Çin’in Endüstri Sistemi

Çin, 1950 yılında ortalama yaşam süresi 44 yılın altında olan yoksul köylülerden ve işçilerden oluşan bir topluluktan, bugün dünyada tam teşekküllü bir endüstri sistemine sahip tek ülke haline dönüşmüştür. Sadece dünya nüfusunun önemli bir bölümünde yoksulluğu ortadan kaldırmakla kalmamış, aynı zamanda hammadde ve tedarik zincirlerine sahip olmuş ve anaokulu oyuncaklarından uzay istasyonlarına, hipersonik füzelere kadar kelimenin tam anlamıyla her türlü bitmiş ürünü üretebilir hale gelmiştir. Akademisyenler, askerler ve şairler, önümüzdeki yüzyıl boyunca bu durumu anlamaya çalışacaklardır.

Nasıl ki ABD, yerini aldığı küresel güç olan Büyük Britanya’dan dört kat daha fazla nüfusa sahipse, Çin de ABD’den dört kat daha fazla nüfusa sahiptir. Bugün Çin’de 6 milyondan fazla milyoner bulunmaktadır ve eşitsizlik endeksi yükseliyor olsa da, servet geniş bir kesime yayılmış durumdadır. On yılı aşkın bir süredir Çin, kırsaldaki köylüleri kentlere taşımaya yönelik büyük çaplı bir yeniden yerleşim süreciyle her yıl ortalama 25 milyon yeni konut inşa etmektedir. 2008 finansal krizinin ardından Çin, altyapı inşası için trilyonlarca yuan harcamıştır. 2011–2013 yılları arasında, ABD’nin 20. yüzyıl boyunca – eyaletler arası otoyol sistemi dahil – döktüğünden daha fazla beton dökmüştür. Vatandaşlarının satın alma gücü paritesi, ABD’dekine çok yakın düzeydedir ve artmaya devam etmektedir; ekonomisi 2025’in ilk yarısında yüzde 5’in üzerinde büyüme göstermiştir.

Bu muazzam yükseliş, bu milenyumda Çin’i yöneten Çin Komünist Partisi (ÇKP) teknokratlarının doğruluğunu kanıtlamaktadır; 2001 yılında 15. Merkez Komite Daimi Komitesi’nin yedi üyesinin tamamı mühendislik eğitimi almıştı. Komünizmi, feodalizm ve tüccarlara yönelik küçümseme dışında, geleneksel Çin kültürüyle harmanladılar. Kültürel sermaye son derece gerçektir; Almanya ve Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yerle bir olmuştu, ancak ABD’den aldıkları kredilerle fabrikalarını en son ekipmanlarla çok hızlı bir şekilde yeniden inşa ettiler. Ülke genelindeki trafiği merkezden gelen talimatlara göre yöneten eğitimli bir mandarin sınıfı fikri, Çinliler için hiç de yeni değildir.

Çin’in fonetik olmayan karakter yazısı sistemi öğrenmesi zor olsa da, Avrupa kadar büyük ve çok farklı kültürler ile konuşulan dillere sahip bir ülke olmasına rağmen, binlerce yıl boyunca tek bir ülke olarak kalmasını sağlamıştır. “At” ya da “vergi” karakterleri, konuşulan dil ne olursa olsun, Çin’de okuma yazma bilen herhangi biri tarafından iki binden fazla yıldır aynı şekilde okunmaktadır. Bu nedenle, 775 yılında, Tang Hanedanı’nın Chang An’daki merkezi hükümeti, yalnızca devlet görevlileri için olan ve Çin’in dört bir yanındaki bürokratlar tarafından okunabilen son derece verimli bir posta dağıtım sistemi üzerinden yazışmalar göndermekteydi. Böyle bir yazı sistemi olmasaydı, birçok hanedanın yaptığı gibi, herhangi bir hanedanın Çin’de yüzyıllar boyunca hüküm sürmesi şüpheli olurdu.

Kapitalist görünüme rağmen, komünizm Çin’de de gerçektir. Çin Komünist Partisi (ÇKP), 2022’de Tencent ve Ali Baba’ya yaptığı gibi, en güçlü şirketlere yönelik ültimatomlar verebilir ve vermektedir; bu da derhal itaatle karşılık bulur. Nihai gücün bankacılar, para yöneticileri ya da şirket yöneticileri tarafından kullanıldığı Avrupa veya ABD’de buna benzer bir devlet otoritesi bulunmamaktadır. Ekonomik faaliyetlerin büyük kısmı özel, eyalet ve yerel düzeyde gerçekleşiyor olsa da, en fazla araziye sahip olan, sermayeyi tahsis eden ve Çin’in kalkınmasını yönlendiren geniş kapsamlı planları oluşturan yapı ÇKP’dir.

