadar net değil: İsrail’in Gazze’deki soykırımına yönelik yalnızca ılımlı eleştirilerde bulunmuş; buna karşılık İsrail’deki yatırımlarını, İsrailli şirketlerle iş birliğini ve Filistinliler pahasına Ortadoğu’da bir dünya gücü olarak nüfuzunu artırma çabalarını sürdürmüştür.
İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü savaşın son bir yılı boyunca, Çin defalarca barış sürecine dönülmesi ve uzun süredir tartışılan iki devletli çözümün uygulanması çağrısında bulunmuştur. Ancak bu retorik, İsrail’e yönelik bir karşıtlık veya meydan okuma anlamına gelmekten uzaktır. Bu tür çağrılar radikal bir duruş olmaktan çok uzaktır: ABD’nin geleneksel olarak savunduğu barış sürecine ve iki devletli çözüme geri dönüş talep etmektedir. Ancak hem barış süreci hem de iki devletli çözüm, Filistinlilerin geri dönüş hakkını dışlayan ve Filistin topraklarının büyük kısmının gasp edilmesini başlangıç noktası olarak alan mekanizmalar olarak, Filistinliler ve küresel Filistin dayanışma hareketi tarafından keskin bir şekilde eleştirilmiştir. Bununla birlikte, Çin’in İsrail’e yönelik ılımlı eleştirileri, böylesi kusurlu bir süreci ilerletmek için herhangi bir çabayla desteklenmemiştir.
Cornell Üniversitesi’nde Çin’de emek ve kalkınma konularına odaklanan Profesör Eli Friedman, yakın zamanda düzenlenen bir online seminerinde Çin ile Filistin arasındaki dinamiklerin bazılarını açıklamıştır. Friedman, “Çin’in Gazze’deki soykırımdan sorumlu olmadığının” anlaşılması gerektiğini ifade etmiş, sorumluluğun İsrail ve ABD’ye, ardından da diğer Avrupa güçlerine ait olduğunu belirtmiştir. Ancak Friedman, “Çin’in Filistin’in özgürleştirilmesiyle ilgilendiği fikri de son derece sorunlu” diye eklemiştir. “Çin, ABD’den sonra İsrail’in en büyük ikinci ticaret ortağıdır ve aslında bu fark çok azdır.” Özellikle İsrail ve Çin, teknoloji ve askeri sektörlerde geniş kapsamlı bir iş birliği içerisindedir. “1989 Tiananmen Meydanı olaylarının ardından ABD Çin’e askeri malzeme satmayı reddettiğinde, İsrail askeri malzeme satmaya devam etti — İsrail bir anlamda arka kapıydı ve bu alanda çok fazla iş birliği gerçekleştirdiler.”
“Çin, bölgede ekonomik nüfuz istiyor,” diye devam etti Friedman. “Sistemin sorunsuz bir şekilde işlemeye devam etmesini istiyorlar.” İsrail, Çin’in bölgede ilişki kurmak istediği kilit bir aktör konumunda; bu nedenle Çin, “İsrail’in aşağı yukarı olduğu gibi devam etmesini istiyor.” Ancak aynı zamanda işgalin sona ermesini de istediklerini belirten Friedman, Çin’in İsrail ile ilgili resmi pozisyonunun iki devletli çözümden yana olduğunu ifade etti. Buna rağmen, Friedman’a göre, Çin, İsrail ile ekonomik ilişkileri temelden bozacak herhangi bir adım atmaktan kaçınıyor.
Friedman, bu durumu Çin’in ekonomik olarak çok şey kaybedeceği gerçeğiyle açıklıyor. “Çin devlet şirketleri Hayfa limanını işletiyor ve Gazze’nin hemen kuzeyindeki Aşdod limanında büyük bir genişleme projesine liderlik ediyorlar. Tel Aviv hafif raylı sisteminin genişletilmesini inşa ediyorlar. Yani Çin devlet sermayesi soykırımın fiziksel altyapısına büyük yatırımlar yapmış durumda. Eğer yarın Çinli şirketler, ‘Hayfa limanını kapatacağız ve soykırımı destekleyecek hiçbir silah ya da malzeme geçişine izin vermeyeceğiz’ deseler, bu Gazze’deki gelişmeler üzerinde muazzam bir etki yaratırdı. Ancak bunu yapmıyorlar. Bence bu durumun altını çizmek önemli, çünkü burada Filistin’in özgürleşmesine yönelik gerçek ve dayanışmacı bir durum yok.”
Gerçekten de Çin devleti Filistin ile dayanışmaya dair gösterilere izin vermemiştir. Çin, halka açık alanlarda sergilenen Filistin bayraklarına el koymuş ve Gazze’ye destek amacıyla düzenlenen eylemleri engellemiştir. Bazı analistler, 2023 yılında Çin ve İsrail arasındaki ticarette yaşanan düşüşü, iki ülke arasındaki ilişkilerin bir dönüm noktasına ulaştığının bir işareti olarak değerlendirmiştir. Ancak 2023’teki bu düşüş gerçek olmakla birlikte, çeşitli faktörlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır ve istikrarlı bir şekilde büyüyen ilişkide bir kopuşa işaret etmesi pek olası değildir.
