Bütün Fransa, Macronizm’in sona ermesi gerektiği konusunda hemfikir

Macron hâlâ anlamıyor: Bütün Fransa, Macronizm’in sona ermesi gerektiği konusunda hemfikir

 

Fransa Başbakanı François Bayrou’nun hükümetinin çöküşü, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u pek tedirgin etmişe benzemiyor. Uzun süredir en yakınındaki isimlerden biri olan Savunma Bakanı Sébastien Lecornu’yu başbakanlığa ataması, Macron’un hâlâ merkezci gündeminin siyasi olarak geçerliliğini koruduğuna inandığını gösteriyor.

Elbette, anketlerde Ensemble koalisyonunun %15–16 gibi akıl almaz seviyelere gerilemiş olduğu düşünüldüğünde, parlamentoyu ikinci kez feshetmeye yanaşmaması anlaşılır bir refleks. Ama Lecornu’nun atanması, Macron’un Fransa’nın dört bir yanında yankılanan tek ortak görüşü hâlâ reddettiğini ortaya koyuyor: Macronizm’in artık sahneden çekilmesi gerekiyor.

Gerçekler ortada. Macron’un görev onayı yalnızca %21 – geçen yıl partisinin ağır bir yenilgi aldığı seçim dönemine kıyasla yedi puan daha düşük. Halkın, onun simgeleşmiş ekonomi politikalarına karşı gösterdiği tepki ise gün geçtikçe büyüyor – hem sayıca hem de coğrafi yayılım bakımından.

Fransızlar, yönlerini popülist sağa mı, yoksa Marksist tonlara sahip sola mı çevireceklerinden henüz emin değil belki; ama gittikçe daha net bir kanaate varıyorlar: Bu çizgide ısrar etmek artık mümkün değil.

Macron’un Meclis’teki durumu da pek parlak sayılmaz. Üçlü Rönesans koalisyonu—yani Ensemble, Demokratik Hareket ve Ufuklar—577 sandalyelik Ulusal Meclis’te sadece 161 koltuğa sahip. Merkez sağdaki müttefiki Cumhuriyetçiler de yalnızca 49 sandalye daha ekleyebiliyor. Toplamda 210. Oysa çoğunluk için 289 sandalye şart. Aradaki fark uçurum gibi.

Bu tablo, Lecornu’nun hükümet kurabilmek için başka bir parti ya da grupla iş birliği yapması gerektiği anlamına geliyor. Ancak Macron, Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi ve onun müttefikleriyle düzenli bir iş birliğine kesin olarak kapıyı kapatmış durumda. Bu da tek seçeneğin sola yönelmek olduğunu gösteriyor.

Ama Macronistler için işler orada da tıkanıyor. Onlar da Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki aşırı sol blok—Boyun Eğmeyen Fransa ve onun yeşil ile komünist müttefikleriyle—herhangi bir düzenli ittifakı kesinlikle reddediyorlar.

Bu, ilk bakışta “ilkesel bir duruş” gibi görünüyor olabilir. Fakat bu tavır, Lecornu’nun elinde kalan tek seçeneğin Sosyalist Parti’ye yaslanmak olduğu anlamına geliyor. Onlarda 66 sandalye var. Belki de birkaç küçük partiden fire verecek milletvekiliyle birlikte zar zor bir çoğunluk oluşturabilir.

Ama bu formül, önceki iki başbakan için bile sürdürülemez olduğunu açıkça göstermişti. Çünkü Sosyalistler, son seçimde solun diğer partileriyle—Yeni Halk Cephesi adı altında—ittifak kurarak yarıştı. Eğer şimdi dönüp Macron’un merkez siyasetine yanaşırlarsa, onları Meclis’e taşıyan seçmenleri doğrudan yarı yolda bırakmış olurlar.

Ve bunu yapmaya bugüne kadar kesinlikle yanaşmadılar. Hatta Bayrou’nun, kendi mali taleplerini karşılamayı reddetmesi üzerine hükümetine karşı oy kullanmaları, onun ipini çeken en önemli nedendi.