Bu sırada, ABD Marxist ders kitaplarının tam da öngördüğü gibi davranmıştır. Dünyanın o zamana kadar gördüğü en büyük sanayi sistemini geliştirdikten sonra, daha fazla para kazanmak için üretimi düşük maliyetli bölgelere kaydırarak sanayiyi terk etmiştir. Nike gibi şirketler tasarım, pazarlama ve marka yaratma işlerini kendileri yaparken, ayakkabıların fiili üretimini, işgücü maliyetlerinin en düşük olduğu herhangi bir yere bırakmaktadır. İş dünyasının her fırsatta en fazla parayı kazanmaya “lazer odaklı” olduğu bu finansallaşma süreci, kapitalizmin her zaman işleyiş biçimidir.

19.yüzyıldan bu yana Büyük Göller ve Kuzeydoğu çevresinde gelişen fabrikalar ve bu fabrikalarla birlikte büyüyen topluluklar önce Güney’e, sonra da denizaşırı ülkelere taşınmış ve geride ne yapacağını bilemeyen, yönünü kaybetmiş topluluklar bırakılmıştır. 20. yüzyılda Los Angeles ve Oakland’da inşa edilen yeni fabrikalar da terk edilmiş ve geride parçalanmış topluluklar kalmıştır.

1980’lerden önce ABD’de yatırımlar esas olarak fabrikalara, araziye ve ekonominin somut, “gerçek” alanlarına yapılıyordu. 1929’daki çöküşten sonra daha çok uzmanların ilgisini çeken yerel bir borsa endeksi olan Dow Jones, sadece kısa bir süreliğine 1000’in üzerine çıkmış ve 1981 sonlarında faiz oranlarının %18’in üzerine yükselmesiyle sarsılan sanayi sistemini uçurumun eşiğine ittiğinde 850 seviyesindeydi. Finansallaşma bu noktada ciddiyet kazandı ve borsa hareketlenmeye başladı. 1981 sonlarından 2025 Ağustosuna kadar, arada birkaç nefes kesici düşüş yaşansa da, endeks 50 kattan fazla artarak 2025 Ağustosunda 44.000’e ulaştı. Bu yükseliş, dünya genelindeki yatırımcıların dikkatini çekti ve ABD borsasına para akını başladı. 1 Temmuz 2025 itibarıyla ABD hisse senetlerinin piyasa değeri 62,8 trilyon dolardı. Aynı tarihte pazarlanabilir hazine tahvillerinin değeri ise 27 trilyon doların üzerindeydi; bu rakam, 1980’de yaklaşık 600 milyar dolardı, yani 45 kat artmıştı.

Piyasa artık ABD’nin siyasi kararlarının iyi mi kötü mü olduğuna hükmeden bir hakem konumuna gelmiştir. Para yöneticilerine artık yalnızca ekonomik değil, sosyal ve kültürel konularda da danışılmaktadır. “Milyarder” unvanı – örneğin “milyarder Bill Ackman” ifadesi – televizyon ve internet üzerinden güncel olayları tanımlamak ve anlamlandırmakla görevli “uzmanlara” rutin biçimde atfedilmektedir. ABD’nin finansallaşma süreci son derece ileri bir aşamaya ulaşmıştır.

Nasıl ki Çin bugün dünyanın önde gelen sanayi gücü haline geldiyse, ABD de artık dünyanın önde gelen finans gücüdür. Dolar, onu tahtından indirme çabalarına rağmen, hâlâ dünyanın fiili para birimi olmayı sürdürmektedir. Donald Trump’ın yönetim tarzı – ki bu tarz, öngörülemez çıkışlar ve açık ırkçılık gibi unsurlar barındırsa da – ne kadar farklı görünürse görünsün, stratejik hedefi İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana görev yapmış tüm ABD hükümetlerinin hedefiyle aynıdır: ABD’nin hegemonik konumunu korumak. Bu hegemonya, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda harekete geçirdiği ve birkaç gün içinde bir gemi üretebilecek kapasitede olan endüstriyel sisteminden doğmuştur. Endüstriyel güç, modern çağdaki tüm savaşların sonucunu belirleyen unsur olmuştur. Günümüzde Amerikalı politikacılar, bu baskın sanayi konumunu yeniden elde etmeyi umut etmektedir. Ellerinde neredeyse sınırsız miktarda para olsa da, daha önce hiçbir zaman bir endüstri sistemi sıfırdan yeniden inşa edilmemiştir. Bunu başarabilirler mi?

