BRICS+ ve Konfüçyüs

Güncel olaylar notu: İlk bakışta, bu metin, BRICS+’nın yeni üyelerinden biri olan İran’a İsrail ve ABD tarafından yapılan son saldırı ışığında anlamsız görünebilir. Ancak dikkatlice okunduğunda, bu metin böyle bir saldırıyı, ABD’nin hakim olduğu tek kutuplu dünyanın belki de son nefesi olarak değerlendiriyor ve bu dünyanın çöküşünün ardından ortaya çıkabilecek umudu müjdeliyor. Ancak eski henüz tamamen ortadan kalkmamış ve yeni henüz tam olarak ortaya çıkmamış olduğundan, bu geçiş döneminde Antonio Gramsci’nin bahsettiği canavarlıkları göreceğiz. İran’a saldırı da bunlardan biri.

Kavramsal bir açıklama

İdeoloji, dayanılmaz olanı desteklemek ya da katlanılabilir kılmak için gerekli görülen bir dizi hayali fikirdir. Dayanılmaz olan, her zaman belirli bir topluluk içinde tartışmalı (doğallaştırılmamış) eşitsizlik ve ayrımcılıkla ilgilidir. Din, bu dünyanın ötesine geçişle (bu dünyada ya da başka bir dünyada gerçekleşecek nihai dönüşüm) ilgili bir dizi fikirden oluşur; bu geçişi sağlamak için bedenin (özellikle cinselliğin) ve toplumsal birlikte yaşamanın düzenlenmesini içeren araçlarla birlikte işler. Genellikle ideolojiyle aynı işlevi görür. Bilgelik ise, dayanılmaz olanın deneyiminden beslenen ve iktidar sahiplerinin neredeyse her zaman hoş karşılamadığı alternatifler sunan bir düşünce sistemidir. Bu, nihai gerçekliğe (Konfüçyüs’ün “göğü”ne) yaklaşmak ve iyilik ile kötülüğü açık bir şekilde ayırt edebilmek amacıyla kişisel bir gelişim sürecidir. Bu metinde, bu üç kavram halkların yaşamlarında birbirine çok sayıda köprüyle bağlı geçirgen varlıklar olarak ele alınmaktadır.

15.yüzyıldan bu yana, dünyada egemen ideoloji Avrupa merkezlidir ve bu egemenlik, Batı sömürgeciliği, kapitalizmi ve emperyalizminin yükselişiyle örtüşmektedir. Bu ideoloji karmaşıktır, ancak temel dayanakları şunlardır: liberalizm (serbest ticaret, bireycilik, özel mülkiyet, meşru şiddetin tekelinde devlet ve hukuk, liberal demokrasi), tek geçerli bilgi biçimi olarak modern bilim, rasyonalizm (pragmatik akılcılık olarak), evrenselcilik, doğrusal ilerleme, insan hakları ve sekülarizm. Egemen ideolojinin karakteristik özelliği – tam da egemen olduğu için – hem ifşa edici hem de örtücü olmasıdır. En başta, kendisiyle çelişen uygulamaları gizler; bu nedenle, çıkarlarını en çok reddettiği egemen olmayan toplumsal sınıflar ve gruplar tarafından sıklıkla benimsenir. Bu yüzden egemenlik hem şiddet yoluyla hem de egemen olmayanların rızası veya pasifliği aracılığıyla uygulanır. Belirli koşullarda, egemen olmayanlar, egemen ideolojiyi taktiksel ya da seçici biçimde benimseyebilir ve onu egemenliğe karşı direniş mücadelelerinde kullanabilir. Bu durum insan hakları ve demokrasi fikirleriyle sıkça yaşanmıştır.

Beş yüzyıllık bir egemenliğin ardından, Batı sömürgeciliği-kapitalizmi-emperyalizmi artık çöküş belirtileri göstermeye başladı. Bu egemenlik her zaman kısmen sorgulandı (komünizm, işçi hareketi, sömürgelerin siyasi kurtuluşu, Üçüncü Dünyacılık), fakat bugüne dek hep galip geldi. Ta ki bugüne kadar. Dünyayı saran savaş sersemliği, Batı egemenliğinin geri dönüşü olmayan çöküşünün işaretlerinden biridir. Diğeri ise BRICS+’nın ortaya çıkışıdır. Batı’nın kapitalist birikim modeli, kârlılık arayışını üretken olmayan alanlara – ister finansal spekülasyon olsun, ister silah ve gözetim sanayileri – yönlendiren bir krizle karşı karşıyadır. Kumarhane ekonomisi ile ölüm ekonomisi, nihai çöküşü önlemek ya da ertelemek için el ele vermektedir.

