Batı Kendini Fethediyor

“Böl ve yönet” taktikleri, insanlık çatışmaları kadar eskidir. Yöneticiler, bir kabile ya da ulusun üyeleri arasında uzlaşı inşa etmek yerine, toplumsal gruplar arasındaki şikayetleri körüklerler. Bunu etkili biçimde yaparak, yalnızca azınlığın desteğine sahip bir askerî ya da siyasî lider, birlikte hareket etmeyi reddeden çok daha büyük bir insan grubunu kontrol altında tutabilir.

Julius Caesar, Galya’yı fethetmek için bu stratejiyi kullandı. Osmanlı İmparatorluğu çok sayıda kabileyi aynı teknikle yönetti. Britanya İmparatorluğu, Hindistan altkıtasını benzer biçimde denetim altında tuttu. Potansiyel düşmanları birbirine karşı kışkırtmak, normalde yetersiz kalacak bir gücün iktidarı ele geçirmesine ve korumasına olanak tanır.

Modern Batı siyaseti, bitmek bilmeyen bir “böl ve yönet” operasyonudur. Siyasî liderler, halklarının büyük çoğunluğunu birleştirecek bir dille nadiren konuşurlar. Uluslarını bir aile olarak tanımlamaları ya da herkesin birbiriyle iyi geçinmesini sağlayacak yollar önermeleri ise daha da nadirdir. Bunun yerine, toplumu “zalimler” ve “kurbanlar” gruplarına ayırırlar ve acı çeken herkese bunun neden başka birilerinin suçu olduğunu açıklarlar.

Avrupa genelindeki parlamenter sistemlerde o kadar çok siyasî parti vardır ki, ulusal liderler nadiren çoğunluğun desteğine sahip olur. Geçici siyasî ittifaklar, kamuoyunun asla öngöremeyeceği yasama sonuçları doğurur. Yıllardır, Avrupalı dostlarıma ve iş arkadaşlarıma düzenli olarak şu soruyu soruyorum: Ulusal kimliklerini mi, yoksa Avrupa Birliği kimliğini mi daha önemli görüyorlar? Onlara doğrudan şunu soruyorum: “Ulusal egemenliğinizden vazgeçip tek bir kıta hükümetini kabul etmeye hazır mısınız?” Her seferinde — kişi Avrupa Birliği’ne ne kadar sıcak bakarsa baksın — yanıt hep aynı oluyor: “Benim ülkem önce gelir.”

Bu ifade edilen kişisel duygulara rağmen, Avrupa Birliği tek bir süperdevlete doğru hızla ilerliyor. Savaş sonrası dönemde çok az yetkiyle başlayan bir ticaret bloğu, artık kendi para birimi, başkanı, borcu ve büyüyen bütçeleri olan bir kıta hükümetine dönüşmüş durumda. Avrupalı bürokratlar, Rusya-Ukrayna Savaşı’nı üye devletleri korkutup harekete geçirmek için başarıyla kullanabilirse, yakında tek bir Avrupa askerî gücü kurulacak. I. Dünya Savaşı, kıta üzerindeki birkaç tarihî imparatorluğun sonunu getirdi. II. Dünya Savaşı, Almanya’nın pan-Avrupa imparatorluğu hayallerine son verdi. Seksen yıl sonra, birleşik bir Avrupa imparatorluğu neredeyse kesin gibi görünüyor.

Bu nasıl oldu? Elbette, yarım milyar yurttaşın ulusal sınırların kaldırılmasını ve Ursula von der Leyen’in başkan seçilmesini kabul edip etmeyeceklerinin sorulduğu Avrupa çapında bir referandum yapılmadı. Bu, onlarca yıl boyunca süren istikrarlı bir artışla gerçekleşti; bu süreçte yerel ayrışmalar, baskın bir Avrupa hükümetinin siyasî çıkarı için kullanıldı. Ulusal hükümetinizi ya da yerel temsilcilerinizi beğenmiyor musunuz? Avrupa Birliği’ne güvenin, tüm sorunlarınız ortadan kalkar.

Avrupa Komisyonu’nun, üye devletlerin sınırları içindeki “demokrasi” hareketlerine bu kadar fazla para harcamasının bir nedeni var: Yerel halkı kışkırtmak ve AB karşıtı duyguları sulandırmak gibi çıkarları söz konusu. Günümüzde Avrupa Birliği yetkilileri, kıta halkına “AB karşıtı” olmanın “Putin yanlısı” olmak anlamına geldiğini söylüyor. Ulusal egemenliği tercih eden Avrupalılar, “Rus dezenformasyonu” yayan “tehlikeli milliyetçiler” olarak yaftalanıyor. Bu, alaycı ama etkili bir Avrupa imparatorluğu inşa etme yöntemidir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, iki büyük siyasî parti genellikle iktidar için yarışır. Bu da genellikle vatandaşların çoğunluğunun seçilen başkanı desteklediği anlamına gelir. Ancak bu, “böl ve yönet” dinamiğinin daha az yaygın olduğu anlamına gelmez. Amerika’daki güncel olaylar tartışılırken, kurumsal haber yorumcuları sürekli aynı döngüde takılıp kalır: ırkçılık, beyaz üstünlüğü, Hristiyan milliyetçiliği, İslamofobi, homofobi, transfobi, faşizm ve nefret. Haber kuruluşlarının yayımladığı her şey, Amerikalıları birbirlerine düşürmek içindir.

