Çalınmış Miras: ‘Eski Yunan’ın Kaynağı Mısır mı?
Miras çalınmış ama kavga kazanılmaya aday
Bilginin gelişmeye ve ilerlemeye açık, dikey ve yatay olarak yayıldığı takdirde kendi kendini açan ve de etki alanını genişleten yapıda olduğu bir gerçektir. Bilgi, “kendinde” dinamik özelliğinden olsa gerek, rasyonel alanda sabitliğin yerini dinamizm, lokalliğin yerine yayılım alır. Felsefe tarihi de insanlığın ortak bir tecrübe ve bilgi havzasının seyri denilebilirse de bu kümülatif ve subjektif bilgi türünün tarih ile olan ilişkisi tartışmaya açıktır. Kimin felsefesi, hangi yorumun tarihi? Hangi bilginin tarihsel süreci hangi öznelliklerin moziği? Felsefe tarihinin, bu, tartışmaya açık yanının birçok farklı sebep ve boyutu vardır. George Granville Monah James’in “Çalınmış Miras” başlıklı metni, tam da bu minval üzere tartışmanın ilk adımlarına ilişkin net ifadeler ile kesin çağırışımlar yapan bir yapıya sahiptir.
Daha en baştan “Yunan Felsefesi” tabirini reddeden yazar, Yunan felsefesi kapsamındaki bilgilerin, Mısır kökenli olmasını vurgulamasının yanı sıra, klasik-klişe “mitostan logosa geçiş ile…” felsefenin “başlangıcı” arasındaki ilinti ilişkisini sarsıyor.
Sadece bu kadar mı?
James, bilginin kökeni ile ilgili araştırmasını bir tür pratik ve felsefenin, aksiyon unsuruna bağlanmasına bir örnek olarak Yeni Afrika Kurtuluş Felsefesinin temellerine ve doğuşuna işaret ederek noktalıyor. Felsefeyi, dünyaya, (Yunanlıların değil doğrudan) Kuzey Afrika siyah halkının kazandırdığına ilişkin fikrini, (Yunan aklının kutsanmasının ve misyoner politikanın uygulana geldiği gerçekliğin reddi eşliğinde) son noktada bir tür sosyal kurtuluşu gaye edinen “Yeni Afrika Kurtuluş Felsefesi”nin doğuşuna gebe olarak ele alan James’e göre, -anladığımız ve aslında ve James’in metoduna benzer şekilde, bizim de kendisinden devşirmek sureti ile- kendini gösteren sonuç şudur: Pek tabii olarak mesele sırada bir geçmiş ve sahiplenme veya hak iddiası meselesi değildir. Tarihsel sıralanış itibarı ile tarihsel üretim üzerinden bugünün içerisinde, yani doğrudan “zamanın sözü” halinde bir tür kurtuluş söyleminin gerekliliği hadisesi… Bu ele alış üslubu, düşünmenin bir hareket olduğu ve felsefe, tefekkür, bilgi vs. gibi farklı kelimelerle anılsa da “zihni-bilişsel” alanın sükun halinde olmadığını ispatlar ki, bugün felsefenin sırtında kambur haline gelen yük de budur.
Zira felsefe, bir zulmü meşrulaştırmaktan bir direnişi besleyen kurama, hayatın işleyişinden kopuk ve etkisiz bir saha olmaktan hayatı doğrudan sarsan bir hareket disiplinine kalbetmedikçe; bilgeliğe de sevgiye de uzak düşmeye devam etme halinde görünecektir.
