Başkanlar Hükümetleri Üzerinde Çok Az Kontrole Sahiptir

1962 yılı Ekim ayında yaşanan Küba Füze Krizi, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F. Kennedy ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev için bir uyarı niteliğindeydi. Her iki lider de, iki nükleer güç arasındaki askerî rekabetin her iki ülkenin de yok oluşuyla sonuçlanabileceğini fark etti.

Tehlikeli ve öngörülemez Soğuk Savaş’ı sona erdirmek için koşullar olgunlaşmıştı. Sovyet Komünist Partisi ve Rus halkı, Bolşevik Devrimi’nin liderlerinin bile güvende olmadığı bir hükümetten artık bıkmıştı. 25 Şubat 1956’da, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nin kapalı oturumunda yaptığı “Kişilik Kültü ve Sonuçları” başlıklı konuşmasında Kruşçev, otokrat Stalin’i kınamıştı. Başkan Kennedy ise, ABD askerî/güvenlik kompleksi Başkan’ın onayı olmaksızın Sovyetler Birliği ile savaş başlatmak üzereyken yaşanan ürkütücü bir durumla henüz karşı karşıya kalmıştı.

Küba Füze Krizi, Kennedy ve Kruşçev’in savaş çığırtkanı yetkilileri olmadan birlikte çalışmaları sayesinde çözüldü. Kriz, Kruşçev’in Sovyet füzelerini Küba’dan kaldırması karşılığında, Kennedy’nin altı ay sonra Türkiye’deki Amerikan füzelerini sessizce kaldırma sözü vermesiyle sona erdi.

Ancak iki lider Soğuk Savaş’ı sona erdiremeden önce, Kennedy, komünizme karşı yumuşak davrandığı ve ABD’nin ulusal güvenliği ile ABD askerî/güvenlik kompleksinin gücü ve bütçesini tehdit ettiği gerekçesiyle CIA ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından suikasta uğradı. Benzer şekilde, Kruşçev de kapitalist güce duyduğu yersiz güven nedeniyle Politbüro’daki sertlik yanlısı unsurlar tarafından görevden alındı. Soğuk Savaş yeniden başladı ve yeniden deneme görevi Reagan ile Gorbaçov’a kaldı. Gorbaçov, çok hızlı bir şekilde liberalleştiğini ve sağlam güvenlik anlaşmaları yapmadan Batı’ya güvendiğini düşünen Politbüro’daki sertlik yanlısı unsurlar tarafından ev hapsine alınarak bunun bedelini ödedi. Sovyetler Birliği’ni çökerten, Gorbaçov’un tutuklanmasıydı.

Kongre personeli olarak ve Reagan yönetiminde başkanlık atamasıyla edindiğim deneyime dayanarak, çeşitli vesilelerle Amerikalılara başkanın her şeye gücü yeten biri olmadığını ve kendi yönetimi üzerinde çok az kontrolü bulunduğunu anlatmaya çalıştım. İşte Amerikan halkına bu gerçeği aktarmak için son dönemde yaptığım iki girişim:

https://www.paulcraigroberts.org/2025/09/24/america-a-lost-nation/

https://www.paulcraigroberts.org/2025/03/23/my-time-in-the-reagan-administration/

Bu yazıda, Başkan John F. Kennedy’yi bir örnek olarak kullanacağım; onun kendi sözleriyle ve James W. Douglass’ın JFK and the Unspeakable adlı kitabından bir pasajla, Kennedy suikastı bağlamında bir başkanın hükümeti üzerinde kontrol kurmasının ne denli zor olduğunu sizlere anlatacağım.

Bu konuda örnek Vietnam’dır. Kennedy, Vietnam’ın bir tuzak olduğunu; askerî/güvenlik kompleksinin, Amerika’nın kazanamayacağı ve kurtulmasının zor olacağı bir savaşı tırmandırmakta olduğunu fark etmişti. Bunu yıllar sonra Başkan Nixon ve Henry Kissinger da anlayacaktı. Kennedy, Senatör Mike Mansfield, Temsilciler Meclisi Üyesi Tip O’Neill, ABD Deniz Piyade Komutanı General David M. Shoup, Senatör Wayne Morse ve köşe yazarı Charles Bartlett’a, Pentagon savaşı büyütmeden önce ABD kuvvetlerini Vietnam’dan çekme kararı aldığını söyledi. Onlara, bunun 1964’teki yeniden seçiminden sonraya kadar beklemesi gerektiğini de belirtti. Kennedy şöyle dedi: “Orada galip gelme şansımız yok. Ama böyle bir toprak parçasını komünistlere bırakıp sonra da Amerikan halkının beni yeniden seçmesini bekleyemem.”

James Douglass’ın belirttiği gibi, “bir zihnin, niyetlerini gerçekleştirecek ellere ihtiyacı vardır. Bir başkanın elleri ise personeli ve genişletilmiş devlet bürokrasisidir.” Kennedy’nin de bildiği gibi, ABD’nin Vietnam’daki müdahalesini büyümeden sona erdirme kararını uygulamaya koyma aşamasına gelindiğinde, yönetiminin elleri — özellikle de Pentagon’un elleri — onun istediği şeyi yapmaya direnç gösteriyordu. Ayrıca, 1964 sonbaharındaki yeniden seçiminden sonra Vietnam’dan çekilmek istiyorsa, 11 Ekim 1963’te Ulusal Güvenlik Eylem Memorandumu 263 ile başlattığı çekilme mekanizmasını harekete geçirmesi için yardımcılarını motive etmesi gerektiğini de biliyordu.