Çin’in İsrail ile teknoloji, yapay zeka ve enerji gibi alanlardaki iş birliği son yıllarda büyük ölçüde genişlemiştir. 2020 yılında Çin, İsrail’in küresel olarak ikinci, Asya’daki en büyük ticaret ortağı haline gelmiştir. Yakın zamanda Çin-İsrail ticareti yıllık 20 milyar dolarlık bir rekor seviyeye ulaşmıştır. Çinli ve Hintli şirketler, Netanyahu’nun ABD’nin itirazlarına rağmen onay verdiği İsrail’in Hayfa Limanı’nın özelleştirilmesine dahil olmuştur. 2013 yılında başlatılan Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI), daha fazla Çinli şirketi İsrail’e yatırım yapmaya veya İsrail’de araştırma ve geliştirme merkezleri kurmaya teşvik etmiştir. 2014 yılında Tel Aviv Üniversitesi ve Pekin’deki Tsinghua Üniversitesi 300 milyon dolarlık bir araştırma merkezi kurmuştur. 2015 yılında Pekin Üniversitesi ve Tel Aviv Üniversitesi, ortak bir araştırma enstitüsü kurmak için bir mutabakat anlaşması imzalamıştır. Aynı yıl Shantou Üniversitesi ve İsrail’in Technion Teknoloji Enstitüsü Guangdong-Technion Teknoloji Enstitüsü’nü kurmuştur.
Filistin ile dayanışma içinde olan Çinli aktivistlerin belirttiğine göre, “Bu iş birlikleri, Çinli üniversite öğrencilerinin İsrail üniversiteleriyle tarafsızmış gibi ilişki kurdukları örneklerdir; ancak bu kurumların Filistin halkına yönelik devam eden soykırım, işgal ve baskılarda suç ortaklığı yaptığı gerçeği göz ardı edilmektedir.” Aynı aktivistler, İsrail ve Çin arasındaki gözetleme teknolojisi alanındaki bazı iş birliklerini de detaylandırmıştır. Özellikle Çin devlet destekli Hikvision şirketi, Filistin, Çin ve hatta ABD’deki polislik ve gözetim faaliyetlerinde suç ortağıdır. İsrail, Hikvision teknolojisini işgal altındaki Batı Şeria’daki Filistinlileri gözetlemek için kullanmakta ve bu bilgileri Filistinlilerin izlenmesine yönelik bir veri tabanında depolamaktadır. Hikvision ayrıca Çin’in Sincan bölgesindeki Uygur Müslüman nüfusunu gözetlemek ve kontrol etmek için teknoloji sağlamaktadır. ABD’de bu teknolojiye yönelik federal yasaklara rağmen Hikvision kameraları, New York Polis Departmanı (NYPD) gibi çeşitli kurumlar tarafından kullanılmaktadır.
Friedman’ın da belirttiği gibi, Çin Ortadoğu bölgesinde daha büyük bir rol oynamak istemektedir. İbrahim Anlaşmaları’nın ardından bölgedeki etkisini artırmak amacıyla giderek daha fazla manevra yapmış ve İsrail’in Gazze’deki soykırımından faydalanarak nüfuzunu genişletmek için fırsatlar yaratmıştır. Çin, 2020’de başlayan normalleşme sürecinden faydalanarak Ortadoğu’daki nüfuzunu artırmış ve yatırımlarını genişletmiştir. İsrail’in bölgedeki ekonomik iş birliğine daha açık bir şekilde entegre olmasıyla, Çin hem İsrail’i hem de Körfez bölgesini kapsayan projelerini daha fazla genişletme imkanına sahip olmuştur.
Normalleşme süreci, örneğin, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) projesinin bölgeye yayılması için yeni olanaklar yaratmıştır. Normalleşmenin başlamasından bu yana Çin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail, yapay zeka araştırmaları da dahil olmak üzere teknoloji sektörlerinde iş birliklerini artırmıştır. Bu iş birlikleri, örneğin Çin’in Pekin Genomik Enstitüsü ile Abu Dabi merkezli G42 şirketini bir araya getirmiştir; her iki şirket de İsrail’de laboratuvarlar ve ofisler kurmaktadır. Ayrıca enerji ve kalkınma alanlarında da ortak projeler yürütmektedirler. Normalleşme süreci ve İsrail’in BAE ile ilişkilerindeki çözülme, Çin için daha fazla ekonomik açılım sağlamış ve bu durum, son yıllarda Suudi Arabistan, BAE ve Sudan’ın ordu generali gibi bölgedeki gerici aktörlerle ilişkilerini derinleştiren Çin’in stratejisini güçlendirmiştir. Açıkça görülmektedir ki öncelik, Filistinliler veya bölgedeki başka bir mağdur grup için adalet değil, ekonomik çıkarlar doğrultusunda istikrardır.