Aşağıdaki tartışma, Pekin Üniversitesi Devlet Okulu’nda Politik Ekonomi Profesörü olan Lu Feng’in çalışmalarına büyük ölçüde dayanmaktadır. Feng, dünyadaki her sanayileşme dalgasının, daha önce hiç var olmayan ürünlerin üretiminden değil, zaten var olan ürünlerden başladığını belirterek söze başlar.

İngiliz Sanayi Devrimi’nin en simgesel ürünü pamuklu tekstil ürünleridir, ancak pamuklu tekstil ürünleri İngilizler tarafından icat edilmemiştir ve uzun zamandır mevcuttur; 18. yüzyılda Hindistan’da binlerce başarılı dokumacı bulunmaktaydı. İngilizlerin getirdiği yenilik, pamuklu tekstil ürünlerini makinelerle çok daha ucuza üretmek ve böylece bu ürünleri daha yaygın hale getirmekti. Bu nedenle “Sanayi Devrimi”, geleneksel ürünleri üretmek için makinelerin kullanılmasıyla başlamıştır. Geleneksel ürünlerde elde edilen ilk başarılar, yenilikleri ve son derece kârlı yeni ürünleri beraberinde getirmiştir; 19. yüzyılda üretilen lokomotiflerin büyük bir kısmı Glasgow’da imal edilmiş ve dünyanın dört bir yanına sevk edilmiştir.

ABD, 19. yüzyılın sonlarında Büyük Britanya, Fransa ve Almanya’dan gelen yatırımlarla büyük ölçekli sanayileşme sürecine girdiğinde, ABD’nin ürettiği başlıca ürün ve teknolojiler – çelik, kimyasallar ve otomobiller gibi – Avrupalılar tarafından icat edilmişti. ABD’nin getirdiği yenilik ise, Ford’un montaj hattı gibi seri üretim yöntemlerini benimsemek oldu.

1.Dünya Savaşı patlak verene kadar, ABD sanayisi uzun zamandır dünyanın en büyüğüydü ve mühendislik ile teknik kapasitesi güçlüydü; ancak bilim alanında Avrupa’nın gerisinde kalmaktaydı. Harvard, Stanford ve MIT, o dönemlerde üst sıralarda yer alan okullar değildi ve Oxford, Cambridge, Heidelberg ya da Berlin ile kıyaslanamazdı. Hitler’in iktidara geldikten sonra ABD’ye yaptığı “hediye”, en iyi Avrupalı bilim insanlarının büyük bir kısmını ABD’ye sürgüne gitmeye zorlamasıydı. (Bugün ABD’de, ırkçı nedenlerle ülkeden kovulan birçok üst düzey bilim insanının benzer şekilde gelişen durumu göz ardı edilemez.)

Savaş ayrıca nükleer fisyon, radar teknolojisi ve jet motoru gibi birçok yeni Avrupa icadını da ABD’ye taşımıştır. Savaş sonrası ABD tarafından geliştirilen balistik füzeler, Nazi Almanyası için V1 ve V2 roketlerini tasarlayan Alman bilim insanları tarafından tasarlanmıştır.

Lu Feng, tamamen yeni ürünlerin ancak bir ülke endüstriyel bir sistem geliştirdikten sonra ortaya çıkabileceğini göstermektedir. ABD’deki sanayileşme savaşı kazanmış ve ardından yeni bilim ve teknolojiye yönelik gerekli talep ile yatırım kapasitesini yaratmıştır. Savaş sonrasında, 1950’li yıllarda bilgisayarlar, yarı iletkenler ve yazılım gibi tamamen yeni teknolojiler yaygınlaşmaya başlamıştır. ABD üniversiteleri zirveye yükselmiştir; yalnızca özel üniversiteler değil, kamu üniversiteleri de dahil. Kaliforniya Üniversitesi bir dönem, dünyadaki tüm kurumlar arasında en fazla Nobel Ödülü sahibi yetiştiren kurum olmuştur.

