Avrupa Liderlik Fırsatını Değerlendirecek mi?

Avrupa, ABD tarafından terk edilen bir dünyaya liderlik etmek için mükemmel bir konumda ancak bu fırsatı değerlendirecek mi?

 

Biz Avrupalıların kendimizi fazla güvende hissettiğimizi düşünüyorum. Yüzyılın başında hâlâ sorgulanmayan Avrupa’nın dünyadaki siyasi ve ekonomik liderliği uzun zamandır sona ermiş durumda. Avrupa’nın kültürel etkisi sürdürülebilecek mi? Bence hayır, eğer onu savunmaz ve yeni koşullara uyum sağlamazsak. Tarih göstermiştir ki medeniyetler fazlasıyla yok olmaya meyillidir.

                                                                                                                       Konrad Adenauer

 

 

Avrupa Birliği’nin kurucu babalarından biri olan Konrad Adenauer’un 1956’da sarf ettiği bu sözlerin hâlâ ne kadar geçerli olduğunu görmek şaşırtıcı. Adenauer’un bu sözleri Avrupa Birliği’nin hâlihazırdaki durumunu mükemmel bir şekilde tanımlıyorlar. Avrupalılar hâlâ yeni koşullara uyum sağlamakta zorlanıyor ve uyum sağlamaları gereken koşullar da dramatik şekilde değişmeye devam ediyor.

Teknolojik liderlik mücadelesi, bu zorluğun cari versiyonudur. Bu alanda başarıya ulaşılması Avrupa’yı dönüştürebilir, ancak kıta geri kalmışlığa doğru gidiyor oluşuna duyarsız. Avrupa Komisyonu’nun kendi verilerine göre, AB’de 45 milyonun üzerinde kullanıcıya sahip 19 dijital platformdan yalnızca biri (Zalando) AB menşelidir.

Bilgi (ekonomik ve politik) güçtür ve kontrolü kaybetmek, hem pazar payını hem de Avrupa demokrasilerini koruma yeteneğini kademeli olarak kaybetmek anlamına gelir. Brüksel, dijital hizmetlere ilişkin bir dizi düzenleme getirdi, ancak Amerikan dijital platformları, Avrupalı liderlerin demokratik seçimlerin manipülasyonu olarak adlandırdığı şeyi, çok fazla bedel ödemeden yaparak paçayı kurtarıyorlar. Elon Musk’ın X platformu, yanlış bilgi yaydığı iddia edilen hesapları yasaklamayı reddettiği için Brezilya’da yasaklandı; Avrupa’da ise benzer durumlarda yaptırımlar yetersiz kaldı.

Bu gerileme, Avrupa liderlerini gelecekle ilgili rehavete sürükleyecek kadar yavaş gerçekleşti.

Bu arada, Donald Trump, Avrupa Birliği’nin onun dayattığı ticaret müzakerelerine katılmakta yavaş kaldığını söylerken haksız sayılmaz. Gerçekten de, Avrupa Birliği’nin üye devletlerden üçüncü taraflarla doğrudan müzakere yetkisi aldığı nadir alanlardan biri olan ticarette bile ilerleme genellikle kekeme ve yavaş. Yetkili komisyon üyesi, 27 üye devletin farklı sanayi ajandaları arasında ortak bir payda bulmak zorunda kalıyor.

Avrupa’nın karar alma süreçleri yetersiz. Aslında bu süreçler farklı bir çağ için inşa edilmişti. Dış politika konusunda ortak bir ses yok;  örneğin, AB Gazze konusunda İspanya veya Birleşik Krallık gibi tekil ülkelerden çok daha az şey söyleyebiliyor. Bu durum, Avrupa’nın hâlâ sahip olması gereken “ahlaki liderliği” aşındırma gibi pratik bir sonuç doğurabilir.

Güven Krizi

Avrupa’nın, dünyanın gerçek değişimlerine cevap verememesi, yetersiz kurumsal yapılarından kaynaklanmaktadır. Ancak eyleme geçme gerekliliği karşısındaki mevcut felç hali, kendi yeteneklerine duyduğu güvene ilişkin daha da temel bir sorundan kaynaklanıyor olabilir.

Bir yandan da Avrupa’nın hâlâ bir miktar daha rehavet gösterme imkanı görülüyor. The Economist dergisinin Charlemagne köşe yazarı Stanley Pignal’ın yakın zamanda belirttiği gibi, Avrupa, insanların “yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı” konusunda özgürce hareket edebildiği bir yer olma statüsünün devam etmesinden orta düzeyde bir memnuniyet duyabilir. Ancak, bu hedeflere somut olarak ulaşmak için ihtiyaç duyulan kurumların çökmekte olduğu açıktır: sağlık sistemleri ve refah; güçlü ve bağımsız medya; düzenin olmadığı bir dünyada enerji ve askeri özerklik.

Öte yandan Avrupa giderek daha fazla kaderine razı hale geliyor. Gallup International tarafından yapılan küresel bir ankette, “Çocuklarınızın sizden daha iyi bir yaşam süreceğini düşünüyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtlarda, dünyanın en karamsar yedi ülkesi AB üyesi. Bu soruya İtalyanların yalnızca %16’sı ve Fransızların %24’ü “evet” yanıtı verdi.

Ipsos’a göre, genç Avrupalıların yarısından azı iş gücü piyasasına girmeye hazır hissediyor. Bunun sorumlusu olarak da eğitim sistemini görüyorlar. Durum şuan çok daha kötü olabilir; bu anket 2019 yılında, pandemiden, Avrupa’daki savaş ve daha da önemlisi yapay zekânın resmi daha da belirsiz hale getirmesinden önce yapılmıştı.

Avrupa’nın alternatifi yok; hem aşırı sağ hem de aşırı sol partiler bile bunu kabul ediyor gibi görünüyor. Fransa’nın Ulusal Birlik’i ve İtalya’nın Lega Partisi’nin artık AB’den ayrılmaktan değil, AB’yi içeriden değiştirmekten bahsettiğini de unutmayın. Tekil ulus devletler, yeni bir düzen arayan dünyada liderlik için asgari ölçekte bile değil.

ABD’nin terk ettiği bir dünyada, Avrupa’nın gerçek bir şansı var. Ancak, AB kurumlarının nasıl karar alacağına ve AB vatandaşlarının nasıl söz sahibi olacağına dair yeni mekanizmaları hayal edebilecek kadar yaratıcı olması gerekiyor. Bu da ancak toplumun tamamının, gerilemenin kaçınılmaz olmadığına dair makul bir umudu yeniden kazanmasıyla mümkün (ama aynı zamanda bu gerilemenin çirkin bir şekilde hızlanabileceğinin de farkında olmamız gerekiyor.

Son olarak, gençler bu süreçte mutlak biçimde hayati bir öneme sahip. Onları “dinleme” retoriği artık yerini yönetmeleri için çağrılara bırakmalı. Gençler bugün kendilerine özgü demografik, kültürel, ekonomik ve dilsel özelliklerle, Karl Marx’ın muhtemelen bir sınıf olarak tanımlayacağı bir yapıya sahipler. Bu özellikler, siyasi bir ajandaya ve geleceğin Avrupa’sı için yeni bir vizyona dönüştürülmeli.

 

*Francesco Grillo, Bocconi Üniversitesi, Sosyal ve Siyasal Bilimler Bölümü akademik üyesidir.

 

Kaynak: https://theconversation.com/europe-is-perfectly-placed-to-lead-a-world-abandoned-by-the-us-but-will-it-meet-the-moment-258030

Tercüme: Ali Karakuş