Avrupa, Rusya–Ukrayna Konusunda Gerçekçi Olmalı

İşte liderlerin savaşı sona erdirmek için atabilecekleri beş adım.

MAGA’nın Avrupa’dan bıktığı kesin. Elbette bu yeni bir şey değil. “Önce Amerika” görüşünü benimseyen muhafazakârlar, uzun süredir Avrupa Birliği’ni “uyanık” (woke), sosyalist bir süper devlet olarak görüyor ve üye devletlerin sağcı partilere, geleneksel değerlere ve ulusal kimliğe yönelik baskılarından şikâyet ediyorlar.

Ancak geçen ay Amerika Birleşik Devletleri’nin Rusya–Ukrayna konusundaki diplomatik çabalarını hızlandırması, Eski Kıta’ya yönelik rahatsızlığı daha da artırdı. Pek çok Amerikalı muhafazakâr ve dış politika gerçekçisi, Avrupalı liderlerin barış sürecini yavaşlattığına, hatta engellediğine inanıyor.

Bu görüşe Trump yönetimi de katılıyor, en azından Axios’un bu hafta sonu yayımladığı “Özel Haber: Beyaz Saray, Avrupa’nın Ukrayna Savaşı’nın Sona Ermesini Gizlice Engellediğine İnanıyor” başlıklı habere bakılırsa. MAGA yanlısı muhafazakârlar için bu haber, Avrupa’nın uzlaşmaz tutumunun, acımasız ve gereksiz bir savaşı uzattığına dair bir başka kanıt niteliğindeydi.

The American Conservative dergisinde Avrupa’ya yakın duruşuyla bilinen bir yazar olarak şunu itiraf etmek acı veriyor: Avrupa’yı eleştiren bu MAGA yanlıları haklı.

Elbette her ayrıntıda değil. Axios’un haberi bana (ve Ukrayna yanlısı gazeteci Christopher Miller’a) Trump yönetiminin sorumluluktan kaçma çabası gibi göründü. Halkla ilişkiler kampanyası güçlü bir manşet üretti, ancak (isim verilmeyen) Avrupalı liderlere yöneltilen eleştirilerden biri, Rusya’ya karşı yeterince şahin olmamalarıydı — bu da MAGA’nın inandığının tam tersiydi. Dahası, haberde alıntılanan Beyaz Saray yetkilileri, bu bağlamda en önemli ülkeler olan İngiltere ve Fransa’nın ABD ile yapıcı bir iş birliği içinde olduklarını da kabul etti.

Yine de, Avrupalıların gerçekten de barış yoluna engeller koyuyor gibi göründüğü ortada. Örneğin, Avrupa’nın Ukrayna’ya savaş sonrası “güvenlik garantileri” sağlama çabasında gözlemlenen trajikomik tabloya bakın.

Şubat ayından bu yana, İngiltere ve Fransa, Ukrayna’ya Avrupa askerlerinin konuşlandırılmasını öneriyor. Ancak aynı zamanda bu “güvence gücü”nün, hava desteği şeklinde bir Amerikan “arka plan desteği”ne ihtiyaç duyacağını da belirtiyorlar. Kremlin, NATO askerlerinin Ukrayna’da konuşlandırılmasına açıkça karşı çıkıyor ve Beyaz Saray da ABD’nin doğrudan askeri müdahalesine mesafeli yaklaşıyor; bu nedenle sözde “barış önerisi” birçok analiste göre adeta bir zehirli hap niteliğinde. Buna rağmen Başkan Donald Trump geri adım atarak, geçen ay Avrupa barış güçlerine “hava yoluyla” destek vermeyi teklif etti ve Moskova’nın Batı’nın sağlayacağı garantilere açık olduğunu iddia etti.

Ne var ki, Avrupalı yetkililer bu hafta Paris’te Ukrayna savaşını görüşmek üzere bir araya gelmeye hazırlanırken, ellerindeki tüm göstergeler, ülkelerinin Rusya’yı caydırmak amacıyla yeterli sayıda asker konuşlandırmaları gerekip gerekmediği — hatta bunu yapıp yapamayacakları — konusunda giderek artan bir bölünmeye işaret ediyor. Ağustos ayında, Washington’un güvenlik garantileri konusunda destek sağlayacağına dair haberler yayılınca, Londra asker gönderme planlarını geri çekti. Berlin ise, Litvanya’ya yalnızca bir tugay konuşlandırmanın bile Alman ordusunu zorladığını belirterek muhtemelen asker gönderemeyeceğini açıkladı.

