Avrupa Nadir Toprak Kıskacında

Nadir toprak elementleri, jeopolitik bir dinamit haline geldi. Danışmanlık şirketi McKinsey & Company’nin yeni analizine göre, en büyük tedarikçi olan Çin kalıcı bir ihracat yasağı uygularsa, Almanya’da dört milyona kadar iş riske girebilir.

Bu kritik mineraller, Almanya’nın yüksek teknoloji ekonomisi için vazgeçilmezdir: mühendislik, savunma, iletişim ve havacılık alanlarında hayati öneme sahip hassas sensörlerde, özel mıknatıslarda ve kontrol sistemlerinde kullanılırlar. Onlar olmadan, ülkenin sanayi kaynaklı katma değer üretiminin önemli bir kısmı durma noktasına gelir.

Handelsblatt tarafından alıntılanan McKinsey analizine göre, tedarik hatlarının çökmesi halinde temel teknoloji sektörlerinde bir milyon iş doğrudan tehdit altına girebilir. Bu sektörler, yılda yaklaşık 150 milyar avro katma değer üretmektedir — Alman yenilikçiliği ve imalatının atan kalbidir.

Aşağı Akış Domino Etkisi

Etkiler bununla da sınırlı kalmaz. Bu ücretlere bağlı geniş bir tedarikçi ve tüketici odaklı sanayi ağı, istikrarlı tedarik zincirlerine ve jeopolitik huzura bağımlıdır. McKinsey, Çin ile bir ticaret savaşı kalıcı bir tedarik kesintisine yol açarsa, aşağı akış sektörlerinde ve perakendede üç milyon işin daha risk altına gireceğini öngörüyor.

En kötü senaryoda, Almanya toplamda dört milyon tehlikedeki işle ve yıllık 370 milyar avro katma değer kaybıyla — yani GSYİH’sinin yaklaşık %9’u — karşı karşıya kalabilir. Bu bir modelleme senaryosu olsa da, küresel kaynak politikasının acımasız kaldıraç gücünü ortaya koymaktadır.

Almanya’nın sanayi kırılganlığı şimdiden gözle görülür hâle gelmiştir. 2018’den bu yana, makine mühendisliği gibi kilit sektörlerde üretim %30’dan fazla düşmüş; toplam sanayi üretimi ise yaklaşık dörtte bir oranında azalmıştır. Yaklaşık 250.000 iyi ücretli sanayi işi ortadan kaybolmuştur — ve bu gerilemenin duracağına dair bir işaret yoktur. Nadir toprak ithalatının ani şekilde kesilmesi, birkaç hafta içinde tüm üretim hatlarını çökertir.

Boğaz Noktası: Çin

Almanya, nadir toprak elementlerinin küresel üretiminin yaklaşık %70’ini ve işleme kapasitesinin yaklaşık %90’ını kontrol eden Çin’e tehlikeli düzeyde bağımlıdır. 2024 yılında Almanya’nın nadir toprak ithalatının %65’i — 5.200 ton, 64 milyon avronun üzerinde bir değerde — doğrudan Çin’den gelmiştir. Pekin vanayı kapatırsa, Avrupa’nın yüksek teknoloji tedarik zinciri yakıtsız bir motor gibi durma noktasına gelir.

Pekin, pazardaki bu hakimiyeti sayesinde muazzam bir fiyatlandırma ve zorlama gücüne sahiptir. Bu nedenle, alternatif kaynaklar bulmak hem Brüksel hem de Washington için birinci öncelik hâline gelmiştir.

Bu küresel satranç oyununda beklenmedik bir oyuncu var: Grönland. Adadaki Kringlerne ve Kvanefjeld yatakları, dünyadaki en büyük bilinen nadir toprak rezervlerinden bazılarını barındırıyor — küresel talebi onlarca yıl boyunca karşılayabilecek kapasitede.

Grönland: Batı’nın Kaçış Kapısı mı?