Benzer bir inat Cumhuriyetçilerde de var. Onlar da parlamentodaki tabloyu kabul edip sola kaymak yerine, her kim iktidara gelecekse kendi mali çizgilerine uymasını şart koşuyor.

Macron ve Lecornu şu an iki uç arasında sıkışmış durumda: Biri, kamu harcamalarında eli bol bir Sosyalist sol; diğeri ise bütçeyi sıkı tutan muhafazakâr bir Cumhuriyetçi sağ. Sanki siyaset değil, Yunan mitolojisinden bir trajedi izliyoruz: Bir yanda Scylla, öte yanda Charybdis.

Bu iki tarafın talepleri öylesine birbirine zıt ki, Bayrou’nun görevden alınması sürecinde gösterilen tepkiler bu uçurumu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Sosyalist Parti lideri, Macron’a soldan bir başbakan ataması çağrısı yaptı. Ancak Mélenchon, içinde Macroncu bakanların bulunduğu herhangi bir Sosyalist hükümete destek vermeyeceğini anında ilan etti.

Öte yandan Cumhuriyetçilerin lideri Bruno Retailleau da, başbakanlık koltuğunda bir Sosyalist oturursa, kendi partisinin o hükümette yer almayacağını açıkça söyledi.

Yani Lecornu’nun atanması, gerçeğe kafa tutma çabası. Macron, merkezden yönetme hayalini üçüncü kez deniyor. Ama bu merkezin altı çoktan oyulmuş durumda. Ve tıpkı Sisifos gibi, o da kayanın yeniden yokuş aşağı yuvarlanışını seyretmek zorunda kalacak.

Er ya da geç taktiksel bir geri adım atmak zorunda kalacak. Bu da, bazı politikalarını sulandırmak ve Fransa’nın borç seviyesini arzu ettiğinden daha yukarıda tutmak anlamına geliyor. Ama kendi yaptığı siyasi hesap hatası, ona başka bir seçenek bırakmıyor.

Üstelik bunu Lecornu üzerinden yapması da pek olası değil.

Bütçeye destek arayışıyla solu yoklamak, Mélenchon’un net tutumu yüzünden baştan elenmiş durumda. Diyelim ki Sosyalistler iş birliğine açık—yine de Macron’un kendi cephesiyle ve ılımlı solun desteğiyle Meclis çoğunluğunu kurması neredeyse imkânsız.

Sağa kaymak ise, adı konmamış bir Ulusal Birlik koalisyonuna razı olmak anlamına gelir. Oysa yeni seçimlerin ufukta göründüğü bir ortamda, Le Pen’in bu pazarlığa yanaşması düşük ihtimal. Siyasi pozisyonunu sağlamlaştırma fırsatını, sırf bir yıllık küçük kazanımlar uğruna neden feda etsin?

Kısacası: Yeni seçim kaçınılmaz. Ve bu seçim, Macron’un Meclis’teki gücünü daha da törpüleyecek. Aşırı sağa ve aşırı sola alan açacak. Ve Macron’un politik gündemini doğrudan çöp kutusuna gönderecek.

Ama belki de bu, Macronizm açısından uzun vadede en hayırlı senaryo. Fransa derin yapısal krizlerle boğuşuyor ve iktidar, popülistleri çok hızlı ayıltan bir şeydir. Belki de ülkede büyüyen o popülist enerjiyi dizginlemenin tek yolu, onlara kısa süreliğine dümeni teslim etmekten geçiyordur. Hatta bu, sadece olası değil; muhtemelen gereklidir.

Macron bu tablodan kişisel olarak kazançlı çıkmaz. Aksine, siyasi olarak küçülür ve yenilmiş bir figür olarak görülür.

Ama zaten durum bu. O, klasik film Altıncı His (The Sixth Sense)’teki Bruce Willis karakterinin siyasi versiyonu: Macron, siyaseten çoktan mevta; sadece bunun henüz farkında değil.

 

Source: https://brusselssignal.eu/2025/09/macron-still-doesnt-get-it-all-france-agrees-macronism-must-go/