Bu bağlamda birkaç işaretlemeye geçmeden önce, “Çalınmış Miras”tan altı önemle çizilebilecek noktaları belirtmek gerekirse;
Bugün, Yunan felsefesi diye bildiğimiz şey hemen hemen Büyük İskender’in, Mısır’ı fethi ve ardından İskenderiye Kraliyet Kütüphanesi’nin talan edilmesinden sonra ortaya çıkmış bir çalıntı bilgi kümesidir. Bu bilgilerin asli sahibi olan bölge Mısır’dır. Kaynaklarda, eski Yunan filozoflarının erken dönem hayatlarına ve eğitimlerine dair herhangi bir veri kaydı yoktur ve dahası bu filozoflar Yunan müesses nizamı tarafından istenmeyen adamlar oldukları ve sık sık kovuşturmaya maruz kaldıkları için kişisel eğitimleri ve epistemolojik arka planları ile ilgili bilgi aktarmamışlardır. Yunan, Pers, Keldani felsefe okulları Mısır Gizem Öğretisi, inisiyasyonunun birebir aynı parçasıdır. Yunan’da MÖ 640-322 arasında felsefi üretim ortamına uygun bir atmosfer yoktu ve dahi o dönemde yaşanan savaşlar ve karışıklıklar, Yunanlılara diğer kültürleri tanıma fırsatı vermiştir. Ve yine aynı şekilde Mısırlılar da kendi ülkelerindeki istilalar sonrasında çevre bölgelere gittiklerinde, beraberlerinde mevcut olan bilgilerini de götürmüşlerdir.
Denilebilir ki, ticari olarak gelişmiş bir bölge olan Yunan çevresi, etrafındaki farklı kültürel birikimlerin yolu üzerinde bulunuyor olmasından dolayı, Yunan’da birden fazla farklı kaynaklı bilginin terkibe uğraması mümkündür, zira özellikle “İlkçağ Felsefesi”nden Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Heraklitos, Parmenides, Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozofların bilgileri analiz edildiğinde zaten epitemolojik olarak Yunan havzasının dışına taştığını müşahede edebiliyoruz.
Yine James’in de özellikle belirttiği gibi Aristoteles’in farklı imkanlarla başta Mısır olmak üzere Yunan’a yabancı bilgi kaynaklarına, kitaplarına, buluşlarına ulaşmış olmasını da hesaba kattığımızda bir Yunan nazariyesinden teorik olarak bahsetmek zor olsa dahi pratik halinde bir kümeleşmeden bahis olunabilir. Bu noktada James’in metnine eklemelerle geniş bir okuma alanı oluşturarak, özellikle Cemil Meriç’in “Yunan Mucizesi” üzerine yazdıkları, Voltaire’nin konu ile ilgili yazdıkları, Ebu Bekir Razi’nin Sokrates hakkında yazdıkları ve dahi (gerçekliği tartışılır bile olsa) İslam kaynaklarında Amr b. As liderliğinde Mısır alındıktan sonra Hz. Ömer’e atfedilen Aristoteles ile ilgili rivayetler gözden geçirilebilir.
Mısır’da bilgi, bugünkü anlamı ile mistik ve maddi gibi birebir muarız bir şekilde ayrılmadığı gibi, felsefi düşünce geleneğinin izini sadece Mısır’da değil, Yunan öncesinde olmak kaydı ile coğrafya olarak sözgelimi Hint, Mezopotamya, topluluk olarak söz gelimi Hz. Lokman’ın takipçilerine, Hz. Süleyman’ın varislerine kadar sürülebilir.
Emperyalist tarih yazımının bir parçası olarak ele alınan ve inşa edilen felsefe tarihi çalışmalarında bölgeler olduğu kadar fikirler de dizayn edilir, lakin biliyoruz, logosa geçiş aşaması Antik Yunan için tayin edilebilir görünse de, Antik Yunan filozoflarından adeta kovuşturmaya ve mihneye muhatap olanlar, “geleneksel Yunan”a yabancı fikirleri dillendirmiş olmalarının karşılığını görmüşlerdir.
Nihai olarak Thales’tenKsenofanes’e, Pisagor’dan Leucippos’a, Aristoteles’e kadar filozofların felsefi duruşları James’in de dediği gibi Yunan’a yabancı idi. Klasik bilinen Antik Yunan filozofları, Yunan müesses nizamı birer için milli tehdit miydi yoksa?
Çalınmış Miras, Yarın yayınları, 2017