BRICS+

Bu arada, yüzyıllar boyunca ya Avrupa’nın sömürgesi olmuş ya da Batılı güçler tarafından aşağılanmış, egemenlik altına alınmış ya da işgal edilmiş ülkelerin öncülüğünde, benzeri görülmemiş bir güçle Batı dışı bir kapitalist birikim ufukta belirmektedir. Burada BRICS’ten ve özellikle BRICS+’dan söz ediyorum. Bu grup, ismini oluşturan ülkelere (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ek olarak, şu anda on bir büyük yükselen ekonomiyi içermekte ve birçok başka ülkeyi de bünyesine katmak üzeredir. Bu ülkeler bugün dünya nüfusunun %49,5’ini, küresel GSYİH’nın yaklaşık %40’ını ve küresel ticaretin %26’sını temsil etmektedir. Halihazırda, küresel GSYİH’nın %30’unu ve dünya nüfusunun %10’unu temsil eden en gelişmiş ülkeler grubu G7’yi geride bırakmışlardır. Brezilya, Ocak ayında grubun başkanlığını devraldı ve temasını “Daha kapsayıcı ve sürdürülebilir yönetişim için küresel Güney arasında işbirliğinin güçlendirilmesi” olarak belirledi.

1955 Bandung Konferansı’nda doğan Üçüncü Dünya hareketinde olduğu gibi, burada kapitalizm ile sosyalizm arasında bir tercih tartışma konusu değildir. Söz konusu olan, Batı sömürgeciliği-kapitalizmi-emperyalizmi ile etkili biçimde rekabet edebilecek Batı dışı bir kapitalist alternatiftir. Başka bir deyişle, söz konusu olan, Batı dünyasının son beş yüzyılda ilk kez Batı dışı dünya ile eşit koşullarda bir arada yaşamaya davet edildiği çok kutuplu bir dünyanın inşasıdır. Bu, tüm ülkelerin Batı dışı dünyaya aynı yoğunlukta ait olduğu anlamına gelmez (Brezilya’yı düşünmek yeterlidir), ancak baskın yönelim Batı dışıdır. Güney Afrika Cumhurbaşkanı, ülkesinin 2023 yılında BRICS başkanlığını üstlendiği dönemde şöyle demiştir: “Bize neyin iyi olduğunu söylemelerini istemiyoruz, küresel yönetişim mimarisinin fay hatlarının yeniden çizilmesini, reformdan geçirilmesini, dönüştürülmesini istiyoruz… Daha adil, kapsayıcı ve çok kutuplu bir dünya topluluğu yaratma sürecine katılmak istiyoruz.” BRICS’in genişlemesinin ve bunun sonucunda çok kutuplu bir dünyanın inşasının, bugün ABD, Avrupa ve İsrail’in oluşturduğu yeni bir “şer ekseni”nin hâkimiyetindeki Batı dünyasının sürüklendiği savaşı frenleyebildiği ölçüde bir barış faktörü olabileceğini savundum.

Ancak birkaç soru ortaya çıkmaktadır. Sosyalizmi önermiyorlarsa, BRICS ülkeleri yüzyıllardır Batı dünyasını tanımlayan sömürgecilik-kapitalizm-emperyalizm matrisini yeniden üretmiş olmayacaklar mı? Bu matris, özetle, merkez ile çevre arasındaki eşitsiz ilişkilerle (yağma, aldatma, kötü niyet) tanımlanır. Modern Batı dönemine bütünlük kazandıran ideolojinin BRICS içinde de bir karşılığı olacak mı? Eğer olacaksa, bu ideoloji ne olacak? Bu ülkelerin tarihsel deneyimleri göz önüne alındığında, farklı bir ideolojiye ya da yeni bir ideoloji kavramına ilgi duyarlar mı? Kapitalizm, Japonya ve Güney Kore’nin 1980’lerdeki ekonomik yükselişiyle gündeme gelen bir soru olarak, farklı ideolojilerle bir arada var olabilir mi?

