Büyük Hayallerin Sonu
Sesli Makale:
Dünyayı değiştirecek kadar büyük ütopyaların sona erdiğini ilan etmekte gecikmiş olabiliriz. Son yirmi yıldır dünyada hepimizi şaşırtacak ve etkisi altına alacak fikirler çıkmadığı gibi, mevcut idealist fikirlerin peşinde koşanların sayısı da epey azaldı farkındaysanız.
Geçenlerde ABD Donanma komutanının bir videosunu izledim. “Dünyayı değiştirmek istiyorsan önce yatağını düzelt” diyordu askerlerine. Bu metaforun mantığını anlıyoruz hepimiz. Fakat yatağını düzelten insanların sonra mutfağı temizlemek, salonu toplamak gibi gündelik uğraşlara dalıp gittiğini, dışarı çıkıp “dünyayı neresinden değiştirmeye başlamalıyım?” diye asla sormadığını da görüyoruz.
GÜNDELİK İŞLERLE UĞRAŞAN ZİHİNLER
30 yıldır gazetecilik yapıyorum, son on yıl kadar kriz yayıncılığı, son dakika haberciliğinin olduğu bir dönem görmedim.
Bu şu anlama geliyor, içeride o kadar çok krizle uğraşıyoruz ki, dışarı çıkıp dünyanın değiştirilecek yerlerine bakamıyoruz bile.
Büyük hayaller kurmaz olduk kısacası.
Yerel seçimlerdeki oy oranları, parlamentodaki aritmetik, ittifaklar, gurup kurmalar üzerine binlerce makale, yüzlerce televizyon programı yapıldı ama bir tekinde bile siyasetin finansmanı, parti içi demokrasi tartışılmadı.
Düşünün bu yapılamıyorken biz dünyadaki siyasetsizliği, liberalizmin dönüşümünü, globalleşmenin ve kapitalizmin sonunu nasıl tartışacağız?
Büyük fikirler yoksa büyük idealler ve heyecan veren ütopyalar da doğmaz tabi.
Daha vahimi ise şudur: Sosyal medyanın zihinleri sığlaştıran rüzgarı öylesine etkili esiyor ki, karşısında direnebilen, tutunacak nitelikli dal kalmadı neredeyse.
İnsanlar beş adımda mutlu olmanın, 3 adımda zengin olmanın ve iki seksek ile iç huzuru bulmanın yollarını anlatan “short” videolara bayılıyor ve bir daha da ayılamıyor.
İki dakikayı geçmeyen bu “süper hap” hayat derslerini izleyen birine, siz post-modernizm, post-kemalizm, post-İslamcılık tartışalım mı diyeceksiniz?
Artık “en güzel kitap cümleleri” hesaplarını takip edenler bile “seviyeli takipçi” kategorisinde, gerisini siz düşünün.
FENOMEN AYDINLAR DRAMI
Kendini “filozof” olarak tanıtan biri Twitter’da yazdığı bir aforizmanın bir milyon gösterim aldığını ballandıra ballandıra anlattığı günden beri aydınlarımızın da rüzgara karşı direnemediğini anlamış bulunuyorum.
Çünkü “like” almayan paylaşımlarının yanlış olduğunu düşünmeye başlamıştı. Buna cehaletin seviyesini önemseyen “fenomen aydın dramı” denebilir.
Türkiye’deki durumun vahametini daha fazla anlatmama gerek yok sanırım. Ancak dünyada durumun çok farklı olduğunu da düşünmeyin.
“Dünyanın çivisi çıktı azizim” sözünün gerçekleştiğini sadece ABD’ye bakarak bile anlayabiliriz. Trump dünyanın en büyük bilgi üreten ülkelerinden birine başkan oldu ve promter kullanmadığında, konuşmalarında toplam kullandığı kelime sayısı 330 civarında. Evet tabi ki saymadım, lakin sayılsa daha az çıkacağına da iddiaya girebilirim.
Trump’ı doğuran ve emziren yeni sosyolojiyi değil de; “Biden bunaktı o yüzden Trump yükselişte” diyen entelektüelin de Instagram fenomeni seviyesinde olduğunu düşünebiliriz. Toplumun değişimini okuyamıyor, çünkü sürekli sosyal medyaya bakıyor.
Amerikan toplumunun cehaleti meşhurdu aslında. İlk defa 1999 yılında ABD’ye gittiğimde tuttuğum notlara şunu yazmıştım, “300 milyon insanın belki de % 1’i ülkeyi yönetiyor. Geri kalanı sadece vergi vermek ve tüketmek üzere kodlanmış.”
