Batı’nın siyasi üçgeni: Kaos, popülizm ve vaat yetersizliği

Sesli Makale:

 

Amerikan imparatorluğunun Filistin ve Ukrayna’daki vekâlet savaşları Batı’nın demokratik değerlerinin ne kadar etkileyici bir şekilde çözüldüğünü gösterirken bir yandan da Batı demokrasilerindeki siyasi istikrarsızlığın tırmanmasına önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Bu durum uluslararası ilişkileri ve iç politika dinamiklerini geniş çaplı etkiliyor. ABD’deki yaklaşan başkanlık seçimleri bu dinamiklerin bir yansıması olarak dikkat çekiyor.

ABD’de Donald Trump ve Kamala Harris’in yaklaşan seçimlerdeki rolleri Amerikan iç politikasındaki derin kutuplaşmayı gözler önüne seriyor. Trump geçmişte “çalınmış seçim” söylemiyle dikkat çeken bir figür olarak seçimlere yönelik eleştirilerini ve iddialarını sürdürüyor. Bilindiği üzere Trump 2020 seçimlerini kaybettiği Joe Biden’ın zaferini kabul etmeyerek seçim sonuçlarının hileli olduğunu iddia etmişti. Bu söylem Trump’ın hem siyasi kampanyalarının temel teması haline geldi ve Trump’ın destekçileri arasında büyük yankı uyandırıyor. Bu da politik atmosferi daha da kutuplaştırıyor. Trump’ın iktidar oyunları siyasetin en çirkin halini sergiliyor. Trump’ın bu söylemlerine sadık kalması seçim sürecini yeni krizlere itebilir. Diğer yandan Kamala Harris, Trump’ın yaklaşımını tuhaf ve ürkütücü olarak nitelendirirken liberal demokrasiyi savunma çabalarını ön planda tutuyor. Her iki adayın da arkasında ülkedeki siyasi kutuplaşmayı derinleştiren büyük seçmen kitleleri bulunuyor. Bu durum ABD’nin iç siyasi yapısının daha da karmaşık hale gelmesine sebep oluyor.

Birleşik Krallık’ta ise Keir Starmer seçim vaatlerinin tam tersi yönünde hareket ederek kemer sıkma politikalarına dönüş yapıyor. Starmer’ın bu manevrası hem seçmenleri hem de muhalefeti şaşkına çeviriyor. Bu değişim ülkedeki siyasi istikrarsızlığı artırarak hükümetin politikalarının ne kadar güvenilir olduğunu sorgulatıyor.
Starmer’ın kemer sıkma politikalarına dönmesi İşçi Partisi’nin oy tabanını erozyona uğratabilir. Bu politikalar yeni bir sol ya da popülist hareketin doğmasına zemin hazırlayabilir. Starmer’ın çelişkili hamleleri hükümetin itibarını tehlikeye atabilir.

Almanya’da ise Scholz hükümetinin Ukrayna’daki savaşa olan desteği popülist partilerin yükselmesine sebep oluyor. Almanya’nın iç politikası popülistlerin yükseldiği bir arenaya dönüşmüş durumda. AfD gibi aşırı sağ partiler bu istikrarsızlıktan yararlanarak daha fazla destek toplayabilir. Bu da Almanya’da demokrasiye yönelik büyük bir tehdit oluşturabilir. Fransa’daki iç politika kargaşası da global meselelere karşı tepkilerin ne kadar eksik olduğunu gözler önüne seriyor. Fransa’daki sosyal huzursuzluklar emeklilik reformları gibi halkın tepkisini çeken politikalarla birleşip daha büyük protesto hareketlerine yol açabilir. Macron’un reformist hamleleri geri tepebilir ve yeni bir siyasi kriz doğabilir. Bu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlık global olaylara tepkilerinin iç politikalarda ürettiği dalgalanmalarla birlikte ortaya çıkıyor.

Sonuç olarak Amerikan imparatorluğunun vekâlet savaşları Batı’daki demokratik yapının çöküşünü sergiliyor. Bu vekâlet savaşlarının tırmanışı hem uluslararası hem de iç politikayı etkiliyor ve demokratik yapıların dayanıklılığını sınıyor. Batı ülkelerinde yaşanan siyasi istikrarsızlıklar uluslararası ilişkilerdeki belirsizlikler ve iç siyasi kutuplaşmaların bir sonucu.

Bu tabloya bakınca Batı demokrasilerinde siyasi kaosun daha da derinleşeceğini, popülist hareketlerin güç kazanacağını ve geleneksel siyasetçilerin halkın güvenini kaybedeceğini öngörmek mümkün.