Konfüçyüsçülük devreye giriyor

Batı dünyasının egemen ideolojisi büyük ölçüde, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, egemen ülkeler tarafından üretilmiştir. BRICS içinde ise egemen ülke Çin’dir. Genişleme öncesinde, BRICS içinde üretilen servetin %70’i Çin’e aitti. Çin ekonomisi, Hindistan’ın beş katı, Rusya’nın sekiz katı, Brezilya’nın dokuz katı ve Güney Afrika’nın kırk üç katı büyüklüğündedir. Genişlemeden önce, BRICS ülkelerinin ideolojik yönelimleri son derece heterojendi: Çin’de emperyalizm, Taoizm, Konfüçyüsçülük, Marksizm; Hindistan’da Hinduizm (swaraj, swadeshi), Budizm, İslam; Brezilya’da Batı Hristiyanlığı, kalkınmacılık, egemenlik (alt-emperyalizm ve bağımlılık teorisi arasında sürekli gerilim); Rusya’da emperyalizm, Doğu Ortodoks Hristiyanlığı, ilkel komünizm, Marksizm; Güney Afrika’da Afrika hümanizmi, milliyetçilik, Ubuntu, apartheid ve apartheid karşıtlığı. Genişlemeden sonra İslam bileşeni büyük ölçüde genişledi. Ancak her şeyden önce, ideolojik çeşitlilik arttı. Eski Mısır ve Pers (Zerdüşt) örneklerini düşünmek yeterlidir. Elbette, bu tanımların her biri kendi içinde büyük bir iç çeşitlilik barındırır ve bu çeşitlilik zaman zaman birbirine zıt olabilir.

Egemen ideolojinin önemi ne olursa olsun, ben varsayımı şu şekilde kuracağım: Egemen ideoloji, egemen ülkenin ideolojisidir ve Batı dünyasından farklı olarak BRICS ülkeleri – liderlerinin pek çok açıklamasında belirttikleri gibi – yeni ideolojiye uygun bir dünya sistemi değişikliği gerçekleştirmek istemektedir. Günümüz Çin’i resmî olarak Konfüçyüsçüdür. İlk Konfüçyüs Enstitüsü 2004 yılında Seul’de (Güney Kore) açılmıştır. Günümüzde dünya genelinde 548 Konfüçyüs Enstitüsü bulunmaktadır; bu enstitülerde Çince dili ve Çin kültürü öğretilmekte, kültürel etkinlikler ve eğitim değişim programları düzenlenmektedir.

Güney epistemolojilerinin önerdiği uyarılar

İdeoloji kavramının, Batı uygarlığından çok daha eski uygarlıklardaki egemen fikirleri tanımlamak için yeterli olup olmadığı sorulmaya değerdir, özellikle de bu uygarlıkların yüzyıllar boyunca izole bir şekilde yaşamış olmaları göz önünde bulundurulursa. Konfüçyüsçülük örneğinde, 2.500 yılı aşan bir felsefi gelenekten söz ediyoruz. Bu uygarlıklar Batı uygarlığıyla karşılaştığında, Batı silahlarının üstünlüğü nedeniyle kendilerini aşağı bir konumda buldular. Dahası, bugün “Batı kültürü” olarak adlandırdığımız şey (özünde klasik Yunan antik çağını temel alır), İslam kültürü tarafından altın çağında – 9. ile 11. yüzyıllarda Bağdat’ta ve özellikle 11. ile 13. yüzyıllar arasında Endülüs’te – bize aktarılmamış olsaydı, var olamazdı. Konfüçyüsçülüğü ele alırsak, kurucusu Konfüçyüs (MÖ 551 doğumlu), genel olarak hakiki bilgeler gibi, kendi döneminde pek kabul görmemiştir. Hükümdarlar tarafından kısa süreliğine tanınmış, sürgüne zorlanmış ve az sayıda öğrencisi tarafından izlenmiştir. Yüzyıllar boyunca Konfüçyüs, Taoizm ile rekabet etmiş (Lao Tze – sürgün yaşamış ve devletten ayrılmasına izin verilmesi karşılığında Tao Te Ching adlı eserini yazmak zorunda kalan gizemli bir bilge), kimi zaman coşkuyla benimsenmiş, kimi zaman da şiddetle reddedilmiştir.

Şimdi en yakın döneme bakalım. Konfüçyüs hakkında bildiklerimizin (Sokrates’te olduğu gibi) onun öğrencileri tarafından kaydedildiğini belirtmek gerekir. Bu bağlamda, büyük öğrencisi Mencius (MÖ 4. yüzyıl) özellikle önemlidir. MÖ 2. yüzyılda Konfüçyüsçülük, Çin imparatorluğunun resmî ideolojisi olarak kabul edilmiştir. Popülerliği yüzyıllar boyunca birçok kez sarsılmıştır, ancak 20. yüzyıla kadar kökten sorgulanmamıştır. Uzun süren Qing Hanedanı (1644–1911), büyük ölçüde 1840’lardaki afyon savaşları nedeniyle çökmüş ve bugün hâlâ Tayvan’da varlığını sürdüren Çin Cumhuriyeti’nin doğmasına yol açmıştır. Anakara Çin’de ise, 1920’lerden itibaren Mao Zedong’un ön plana çıktığı Komünist Parti ile Çan Kay-şek’in Milliyetçi Partisi arasındaki mücadele, 1949’da Komünistlerin zaferiyle sonuçlanana kadar sürmüştür.