Sanayi, eğitim, kültür, finans ve daha birçok destekleyici sistem ile bilinçli ve bilinçsiz sosyal beklentilerin oluşturduğu karmaşık bir ağ olan ABD endüstri sistemi artık mevcut değildir. Bu sistem, örümcek ağı gibi, yeniden yaratılabilir değildir. Günümüzde ABD’yi meşgul eden sorunlar bambaşka bir boyuttadır. Para ile yeni bir sistem satın alınamaz. Paranın sınırları, İspanya’nın kaderinde açıkça görülmektedir. İspanyollar, Yeni Dünya’daki kölelerinin ürettiği altın ve gümüşten büyük kazanç sağlamışlardır; ancak bu onlara her şeyi satın alacak kadar para kazandırdığı için, zamanla bir şey üretme yeteneklerini kaybetmişlerdir. Altın akışı durduğunda ise İspanya yüzyıllar boyunca geri kalmış bir ülke haline gelmiş ve öyle kalmıştır. Şair Gary Snyder’ın dediği gibi, “Sadece bir düğmeye basan el, bir elin neler yapabileceğini asla bilemez.”

ABD sanayinin çok büyük bir kısmından çekilmiş olsa da, hâlâ yapay zeka yazılımı ve yarı iletkenler gibi çok ileri düzey teknolojilerde lider konumundadır. Ancak bu liderlik zayıf bir zemine oturmaktadır ve giderek önemsiz hale gelmektedir. Yapay zekâ, tıpkı yarı iletkenler gibi, ara bir üründür. Ancak başka bir şey üretmek için kullanıldığında – örneğin dostça bir robot ya da bir iPhone – anlam kazanır. ChatGPT, Kongre Kütüphanesi’ndeki tüm verileri yutabilir; fakat Çin’in fabrikaları ya da laboratuvarları tarafından üretilen verilere erişimi yoktur. Çinli sigorta şirketleri ve devlet kurumları gibi kurumlar da artık üretkenliklerini sürekli artırmak için ChatGPT kadar güçlü yerel Çin yapay zeka modelleriyle – örneğin DeepSeek gibi – çalışmakta ve bu sayede ürünlerini diğer tüm üreticilerin ürünlerinden uzaklaştırmaktadırlar. Çin’deki geleneksel bir tekstil fabrikası, bugün muhtemelen ışıkların kapalı olduğu, içinde insanın çalışmadığı ve yapay zekâ sistemleri tarafından yönlendirilen robotlardan oluşan bir yerdir. ChatGPT’nin üstünlüğü sınırlıdır, muhtemelen geçicidir ve her hâlükârda önemli değildir.

Mevcut Çin sistemi 1950’ler ve 60’larda başlamıştır; Mao Tse Tung ve günümüz Çin devletinin diğer kurucuları, birçok iyi belgelenmiş hatalarına rağmen, Çin’in bugünkü başarısını doğuran adımları atmışlardır. Çin’in, yüzyıl boyunca maruz kaldığı acımasız tahakkümden kurtulmasının tek yolunun sanayi gelişimi olduğunu fark etmişler ve 50’li, 60’lı ve 70’li yılların çalkantılı dönemlerinden sağ çıkmayı başaran okul ve şirketler kurmuşlardır. Bu sistem, Deng Şiaoping ve diğerlerinin 1970’lerde ekonomiyi dünyaya açmasıyla büyük bir sıçrama yapmıştır. Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilmesiyle bir başka “Büyük Sıçrama” daha yaşanmış, 2008’deki finansal çöküşün ardından bir sıçrama daha gerçekleşmiştir. Ancak sistem, ancak 2015 civarında alınan kendi kendine yeterlilik kararının 2025 yılına kadar sistematik olarak uygulanmasıyla tamamlanmıştır.

Çin’in endüstri sistemi, geçmişteki tüm endüstri sistemlerinin yok edildiği şekilde – kârı maksimize etmek için daha ucuz işgücünün peşine düşülmesi, fabrikaların Vietnam veya Kamboçya gibi ülkelere taşınması ve üretim süreciyle bağın koparılması – yok edilebilir. Ancak sistemin doğru bir şekilde değerlendirilmesi, Çin’in yalnızca her şeyi üretmeye devam etmekle kalmayıp, aynı zamanda yeni bir inovasyon kaynağına dönüşeceği ve henüz hayal bile edemediğimiz ürünleri yaratacağı anlamına gelir.

  • Michael Snedeker, idam cezası avukatı ve Debbie Nathan ile birlikte Satan’s Silence kitabının ortak yazarıdır. Portland, Oregon’da yaşamaktadır.

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/08/12/chinas-industrial-system/