Bu son derece utanç verici bir tablo. Neyse ki, daha iyi bir yol var. İşte Avrupa başkentlerinin, Washington’un bu savaşı çözüme yaklaştırmasına yardımcı olmak için atabileceği beş adım.

Birinci ve en önemli adım: Avrupalılar bu çatışmaya ve tarafların göreli askerî kapasitelerine daha gerçekçi bir perspektiften yaklaşmalıdır. Acı gerçek şu ki, Rusya bu savaşı kazanıyor. Savaş ne kadar erken sona ererse, Ukrayna için o kadar iyi olur.

Axios’un haberinde, Avrupalıların Kiev’e, Moskova’ya toprak tavizinde bulunmak yerine, Trump’ın müzakere masasına koyduğu anlaşmadan “daha iyi bir anlaşma” koparmak için direnmesini telkin ettikleri belirtiliyordu. Bu iddianın kaynağı, Avrupa’dan hoşnut olmayan ABD’li yetkililerdi; ancak bu iddia, Avrupalı liderlerin kamuoyuna yönelik söylemleriyle de örtüşüyor.

Bu son derece kötü bir tavsiye. Kiev savaş sonrası egemenliğini — her ne kadar kısıtlanmış da olsa — muhafaza etmek istiyorsa, Trump’ın elde etmeye çalıştığı kusurlu anlaşmayı kabul etmelidir. Muhtemel alternatif daha fazla çatışma, daha fazla Ukrayna kaybı ve çok daha kötü bir anlaşmadır — hatta belki de tam bir teslimiyet. Sonraki birkaç adım, Avrupa askerlerine dair vaatlerden çok daha güvenilir olacak güvenlik garantileriyle ilgilidir: 2) bir barış anlaşmasının parçası olarak Ukrayna’yı Avrupa Birliği’ne katılmaya davet etmek ve 3) Ukrayna’nın kendi askerî caydırıcılığını, Moskova’nın tolere edebileceği en üst düzeye kadar sürdürmesi ve hatta artırması için lobi faaliyetlerinde bulunmak.

Avrupa Birliği’nin kuruluş sözleşmesi, bir karşılıklı savunma maddesi içerir. Bu madde, üye ülkelerden biri saldırıya uğradığında tüm üye devletleri, “ellerindeki tüm imkânlarla ona yardım ve destek sağlamaya” yükümlü kılar. NATO’nun 5. maddesinden farklı olarak, bu hüküm genellikle saldırgana doğrudan savaş açmayı gerektirdiği şeklinde (yanlış biçimde) anlaşılmamış; yalnızca saldırıya uğrayan ülkeye destek verilmesini öngördüğü şeklinde yorumlanmıştır. Son üç yıl içinde Avrupalılar, Rusya’nın işgali durumunda Ukrayna’ya askerî yardım sağlama konusundaki isteklerini fazlasıyla ortaya koydular; dolayısıyla bu tür bir taahhüt inandırıcı olacaktır.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Ukrayna’nın AB’nin karşılıklı savunma rejimine katılmasına izin verip vermeyeceği belli değil; ancak Kiev’in Birliğe katılması fikrine giderek daha sıcak baktığı görülüyor. Öte yandan, Avrupa Birliği’nin Ukrayna’yı üye olarak kabul edip etmeyeceği de meçhul; zira bazı üye ülkeler temkinli davranıyor, Macaristan ise bu fikre açıkça karşı çıkıyor. Trump, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ı bu tutumunu gözden geçirmeye zorlamakta haklı.

Avrupalı liderler aynı zamanda, Ukrayna’nın “askerî açıdan silahsızlandırılması” yönündeki Rus savaş hedefini sınırlamak amacıyla diplomatik nüfuzlarını kullanmalıdır. Bu hedef, verimli müzakereler için yeterli manevra alanı barındırmaktadır. Ayrıca, savaşın ardından Ukrayna’nın yeniden silahlandırılmasına mali destek sağlamayı da taahhüt etmelidirler.