Komünizm ve Konfüçyüsçülük

Konfüçyüsçülüğe yönelik en radikal meydan okuma, 20. yüzyılın ilk on yıllarında, 1912’de Cumhuriyet’in ilanıyla başladı. Kimileri, Konfüçyüsçülüğü Çin’in geri kalmışlığının – modern bir ulus-devlet olamamasının – nedeni olarak görürken, kimileri de onun yeni zamanlara uyum sağlayacak şekilde yenilenebileceğine inanıyordu (neo-Konfüçyüsçülük). Çin Halk Cumhuriyeti, 1949 yılında Çin Komünist Partisi’nin himayesinde kuruldu.

İlk dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Konfüçyüsçülük Çin’de çok eski olmasına rağmen, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ideolojik repertuarında oldukça yenidir. Hatta, 1949 yılında komünistlerin, Konfüçyüsçülüğü diğer gerici ideolojiler gibi ortadan kalkmış bir ideoloji olarak gördükleri söylenebilir. Konfüçyüsçülük, “feodal bir ideoloji” idi. İkinci nokta (ilkiyle çelişmeyen), Çin komünizminin, Konfüçyüsçülük tarafından şekillendirilmiş bir uygarlık bağlamında anlaşılması gerektiğidir. Bu öncelikle, bir ülkenin refahı ya da çöküşünün büyük ölçüde yöneticilerinin erdemlerine ya da ahlaksızlıklarına bağlı olduğu; ve bireylerin yalnızca kişisel çıkarlarını tatmin etmeye çalıştığı (legalizm) için yönetime ihtiyaç duyulması ile insan doğasının iyi ve sosyalleşmeye yatkın olduğu, dolayısıyla hükümetin toplumdan ayrı bir varlık olarak ortadan kalkması gerektiği fikri (Taoizm) arasında sosyal uyumun aranması gerektiği anlamına gelir. Hiyerarşi ile eşitlikçilik, çatışma ile ılımlılık, otorite ile danışma/ılımlılık/hoşgörü gibi karmaşık ve hatta çelişkili unsurların bir karışımı söz konusudur. Konfüçyüs, toplumu bir aile olarak görmüştür; bu ailede, sosyal uyumun sağlanmasında evlat sevgisi (yaşlılara saygı) ve babanın otoritesi temel öneme sahiptir. Konfüçyüs’e göre eğitim, yöneticilerin ahlaki bütünlüğü kadar önemlidir; yöneticiler de Konfüçyüsçü iyi yönetişim ilkelerine uygun hareket edebilmek için eğitilmelidir.

Kötü yöneticilere karşı adil isyan Konfüçyüs’te de mevcuttur ve hiyerarşik toplum fikri, uzun bir köylü eşitlikçiliği geleneğiyle bir arada var olur; bu gelenek genellikle, pek çoğu gizli olan (örneğin üçlü çeteler gibi) çeşitli türden örgütlenmelere dayalı isyanlarla ilişkilendirilmiştir. Bu tür isyanlardan biri 1926–1927 yıllarında Hunan’da gerçekleşmiş ve genç Mao Zedong tarafından bizzat gözlemlenmiştir. Bu olay, Mao’nun daha sonra geliştireceği Marksizm versiyonunda yansımasını bulan, gençliğinde yaşadığı kesinlikle etkili bir deneyimdi: köylülerin devrimci bir güç olarak kabulü, kırsal komünlere destek ve köylü gerilla savaşı deneyimine dayanan bir kitle çizgisi. Mao, tıpkı Konfüçyüs gibi, insan doğasının esasen iyi olduğuna ve bu doğanın gelişmesi için eğitimin temel olduğuna inanıyordu. Aynı şekilde Mao da, yönetimin üstünlüğünün, “altın orta” ilkesine – uçlar arasında denge kurma ilkesine – dayanan ahlaki bir üstünlükten kaynaklandığını düşünüyordu. Konfüçyüs’te olduğu gibi, Mao’nun “yeni insanı” da toplumsal dayanışma temelinde inşa edilmiş bir toplumdan doğuyordu. Ancak neredeyse tüm ideolojilerde olduğu gibi, Mao’ya karşı olanlar da kendilerini Konfüçyüsçülüğe bağlılıkla tanımlamışlardır.