Kimse onlardan her yere Brookings Enstitüsü açmasını beklemiyor tabi. Ancak bir ülke bütçesi kadar parası olan devasa üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının, enstitülerin bizi şaşırtan hangi fikirleri ürettiğini son zamanlarda hatırlayan var mı?
FRANKFURT OKULUNA SIĞINAN GENÇLER
ABD’den dünyaya yön veren fikir çıkmıyor da Avrupa içinde düştüğümüz buhrana karşı seri vaziyette fikir mi üretiliyor sanki?
İktidar, iki yüz yılda üretilen tüm insani değerleri bir bir harcarken; Kant’ın, Weber’in, Zola’nın mezarlarında ters dönüp, her gün Avrupalı aydınlara beddua ettiğine eminim. Koca mirası koruyamadılar.
Kuranı Kerim yakan çatlak siyasetçiyi polis eşliğinde koruyan ve “fikir özgürlüğü” diye yutturmaya çalışanlar, Edinburg’ta “Free Palestine” diye bağıran genç öğrencileri saf kan İngiliz tayıyla ezmeye çalışan atlı polisleri göremiyor.
Berlin’de polis copuyla kafaları kırılan öğrencilerin “Frankfurt Okulu”nun bahçesine sığınmasına bile müsaade etmediler; tazyikli su fışkırtıp “Doğu Almanya”ya sürdüler.
Yaşadıkları çelişkilerin farkında bile değiller yani.
Üstelik tüm problemlerinin kaynağını şu kırçıl saçlı Afrikalı, çekik gözlü Asyalı, “kılıksız” Ortadoğulu göçmenlerin Avrupa’ya gelmesi zannediyorlar. O yüzden göçmenlere ne kadar çok küfreden siyasetçi varsa hepsi oylarını arttırdı. Hollanda’da Wilders, Fransa’da Le Pen, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Macaristan’da Urban, İtalya’da Meloni en iyi “göçmen savar” olduğu için baş tacı edildi sandıkta.
Sanırsınız tüm göçmenleri gemilere doldurup Afrika’ya gönderdiklerinde içine düştükleri krizden kurtulacaklar. Bu bir farazi örnek değil, İngiltere’de uygulamaya başladıkları bir çözüm politikası. Ruanda’ya ilk gemi gitti bile.
Avrupa’da bir zamanlar bizdeki en küçük insan hakları ihlaline, hukuk sorununa diyaframlarını şişirerek bağıran Avrupalı aydınlar, fikir adamları ne diyor bu yabancı düşmanlığına karşı?
Ciddi ciddi Endülüs’deki “Reconquista” gibi Müslümanları ve yabancıları Avrupa’dan sürmeyi konuşan siyasetçiler varken, Avrupalı aydınların ne yaptığını merak etmiyorum. Muhtemelen Youtube kanalları için izleyici toplamak için kasıyorlardır.
İSLAM ÜLKELERİNDEN FIŞKIRAN FİKİRLER!
Yani diyeceğim o ki tükenmiş bir Avrupa, dejenere olmuş bir ABD ve ne yapacağını bilmeyen bir Batılı toplum var ortada.
Tabi İslam dünyasındaki fikri yükselişi, derinliği, inkişafı ve terakkiyi burada anlatmam mümkün değil, öyle büyük bir değişim yaşanıyor!
Maveraünnehir havzasından her gün yeni bir fikir doğuyor ve dünyayı aydınlatıyor! Aydınlarımızın, akademisyenlerimizin, alimlerimizin sözleri dalga dalga yayılıyor Avrupa’da ve adeta 8. yüzyıldaki gibi doğudan yükselen ışık gibi onları aydınlatıyor!
Tamam devam etmeyeceğim bu ironiye. İslam ülkelerinin en iyisi biziz, artık gerisini siz düşünün.
İdeallerin, fikirlerin ve ütopyaların sonunun gelmesini anlatırken meselenin tüm dünyada yaşandığını anlatmaya çalışıyorum. Üzülmeyelim yani!
İnsanlık bir ara devreye girdi. Bitirdiği yolun hali gözüküyor ama başlanacak yol henüz belli değil. Arafta yaşar gibiyiz. Ne büyük hayallerin kurulduğu, fikirlerin doğduğu ve ütopyaların peşinde koşulan 80’ler ve 90’lardan kendimizi kopartabiliyoruz, ne de yeni hal’e ayak uydurabiliyoruz. Sanırım bu şekilde bir gün Fatih Cami’nden uğurlanacağız çoğumuz.
Galiba bu konuları önemseyen, konuşan ve tartışılmasını isteyen bir avuç insan kalmış olabiliriz. Onların bir kısmı da bu dijital dergide toplandı.
Bakalım ne olacak bizim halimiz.