Ancak Çin, Ortadoğu bölgesinde ABD’ye yönelik genel algının son derece olumsuz olduğunun da farkındadır; zira ABD, haklı olarak, Gazze’deki soykırımın devamından sorumlu tutulmaktadır. Çin, bu krizi kendisini ABD’ye alternatif olarak ve Arap devletleri ile daha geniş anlamda Küresel Güney ülkelerine daha güvenilir bir ortak olarak tanıtmak için bir fırsat olarak değerlendirmeyi ummaktadır. Temmuz ayında Çin, “ulusal birliğe” yönelik adımlar atmak ve Fetih ile Hamas arasındaki anlaşmazlıkları çözmek amacıyla çeşitli Filistinli grupları Pekin’de bir araya getirmiştir. Bu toplantı büyük ölçüde sembolik olmasına rağmen, Çin’in bölgedeki statüsünü ve rolünü artırma çabalarının bir parçası olmuştur.
Pek çok kişi bu toplantıyı kolaylaştırdığı için Çin’i övmüş olsa da bu girişimden çok az somut sonuç elde edilmiştir. Çin, 7 Ekim’den önce de Filistin Yönetimi (PA) ve onun başkanı Mahmud Abbas ile yıllar boyunca geliştirdiği ilişkiler aracılığıyla bir “stratejik ortaklık” kurmuştu. Ancak Filistin Yönetimi, İsrail işgaliyle güvenlik koordinasyonu ve iş birliği yaptığı gerekçesiyle Filistin solunun ve Filistin toplumunun diğer kesimlerinin sert eleştirilerine maruz kalmaktadır. Çin’in Filistin Yönetimi ile yakın ilişkiler kurma çabası, Filistinliler için samimi bir adalet arayışından ziyade, bölgedeki nüfuzunu artırma hedefine işaret etmektedir.
Benzer şekilde, Çin 2023 yılının başlarında Suudi Arabistan ve İran arasındaki normalleşmeye aracılık etmiş ve bu durum, hem bölgede kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda istikrar sağlama hedefine hem de siyasi müzakerelerde ipleri elinde tutma arzusuna işaret etmiştir. Çin, bu süreçte muhtemelen ABD’nin yerini alma amacını da taşımaktadır. Çin, açıkça kendisini Ortadoğu bölgesinde 2011 sonrası yeni statükoda kilit bir oyuncu olarak görmektedir. Bu yeni statüko, daha cesur hale gelen gerici devletlerin, geniş halk kitlelerinin zararına olacak şekilde devletlerarası ilişkileri ekonomik fayda sağlamak amacıyla iyileştirmeye çalıştığı bir düzeni temsil etmektedir.
Çin’in Filistin konusundaki pozisyonu, birçok açıdan BRICS+ üyesi ülkelerin tutumunun bir yansımasıdır. BRICS+ — Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, İran, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer ülkeleri temsil eden bir oluşumdur — ABD’ye karşı bir siper, alternatif bir düzen ve Küresel Güney ülkelerinin savunucusu olma iddiasındadır. Ancak Çin örneğinde olduğu gibi, BRICS+ ülkeleri genellikle retorik düzeyde Filistinlilere destek verirken ve iki devletli çözümü savunurken, aynı zamanda İsrail ile olan yatırımlarını ve iş birliklerini sürdürmektedir.
Bu durum, en açık şekilde Hindistan örneğinde görülmektedir. Hindistan, İsrail’in küresel ölçekteki en büyük beşinci ticaret ortağıdır ve Gazze’deki soykırım sırasında İsrail’i aktif bir şekilde desteklemiştir. Hindistan, İsrail’e silah satışlarını artırmış ve soykırımda suç ortağı olan İsrail üniversiteleriyle ortaklıklarını genişletmiştir. Hindistan’ın İsrail ile olan bu yakın bağları, en azından 1980’lere ve 1990’lara kadar uzanmaktadır ve Hindistan, aynı zamanda sağcı, şiddet yanlısı İslamofobiye destek vermiştir.
Rusya da İsrail ile güçlü ekonomik ilişkilere sahiptir ve soykırım boyunca İsrail’e kömür tedarik etmeye devam etmiştir. Brezilya ve hatta Güney Afrika — İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyan ülke — İsrail’e kömür ve petrol satışlarını durdurmayı reddetmiştir. Açık bir şekilde görülmektedir ki bu yaklaşım, Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin savunduğu ilkelere tamamen ters düşmektedir.
Bir soykırımın ortasında İsrail’i tecrit etmek yerine onunla iş birliği yapan bu devletler ve onların devlet destekli şirketleri ile teknoloji firmaları, çözümün bir parçası olmaktan ziyade Filistinlilerin özgürleşmesinin önünde bir engel teşkil etmektedir.
Kaynak: https://truthout.org