Kültür Devrimi ve Kültür Devrimi sonrası dönem

Kültür Devrimi (1966–69/76), Konfüçyüsçülüğün bir başka sonunu işaret etti. Bu dönem boyunca Konfüçyüs’e yalnızca Kültür Devrimi’ne karşı çıkanlar atıfta bulundu; onlar, Konfüçyüs’ün insanlığı ve adaleti çatışmanın üstünde tuttuğunu vurguluyorlardı. Mao için muhalefet, Konfüçyüsçülükten çok revizyonistti; yani Kruşçev’in Sovyet komünizminin takipçilerinden oluşuyordu. Ancak sonunda Konfüçyüs karşıtı kampanya galip geldi: Konfüçyüs, komünist Çin’in bir numaralı düşmanı hâline geldi. (1)

Mao’nun ölümünden kısa bir süre sonra, Kültür Devrimi’nin başlıca uygulayıcıları (Dörtlü Çete) tutuklandı. Deng Xiaoping döneminde Batı ile yakınlaşma, geleneksel Çin kültürünün önemli bir parçası olarak görülen Konfüçyüsçülüğün kademeli olarak yeniden itibar kazanmasıyla aynı zamana denk geldi (tapınaklar, manastırlar, Konfüçyüs üzerine çalışmalara izin verilmesi). Özellikle 1989’daki Tiananmen katliamlarının ardından, komünizme yönelik sorgulama bir boşluk yarattı ve bu boşluk yavaş yavaş Konfüçyüsçülükle dolduruldu. Yeni bir “Konfüçyüs ateşi” dalgası ortaya çıktı. (2) 2006 yılında Yu Dan’ın “Analektler Üzerine Düşünceler” adlı kitabı dört ayda üç milyon adet sattı. Bu kitapta Konfüçyüs, haksız yönetimlere karşı eleştirel ve isyankâr yönünden arındırılmış steril bir bakış açısıyla sunuluyordu. Son yirmi yılda Konfüçyüs, Çin Komünist Partisi’nin öne çıkardığı üç fikri vurgulamak için kullanıldı: vatanseverlik/milliyetçilik; Çin’in dünyanın büyük medeniyetlerinden biri olduğu düşüncesi; ve istikrarın koşulu olarak uyumlu bir toplum (ve dolayısıyla muhalefetin caydırılması). Konfüçyüs Enstitüleri, bu bağlamda 2004 yılında ortaya çıktı. (3)

Konfüçyüsçülük ve BRICS

Çin, BRICS’e nasıl bir Konfüçyüsçülük getirecek? Eminim ki bu, Yu Dan’ın yumuşak, duygusal versiyonu olacaktır. Muhtemelen hoşgörü, uzlaşma, uyum, karşılıklı saygı, üzerinde uzlaşılan kurallara riayet ve özdenetim gibi değerlere vurgu yapılacaktır ki bu değerler, ABD etkisi altındaki dünyanın sürüklendiği savaşla parçalanmış, anarşik, distopik ve kendini yok eden bir dünyada son derece gereklidir. Bu nedenle ve BRICS’in vaat ettiği güçlü çok kutupluluk sayesinde, BRICS’in bir barış faktörü olduğu yönündeki önceki sözlerim haklıdır. Nitekim, BRICS ülkeleri Ukrayna savaşı ve Rusya’ya yönelik yaptırımlar konusunda Batı’nın tutumunu takip etmeyi reddederek, dünya ekonomisinin – ABD’nin hegemonya ve şantaj gücünün temeli olan – dolara bağımlı olmamasını sağlamak için önemli adımlar atmaktadır ve IMF ile Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarından farklı bir işleyiş mantığına sahip bir kalkınma bankası kurmaktadır.

Peki bu, Batı kapitalizmine sürdürülebilir bir alternatif yaratmak için yeterli olacak mı? Buna oldukça şüpheyle yaklaşıyorum. Şüphelerimi gerekçelendirmek için Konfüçyüs’e başvuruyorum. Konfüçyüs’ün ünlü vecizelerinden biri şöyle der:
“Hiç kimse hata yapmaktan muaf değildir. Önemli olan, aynı hatayı iki kez yapmamaktır.”