Peki, uluslararası şirketler neden Amerikalıları bölmek için bu kadar zaman harcıyor? Çünkü Amerikalı yurttaşlar birbirlerine “ırkçı” ve “bağnaz” diye bağırmakla meşgul oldukları sürece, federal bürokrasinin trilyonlarca dolarlık vergiyi nasıl harcadığına dikkat etmiyorlar. Seçim öncesinde Cumhuriyetçi ve Demokrat Kongre üyelerinin birbirlerine hakaret etmelerini izliyoruz, ardından bu politikacıların yeniden seçildikten sonra birbirleriyle kahkahalar atarak eğlendiklerini görüyoruz.

Cumhuriyetçi ve Demokrat senatörler birbirlerinden nefret etmiyor. Onlar, planladıkları yeni harcama israfına itiraz edebilecek olan Amerikalı vergi mükelleflerinden nefret ediyorlar. Eğer Amerikalılar birbirlerinin gırtlağına sarılırsa, kaç savaşın finanse edildiğini, kaç kurumsal bağışçının ödüllendirildiğini ya da orta sınıf hanelerden “sivil toplum” kuruluşlarına, aile vakıflarına, yabancı ülkelere ve başka çıkar peşindeki özel gruplara ne kadar servet aktarıldığını kimse fark etmez.

Amerika Birleşik Devletleri’nde kalıcı bir hükümet gibi işleyen geniş federal bürokrasi ise, Amerikalılar birbirlerine bağırmakla meşgulken üyelerinin ne yaptığını kimsenin fark etmemesinden yararlanır. CIA, FBI, IRS, EPA ve sıradan Amerikalılara kendi iradelerini dayatan yüzlerce diğer kurum, daire ve devlet organı, seçmenlerin enerjilerini zamirler ve tarihsel şikayetler hakkında bağırarak tüketmesini tercih eder. Politikacılar seçmenleri göreceli “mağduriyet”lerine göre ayırırken, kalıcı bürokratik hükümet halkı neredeyse hiç muhalefetle karşılaşmadan yönetir. Politikacılar “demokrasi”den söz ederken, Amerika’nın seçilmemiş bürokratik imparatorluğu büyür.

Birkaç on yıldır, Avrupalı ve Amerikalı yetkililer kitlesel yasadışı göçü “böl ve yönet” operasyonlarının birincil motoru olarak kullanıyorlar. Siyasetçiler, açık sınır politikalarını baskıdan kaçan yabancılara yardım etme amaçlı insani çabalar olarak gerekçelendiriyorlar. Hatta Batı kapitalizmini “küresel ısınma”dan sorumlu tutarak ve denetlenmemiş göç dalgalarını “iklim mültecileri” olarak adlandırarak, Batı ülkelerinin “iltica” talep edenlerden sorumlu olduğunu ısrarla savunuyorlar. Tüm bunlar, kurumsal haber kuruluşlarının döngüsel olarak tekrar ettiği propaganda dışında bir şey değil.

Gerçekte, yabancı göçmenlerin sonsuz gelişi, yapay toplumsal ayrışmalar için sonsuz imkân sağlar. Bir Hıristiyan ülkeyi nasıl “böl ve yönet” edersiniz? Milyonlarca Müslümanı ülkeye yerleştirin ve yerli nüfusa “beyaz üstünlüğü” ile “Hristiyan milliyetçiliği” hakkında ders verin. “Ezilen” kültürleri kutlayın ve Batı medeniyetini “emperyalist”, “ataerkil” ve “ırkçı” olarak kınayın. Ülkesinin tarihini seven herkesi “nefret dolu bağnazlar” olmakla suçlayın. Geleneksel değerleri “nefret” biçimleri olarak yeniden tanımlayın ve sonra “nefreti” suç sayın. Kitlesel yasadışı göç, Batı hükümetlerinin tercih ettiği “böl ve yönet” aracı haline gelmiştir.

Tüm bu Batı toplumları içinde kasten yaratılmış bölünme önemli bir soruyu gündeme getiriyor: Bizi birleştiren hiçbir şey kalmazsa, bize zarar etmek isteyen medeniyetlerden kendimizi nasıl koruyacağız? Batılı vatandaşlar komşularını düşman olarak görürse, gerçek düşmanlara karşı birlikte nasıl mücadele edecekler? Yoksa Batı hükümetleri bizi, geriye hiçbir şey kalmayana dek bölmeyi mi planlıyorlar ve Amerika ile Avrupa’yı İslamcı fatihlerin ve Çinli komünistlerin eline teslim mi edecekler?

Yabancı güçlere boyun eğmek amaç değilse, Batılı liderlerin “böl ve yönet” taktik kitaplarını ateşe atması ve Batılı vatandaşları yeniden birleştirmenin yollarını bulması gerekir. Batı’nın kendine duyduğu nefretin tek bir sonucu vardır: Batı’nın yok oluşu. Bizi birbirimize bağlayan bağları yeniden keşfetmezsek, rüzgârda savrulup gideceğiz. Atalarımıza ve kültürel tarihimize nasıl saygı göstereceğimizi hatırlamazsak, kendi tarihine değer verenler bir gün gelip bizi fethedecek. Avrupa Birliği yaklaşan bir Rus istilası hakkında dilediği kadar bağırabilir, ama başka medeniyetlerin üye devletleri istila etmesine izin verilirse bunun hiçbir anlamı kalmaz.

Bir noktada, Batı ülkeleri artık bu bölünmeleri üretmeyi bırakmalıdır. Eğer bırakmazlarsa, yok olacaklar—ve o zaman kimin iktidarda olduğunun pek bir önemi kalmayacaktır.

Kaynak: https://www.americanthinker.com/articles/2025/10/the_west_conquers_itself.html