Grönland’ın stratejik değeri ortadadır: Hem yüksek teknoloji hem de enerji dönüşümü endüstrileri için hayati öneme sahip kritik mineraller üzerindeki Çin tekelini kırabilir. Ancak hırsla gerçeklik arasında derin bir uçurum vardır. Şimdiye kadar kalkınma; yüksek altyapı maliyetleri, katı çevre düzenlemeleri, karmaşık izin süreçleri ve yerel muhalefet nedeniyle engellenmiştir — bu durum, Batı’nın kendi kendini engellemesinin adeta ders kitaplarına girecek bir örneğidir.

Avrupa’nın Pekin’in iyi niyetine duyduğu ölümcül bağımlılık, tehlikeli bir küresel dengesizlik yaratmıştır. Brüksel, Çin’in devlet destekli ihracat makinesine karşı büyük ölçüde savunmasızdır; Pekin, belirleyici nadir toprak kozu elinde tutarken Avrupa’yı ucuz mallarla doldurmaktadır.

Avrupa’nın bakış açısından soru nettir: Washington ile daha yakın bir stratejik uyum, sürekli çatışmadan daha akıllıca bir yol olur muydu?

Washington ile Stratejik Ayrım

Böyle bir yön değişikliği, Brüksel’de radikal bir dönüşümü gerektirirdi. Donald Trump yönetimindeki ABD, minimal devlet anlayışına ve serbest piyasa ilkelerine geri dönmüştür. Avrupa’nın etkin bir ortaklık kurabilmesi için, iklim takıntısını bir kenara bırakıp gerçek piyasa ekonomisini benimsemesi gerekecektir.

Transatlantik uçurum oldukça belirgindir. Avrupa, enerjisinin yaklaşık %60’ını ithal etmekte; kaynak bakımından fakir durumdadır ve Rusya ile bağlarını kopararak jeopolitik olarak kendini izole etmiştir. Buna karşılık, ABD enerji açısından bağımsızdır ve erişimi güvence altına almak için ekonomik ve askeri gücünü kullanabilir — ister Grönland üzerinden, ister yurt içi madencilikle, isterse geçici Çin ithalatıyla.

Trump’ın gümrük tarifesi stratejisi bu kaldıraç gücünün ne kadar etkili olabileceğini göstermiştir: Çin mallarına uygulanan gümrük vergileri ABD’de enflasyonu tetiklememiştir, çünkü Çinli üreticiler ve tüccarlar bu maliyetleri kendi kâr marjlarıyla karşılamıştır. Washington’un elinde devasa bir jeopolitik balyoz vardır — ve bu gücü nadir toprakları güvence altına almak için kullanacaktır.

AB Kendi Kuyusunu Kazıyor

ABD, Pekin’i masaya oturtmak için sert gücü kullanırken, Avrupa eski kaynak zengini nüfuz alanlarına erişimini kaybetmektedir. Fransa’nın Nijer’de yaşadığı — yani uranyuma erişimini yitirmesi — şimdi kıta genelinde tekrar eden bir olgu hâline gelmiştir.

Brüksel’in yanıtı: nadir toprak talebinin bir kısmını karşılamak üzere geri dönüşüm girişimleri ve Güney Amerika ülkeleriyle ticaret anlaşmaları. Bunlar baskıyı hafifletebilir, ancak yapısal sorunu çözmez: bağımlılık devam eder.

Avrupa sanayi altyapısını korumak istiyorsa, temel bir politika değişimi için zaman kazanacak — muhtemelen yüksek maliyetli — müzakereler yürütmek zorundadır. Bu da, serbest piyasa ilkelerine geri dönmek, iklim kültünü terk etmek ve transatlantik güveni yeniden inşa etmek anlamına gelir.

Ancak siyasi gerçeklik farklı bir tablo çizmektedir. Ne Brüksel ne de Berlin, eko-sosyalist rotadan sapacaklarına dair herhangi bir işaret vermemektedir. Sonunda bedeli ödeyecek olanlar, Avrupa’nın işçileri olacaktır.

 

Kaynak: https://www.americanthinker.com/articles/2025/10/europe_in_the_rare_earth_trap.html