Moskova, Ukrayna’nın askerî kapasitesine tavan sınırlamaları getirilmesini — örneğin, füze ve topçu sistemlerinin menzil kısıtlamaları gibi — neredeyse kesinlikle talep edecektir ve bu konularda uzlaşmaya varılması gerekecektir. Ancak Avrupalılar, “güvence gücü” gibi akıl dışı planlara odaklanmak yerine bu meseleye yoğunlaşarak diplomatik olarak çok daha fazla kazanım elde edebilirler.

Dördüncü adım: Avrupalı liderler, sopa politikasını tamamlayacak bazı diplomatik havuçlar da devreye sokmalıdır. Savaş boyunca, Putin’i müzakere masasına oturtmak amacıyla Moskova’ya giderek daha sert yaptırımlar önermeye meyilli oldular ve bu neredeyse her zaman yeni bir yaptırım paketi anlamına geldi (şu anda 19. paket hazırlık aşamasında).

Artık yaptırımların hafifletilmesi gibi bir “havuç” çok daha etkili olacaktır. Ukrayna’yı destekleyenler, Rus ekonomisinin zorlanma belirtileri gösterdiğini ve yakında resesyona gireceğini umuyor; ancak ani bir ekonomik çöküş barışın otomatik olarak geleceği anlamına gelmez. Avrupalılar, Moskova’ya ekonomik yeniden entegrasyon için bir fırsat sunmalı ve tıkanmış savaş ekonomisine cazip bir çıkış yolu sağlamalıdır.

Son olarak, Avrupalı liderler savaş sona erdiğinde Rusya ile bir tür modus vivendi (geçici ve pratik uzlaşı düzeni) kurmak için zemin hazırlamalıdır. Ukrayna savaşı esasen Rusya ile Batı arasında bir çatışmadır ve kalıcı bir çözüm için bu iki taraf arasındaki ilişkilerin daha istikrarlı bir temele oturtulması gerekecektir.

Rus güvenlik elitleriyle görüşen Batılı gazeteciler ve analistler, bu çevrelerin Avrupa’ya karşı duyduğu yoğun antipatiyi ve bu antipatiyi barış görüşmeleri üzerinde yarattığı olumsuz etkileri doğrulayabilir. Rusya’daki bir stratejik politika enstitüsünün kıdemli araştırmacısı geçen hafta bana şöyle dedi: “Bizim açımızdan Avrupalılar son derece olumsuz bir rol oynuyor; çoğu zaman irrasyonel davranıyorlar ve kendi ekonomik çıkarlarına aykırı hareket ediyorlar. Müzakere sürecinde şimdiye dek elde edilen tüm kazanımları, ilk uygun fırsatta revize etmeye çalışacaklarını dışlamıyorum.”

Avrupalı liderlerin son dönemde yaptığı açıklamalar da durumu iyileştirmiyor: Putin’in “kapımızdaki canavar” olduğunu söylemeleri, Rusları “Hunlar” olarak tanımlamaları ve Ukrayna savaşını Rusya’nın temelinde yatan bir “kanser”in belirtisi olarak nitelemeleri, sürece zarar veriyor. Gerçek şu ki, bu tür beyanlar grotesktir ve açıkça ters etki yaratmaktadır. Ruslar, kültürel katkılarıyla hepimizi zenginleştirmiş gururlu bir Avrupa halkıdır. Batı dünyası, benim “Küresel Kuzey” olarak adlandırdığım dünyanın doğu yarısını kapsayıcı biçimde içine almayı öğrenmelidir.

Amerikan hegemonyasının gerilediği ve Çin’in yükselişinin sürdüğü bir dönemde, Batı, Rusya ile bağlarını onarmak ve onu Pekin’den uzaklaştırmak isteyecektir. Trump, Ukrayna savaşını sona erdirmenin bir parçası olarak bu hedefi akıllıca takip etti. Artık Avrupa’nın da bu çabaya katılma zamanı gelmiştir.

 

  • Andrew Day, The American Conservative dergisinde kıdemli editördür. Northwestern Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında doktora yapmıştır. Kendisine X platformunda @AKDay89 adresinden ulaşabilirsiniz. 

Kaynak: https://www.theamericanconservative.com/europe-must-get-real-on-russia-ukraine/