Dallas’a gidip suikasta uğradığı günden bir gün önce, isteksiz yardımcılarından Michael Forestal’a şöyle dedi: “Bu ülkeye (Vietnam) nasıl girdiğimizi, ne yaptığımızı sandığımızı ve şimdi ne yapabileceğimizi çok kapsamlı ve derinlemesine biçimde gözden geçirmek istiyorum. Hatta orada olup olmamamız gerektiğini bile düşünmek istiyorum.”

Douglass’ın dediği gibi, “Başkanın zihni, hükümetinin ellerini nazikçe ve ihtiyatla ikna ederek onların kendi istediği gibi çalışmasını sağlamalıydı.” Bunun yerine, onu öldürdüler.

Nixon da Amerika’yı Vietnam’dan çıkarmak istiyordu ve o ve Kissinger, Kennedy’nin karşılaştığı aynı sorunla yüzleşti. Nixon geri çekilip Amerika’nın yenilgisini kabul edemezdi; bu durumda yeniden seçilme şansı kalmazdı. Nixon, yüz kurtarıcı bir müzakere çözümüne umutsuzca ihtiyaç duyuyordu; ancak, galip geldiğini fark eden Kuzey Vietnam iş birliği yapmaya yanaşmadı. İşte bu hayal kırıklığı, şiddetin Laos ve Kamboçya’ya yayılmasına neden oldu. Amerikan liberal solu, Başkan Johnson’ın savaşı genişletmesinin Nixon için yarattığı çıkmazı anlamaya en ufak bir çaba bile göstermedi.

Nixon, zaten askerî/güvenlik kompleksiyle sorun yaşıyordu. Çin’e açılım yapmış, böylece dış tehditlerden birini azaltmıştı; ayrıca Sovyetler Birliği ile Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (SALT I) anlaşmasını ve anti-balistik füze antlaşmasını müzakere ederek askerî harcamaları kısıtlamış ve kârlı Soğuk Savaş’ın sona erme olasılığını yeniden gündeme getirmişti. Bu dönemde, Warren Komisyonu’nun Kennedy suikastına dair raporuna ilişkin birçok şüphe ortaya çıkmıştı ve Nixon’a karşı fiziksel şiddet uygulanamazdı. Bunun yerine, CIA, Washington Post’un CIA adına yönettiği “Watergate skandalı”nı organize ederek onu siyasi olarak suikasta uğrattı.

Başkan Reagan’ın kendi vergi yasa tasarısını hükümetinden geçirmekte yaşadığı zorlukları ve Soğuk Savaş’ı sona erdirmek için hükümetinin iş birliğini sağlamaktaki güçlüklerini şahsi deneyimime dayanarak aktardım.

Amerikan tarihinde, hakikatin yerine gündemlere hizmet eden sayısız açıklama mevcuttur. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, liberaller ve muhafazakârlar, birbirlerini suçlamak için sahte anlatılar uydururlar. İdeologlar, kendi amaçlarını ilerleten anlatılar üretirler. Bu, her zaman bir sorun olmuştur. Ancak, komünist düşman ve İsrail müttefiki anlatılarının kesinleştiği Soğuk Savaş döneminde bu sorun büyük ölçüde büyümüştür. Bu anlatılar, Amerikalıların zihinleri üzerinde güçlü bir etki yaratır ve böylece bir başkanın gerçek sorunlarla başa çıkma yetisini sınırlar.

Not: Daha önce açıkladığım gibi, CIA bir olayı gerçekleştirdiğinde, örtbas hikâyesi çoktan hazırlanmış olur. Bu hikâye medyaya verilir ve kimse olanları düşünme fırsatı bulamadan resmî anlatı hâline gelir. Resmî anlatıya yönelik itirazlar ise komplo teorileri olarak reddedilir. CIA, orijinal hikâye inandırıcılığını yitirirse kullanmak üzere birkaç başka örtbas hikâyesini de hazır bulundurur.

Mafya’nın JFK’yi öldürdüğü, İsrail’in JFK’yi öldürdüğü gibi açıklamaların farkındayım. Bu anlatılar tamamen mantıksızdır. Bu alternatif suikastçılardan hiçbiri, Kennedy’nin açık limuzinindeki Gizli Servis korumasını kaldırma gücüne sahip değildi. Hiçbiri, Jack Ruby’nin Oswald sorgulanmadan önce onu öldürebilmesi için tabancayla Dallas hapishanesine girmesini sağlayacak güce sahip değildi. Hiçbiri, hasarın arkadan ateş edildiği iddiasına uyması için Kennedy’nin kafasının yeniden yapılandırılması emrini Genelkurmay’a verip, gerçeği bilen Dallas doktorlarını susturma gücüne sahip değildi. Hiçbiri, Warren Komisyonu’nun, komisyonun anlatısını desteklemeyen tanıkları çağırmasını engelleyecek güce sahip değildi.

Elbette İsrail’in bir nedeni vardı — Kennedy’nin İsrail’in nükleer silah geliştirmesini durdurma niyeti — ama İsrail, bir ABD başkanının suikastını örtbas etmek için tüm ABD hükümetini bir komploya dönüştürme gücüne sahip değildi. Sadece CIA ve Genelkurmay Başkanlığı, Kennedy suikastını örtbas etme gücüne sahipti.

Kaynak: https://www.paulcraigroberts.org/2025/09/28/presidents-have-little-control-over-their-governments/