Batı kapitalizmi: Batı kapitalizminin uygulama biçimi, birçok başka özelliğinin yanı sıra, kapitalizmin sömürgecilikle birleşmesini de içeriyordu; yani insan topluluğu içinde derin bir yarık oluşturan bir çizginin sert biçimde kazınmasını: tam insan olarak muamele gören insanları (yurttaşlar, Avrupalı sömürgeciler) insan-altı olarak muamele gören insanlardan (sömürgeleştirilmiş halklar) ayıran çizgi. Bu değersizleştirme, yalnızca dünyanın büyük bir kısmının varoluşsal olarak aşağılanmasını meşrulaştırmakla kalmadı; aynı zamanda köleliği, toprak gaspını, mülksüzleştirmeyi, emeğin aşırı değersizleştirilmesini, ırkçılığı, aldatmayı ve eşitsiz sözleşmeleri de meşrulaştırdı. Tüm bunlar, dünya sisteminin yapısını merkez ile birçok çevre ve yarı-çevre arasında kurdu; bu yapı, değerin sürekli çevrelerden merkeze, yani yoksullaştırılmış çoğunluklardan zenginleştirilmiş azınlıklara aktarıldığı bir sistemdi. Bugüne kadar böyle geldi.

BRICS kapitalizmi: BRICS içindeki uluslararası ilişkiler söylemi – Güney-Güney işbirliği – Batı kapitalist sistemine tamamen karşıttır. Peki ya pratikte durum nedir? BRICS ile çevre ülkeleri arasındaki işbirliği anlaşmalarını yakından inceleyen yazarlar, söylemsel farklara rağmen somut maddelerin, Batı kapitalizmini her zaman tanımlayan eşitsiz ilişkilerin birçok özelliğini yeniden ürettiğine dikkat çekmiştir.(4) Vijay Prashad, “Güney’e özgü neoliberalizm”den söz ederken, Patrick Bond, büyük Brezilyalı sosyolog Ruy Mauro Marini tarafından çevre ülkelerle ilişkileri tanımlamak üzere ortaya atılan “alt-emperyalizm” kavramına başvurmuştur.

Benim geliştirdiğim kuramsal çerçevede kapitalizm, sömürgecilik olmadan sürdürülebilir değildir. Ancak yine de BRICS’in tarihinin henüz emekleme aşamasında olduğunu ve onu destekleyen entelektüellerin erken yargılardan kaçınmaları, çelişkili uygulamaları göz ardı etmek yerine teorilerini gözden geçirmeye hazır olmaları gerektiğine inanıyorum. Her hâlükârda, BRICS’in gelecekteki uygulamalarına yönelik kuşkulu bir yorumlama (hermeneutik), Konfüçyüs tarzında temkinli düşüncenin bir biçimi olarak tamamen haklıdır. BRICS’in teşvik ettiği uluslararası işbirliğini yönetenlerin her zaman Konfüçyüs’ün şu özdeyişini hatırda tutmaları gerekir: “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma.”

Konfüçyüs ve Güney epistemolojileri: Bir bilgi ekolojisi

Benim için BRICS+ projesinin en umut verici yönü, BRICS+’ı oluşturan halklara (mutlaka hükümetlere değil), Batı dünyasının son beş yüzyılda sunduğundan çok daha geniş bir insanlık tartışması kurma fırsatı sunmasında yatmaktadır. Daha geniş ve farklı bir tartışma. Batı dünyası, dünya üzerindeki kültürel, etno-ırksal ve epistemik çeşitliliği her zaman hiyerarşik farklar matrisinde kavramıştır. Farklılık her zaman ya üstün ya da aşağı olarak tanımlanmış; küresel Güney her zaman bu farkın aşağı tarafı olmuştur. Oysa BRICS+ ülkeleri bu tarihin farkında olurlarsa (Konfüçyüs’ün de haklı şekilde önerdiği gibi), artık hiyerarşik olmayan farklılıkları, yeni bir tür kültürlerarası çeşitliliği teşvik edebilirler. Eğer bu insanlık tartışması desteklenirse, içinde anti-kapitalist ve anti-sömürgeci alternatiflere inandırıcılık kazandırabilecek değerli teşvikler barındırır. Bu da ancak Konfüçyüs’ün öğretileri, Batı modernitesinin dayattığı epistemik kıyımdan (epistemicide) sağ kurtulmuş Avrupa-merkezli olmayan bilgelikler, dünya görüşleri ve felsefelerle bir araya getirilirse mümkün olacaktır.

Bu geçmişe nostaljiyle bakmak değil, geçmişe bakarak geleceği görebilme meselesidir. Bu fikir, Konfüçyüs için olduğu kadar Afrika köylülerinin ve Latin Amerika’daki yerli ve Afrika kökenli halkların felsefeleri için de merkezîdir. Burada söz konusu olan, benim “anti-kapitalist ve anti-sömürgeci bilgi ekolojileri” adını verdiğim yapıları inşa etmektir. En umut verici bazı fikirleri şöyle tanımlıyorum. (5)

1-Konfüçyüs’teki erdemler arasında insanlık/iyilikseverlik, dürüstlük/bütünlük, bilgi/bilgelik, sadakat/yaşlılara saygı, ihtiyat/ritüellere riayet yer alır.
Uçurum çizgileri olmadan insanlık/iyilikseverlik, tüm Batı dışı bilgeliklerde mevcuttur. Bu, tüm insanlara tam anlamıyla insan gibi muamele etmeyi içerir. Güney Afrika’nın Ubuntu felsefesinin merkezinde yer alır (“Ben, çünkü sen varsın”).
Bilgi/bilgelik, uçlar arasında dengeyi teşvik etmenin ve Yol’u izlemenin koşuludur (“Çalışmayanın konuşmaya hakkı yoktur”). Sadakat/yaşlılara saygı (evlat sevgisinin öteki yüzü), Batı sömürgeciliğinden tehdit hisseden topluluklarda bütünlüğün ilkesidir ve bugün hâlâ hayatta kalma kaosunun eşiğinde aile dayanışmasını ayakta tutar. İhtiyat/ritüellere riayet, kör itaate dayanmadan uyumu inşa etmeyi amaçlar. Günümüzde ritüellere riayet hem demokrasi ilkelerine, hukuk devletine, anayasal ve usule ilişkin güvencelere saygıyı; hem de uluslararası antlaşmalara ve barışçıl birlikte yaşama önceliğine saygıyı kapsayabilir.

Aşırı sağ bu ritüelleri, örneğin parlamentolarda hakaret ve fiziksel şiddete başvurarak yok etmeye çalışırken bizse çaresizce izliyoruz. Uluslararası düzeyde de Gazze’deki soykırımdan İran’a yönelik saldırıya kadar (ki hatırlanmalı, İran BRICS’in yeni üyelerinden biridir) uluslararası hukukun ve barışçıl birlikte yaşamanın en vahşi ihlalleri karşısında aynı derecede çaresiziz.

Konfüçyüs+, yani BRICS+’ı oluşturan tüm halkların bilgileriyle birlikte bir bilgi ekolojisi içinde kültürlerarası bir Konfüçyüsçülük, bu yıkıcı eğilimlere karşı etkili biçimde mücadele etmek için ideolojik bir araç olabilir. Konfüçyüs öğrencilerine şöyle demiştir: “Zalim bir hükümet, bir kaplandan daha vahşidir.” Eğer BRICS bu felsefeyi ciddiyetle benimserse, bugün Batı dünyasını kuşatan savaş öfkesine karşı mücadele etmek için gerekli donanıma sahip olacaktır. Irak’ı yok etmek için kitle imha silahlarını icat eden ve yirmi yıl sonra İran’ı yok etmek için İran’ın atom bombasını icat eden bir öfke.

2-Konfüçyüs’e göre insan doğasının iyiliği insanlara gökyüzü tarafından verilmiştir; ancak bu gökyüzü kişiselleştirilmiş bir tanrı değildir. Yarı doğallaştırılmış bir varlıktır, nihai bir gerçekliktir. Konfüçyüsçü gökyüzü, Abya Ayala’nın yerli halklarının toprak ana’sı Pachamama’dan gerçekten çok mu farklıdır? Ya da Spinoza’nın natura naturans (doğayı doğuran doğa) anlayışından? Aşırı insanileşmiş doğada cisimleşmiş insan ötesi bir aşkınlık olarak kavranan gökyüzüne saygı, yöneldiğimiz ekolojik çöküşün çözümü olabilir.

3-Konfüçyüs, özdenetimin, ihtiyatın ve araştırmadan konuşmamanın filozofudur. Öğrencileri ona bilginin ne olduğunu sorduklarında, Konfüçyüs Sokrates’ten bir yüzyıl ve Nicholas of Cusa’dan bir buçuk bin yıl önce şöyle yanıtlamıştır: “Bildiğimi bilmek ve bilmediğimi bilmek.” 4. Konfüçyüs+, Konfüçyüsçülükten yola çıkarak, Konfüçyüsçülükle birlikte, Küresel Güney’in diğer bilgi biçimleriyle ve bazen Konfüçyüsçülüğe karşı inşa edilen bir bilgi ekolojisidir; 2.500 yıl önce atılmış sağlam bir temele dayanan bir gelecek projesidir. Bu, yüzyıllar boyunca pek çoğu Batı dünyası tarafından da teşvik edilmiş olan kazanımları içermesi gereken, hâlâ süregelen bir projedir. Örneğin, kadın hakları üzerine tartışma artık Konfüçyüsçülük içinde de gündeme gelmektedir. Konfüçyüs’ün kadınlara yönelik önyargısı eleştirilirken, feministler tarafından sahiplenilen bakım etiğine de dikkat çekilmektedir. (6) Büyük kültürlerarası potansiyele sahip bir diğer tartışma ise Konfüçyüs değerleri ile insan hakları arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır. Konfüçyüsçülük, evrensel olduğu iddia edilen ama aslında Avrupa-merkezli bir kökene sahip olan insan haklarının altındaki bireycilik yanlılığını ortadan kaldırmayı ve bu hakları tümden reddetmeden, neoliberalizm tarafından saldırıya uğrayan ekonomik, sosyal ve kültürel hakları güçlendirmeyi mümkün kılmaktadır. (7)
Tüm bu nedenlerle, BRICS+ kaybedilmiş bir dava değildir. Ancak onu oluşturan halklar, Güney epistemolojilerine dayalı yeni bir eğitime yaslanarak, Avrupa-merkezli olmayan yeni bir enternasyonalizmin temelini atma fırsatını heba ederlerse, o zaman öyle olur. Belki de Konfüçyüs’ün en büyük dersi şudur:

“Eğitimi sevmeden iyiliği sevmek, aptallıkla sonuçlanır.”

Dipnotlar

  1. Konfüçyüsçülük ve Kültür Devrimi üzerine ayrıntılı bilgi için bkz. Tong Zhang ve Barry Schwartz, “Confucius and the Cultural Revolution: A Study in Collective Memory,” International Journal of Politics, Culture, and Society, Cilt 11, Sayı 2 (Kış 1997), s. 189-212.
  2. Yüzyıllar boyunca Konfüçyüsçülüğe dair kısa bir genel bakış için bkz. Jonathan D. Spence, “Confucius,” The Wilson Quarterly, Cilt 17, Sayı 4 (Sonbahar 1993), s. 30–38. Ayrıca bkz. Jin Wang ve Keebom Nahm, “From Confucianism to Communism and Back,” Journal of Asian Sociology, Cilt 48, Sayı 1 (Mart 2019), s. 91-114.
  3. Batı dünyasında Konfüçyüs Enstitüleri etrafında oluşan tartışmalar hakkında bkz. Heather Schmidt, “China’s Confucius Institutes and the ‘Necessary White Body’”, The Canadian Journal of Sociology / Cahiers canadiens de sociologie, Cilt 38, Sayı 4 (2013), s. 647-668; Marshall Sahlins, “China U.”, The Nation, Cilt 297, Sayı 20 (2013), s. 36-41; Marshall Sahlins ve James L. Turk, “Confucius Institutes”, Anthropology Today, Cilt 30, Sayı 1 (Şubat 2014), s. 27-28; A. Stambach, Confucius and Crisis in American Universities: Culture, Capital, Diplomacy in U.S. Education, Londra: Routledge, 2013.
  4. Bkz. Laurent Delcourt’un, Alternatives Sud, Cilt XXXI, 2024, Sayı 1’de yayımlanan ve “BRICS+: Küresel Güney için bir alternatif mi?” temasına ayrılmış dosyadaki “BRICS+: une perspective critique” başlıklı makalesinde geçen kaynakça.
  5. Konfüçyüs’e yapılan tüm atıflar Arthur Waley’in hazırladığı Analects (New York: Vintage Books, 1938) edisyonundan alınmıştır.
  6. Kadın hakları ve Konfüçyüsçülük üzerine tartışmalar için bkz. Xiongya Gao, “Women Existing for Men: Confucianism and Social Injustice against Women in China,” Race, Gender & Class, Cilt 10, Sayı 3 (2003), s. 114-125; Anna Sun, “The Emerging Voices of Women in the Revival of Confucianism”, Confucianism as a World Religion: Contested Histories and Contemporary Realities, Princeton: Princeton University Press, 2013; Daniel A. Bell, “Reconciling Socialism and Confucianism? Reviving Tradition in China”, Dissent, Cilt 57, Sayı 1 (Kış 2010), s. 91-99.
  7. Bkz. May Sim, “Confucian Values and Human Rights,” The Review of Metaphysics, Cilt 67 (2013), s. 3-27.

Kaynak: https://znetwork.org/znetarticle/the-brics-and-confucius/