Atalardan Aktarım ve Aile Dizimi
Dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlarla, onların dil ve kültürleriyle tanışmak, deneyimlerinden faydalanmak çağımızın bize sunduğu en güzel fırsatlardan biri. Farklı olana ilgi duyma, yeni olanı tecrübe etme ve ondan faydalanma isteği de insanın en tabii duyguları arasında. Ancak bazen kendimizi bu duygulara o kadar çok kaptırıyoruz ki kim olduğumuzu unutarak ve elimizdekilerin kıymetini inkar ederek değerlerimize sırt çeviriyoruz. İşler bu noktaya geldiğinde ise -bilinçsizce- birilerinin gelir kaynağı olarak gördüğü hedef kitle içerisinde yer alıyoruz. Özellikle suçlu ve başarısız hissettiğimiz durumlarla başa çıkmakta zorlandığımız zaman sığınacak bir liman, tutunacak bir dal hatta suçlayacak birini ararken hedefi olduğumuz bazı kişi ve kurumlar derdimize derman olacağını iddia ediyor. Daha çok “atalardan aktarım veya aile dizimi” adıyla meşhur olan bir akımdan bahsetmek istiyorum. Bu akımı benimseyen kişiler atalarının hastalıkları, travmaları, başarısızlıkları, hayal kırıklıkları, uğradıkları haksızlıklar, kaygı ve korkuları, kıtlık ve kurban bilinçleri, kök inançları, yargıları, üzerlerindeki lanet-beddua-nazar nedeniyle hatta onların karmaları sebebiyle şuandaki “ben”in şekillendiğini iddia ediyorlar.
Hepimiz küçük çocukların kime benzediği ya da hangi huyunu kimden aldığıyla ilgili konuşmalara şahit olmuşuzdur. Yahut aile içerisinde sürdürülen bir meslek veya beceri varsa “geninde var” diye düşünmüşüzdür. Zaten insanın yetiştiği sosyal çevre ve toplumdan ayrı bir şekilde var olduğunu ve olabileceğini kabul etmek mümkün değil. Ancak atalardan aktarım gibi akımların bize anlattıkları bahsettiğim örneklere benzer mi? Bu akımların bize sunduğu ve kabul ettirmeye çalıştığı şeyler kültürümüze ve inancımıza uygun mu? Bazen can havliyle sarıldığımız bu tür fikirlerin kaynağına ve doğruluğuna bakmak aklımıza gelmiyor ya da bize uygun bir kılıfta sunuluyor. Üstelik makul denilemeyecek fiyatlarla!
Her şeyden önce bu tür akımların kaynağının Hint inanışları ve Şaman kökenli olduğunu ifade etmek gerek. Hâl böyle olunca devreye karma, ruhlar ve onların enerjileri giriyor. Kişinin bedensel ve ruhsal yapısı üzerinde anne-babalarından başlayarak tüm atalarının yaşadığı fiziksel olay ve psikolojik yaraların açık ve yönlendirici etkisi olduğuna inanıyorlar(!) yani bunların nesilden nesile aktarıldığını kabul ediyorlar. Öyle ki ataların yaşadıkları bizde bazen bir enerji bazen de bir blokaj, bir düğüm olarak ortaya çıkıyor. Hatta bizim kaderimizi belirliyor. İşte tüm mesele bize aktarılan bu şeylerden kurtulabilmek. Bunu başarabilirsek hayatta yapamayacağımız hiçbir şey kalmayacak! Bilimsel bir gerçekliğinin olmadığını söylememe hacet kalmadı sanırım.
Peki nesiller boyunca yaşamış atalarımızdan aktarılan üzerimizdeki bu “kötü enerjileri” temizleme hizmeti nasıl veriliyor? Bizi içerisinde bulunduğumuz sis bulutlarından, üzerimize serpilmiş ölü toprağından, bir türlü çıkamadığımız kuyulardan nasıl kurtarıyorlar?
Öncelikle bir ücret karşılığında seanslara katılmalısınız. Bu seanslarda atalardan gelen aktarımın üzerinizde kader ve karma bakımından blokaj oluşturduğuna inanarak aktarılan bu şeylerden arınmanız sağlanıyor. Önceki nesillerin beden hafızası yoluyla size aktardığı yükten evvela onları affedip azat ederek, varlıklarını onurlandırarak aranızda olduğu iddia edilen bağı sonlandırıyor ve düğümü çözüyorsunuz. Bütün bunları kurduğunuz cümlelerle yapıyorsunuz. Ardından boşalan bu duyguların yerine yenilerini koyuyorsunuz. İşte olumlama ve şifalandırma süreci böylece tamamlanıyor. Tabi her konuda olduğu gibi burada da uzmanlık alanları bulunuyor. İlişkiler konusunda yaşadığınız sıkıntılar, bir türlü aşamadığınız maddi sorunlar gibi farklı problem alanları farklı uzmanlarla(!) çalışmanızı gerektiriyor.
Şifalanma kamplarına katılanlar kendilerini bulduklarını hatta var olma biçimlerine eriştiklerini anlatıyorlar. Peki bu kamplarda neler yapılıyor? Çadır gibi daha ilkel koşullarda bir araya gelen insanlar gözlerini kapatarak, ellerini birleştirerek, düşüncelerini yönlendirerek, dans ederek ve bazı bitkisel ürünler(!) kullanarak şifalandıklarını söylüyor. Davul gibi ritmik sesler eşliğinde trans hâline geçiyorlar. Hatta bunu vecd hâli olarak ifade ediyorlar. Bunun yanı sıra bu işle meşgul olanların giyim kuşamlarındaki farklılık da dikkatinizi çekecektir. Tüm bunlar bohem bir tarzla insan üzerinde doğallık algısı oluşturma ve kişisel tercihlerin ötesinde farklı görünme çabasından yani ilgi çekmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Şifalandırma seanslarında kullanılan bir başka yöntem de aile dizimi. Oluşturulan enerji alanında ortamdaki kişiler tarafından aile bireyleriniz canlandırılıyor. Yani aslında aile bireylerinizin sebep olduğu içinizdeki travmalar, duygu ve düşünceler temsil ediliyor. Alandaki açılar, konumlar, yüzlerdeki mimikler sıkıntılarınızın nerede olduğunu gösteriyor. Örneğin seansta sizin duygunuzu temsil eden yabancı bir kişi babanız topal olduğu için bir anda topallayarak yürümeye başlıyor. Sizce de sıra dışı ve şaşırtıcı bir durum değil mi? Evet, tam olarak pazarlama tekniklerinden biri de bu. Sizi daha önce yaşamadığınız bir deneyim sunma ve bir mucize yaşatma iddiasıyla bu faaliyete davet ediyorlar.
Bu seanslarda kimi zaman yaşadığınız ancak sebebini anlayamadığınız durumları sizin için çözüyorlar. Mesela annesinden sevgi göremeyen biri regresyon seansında annesi, kendisine hamile iken babasının onu aldattığını öğreniyor. Meğer annesinin çocuğu sevmeme sebebi, eşinin onu hamile olduğu için aldattığını düşünmesiymiş. Bu bilgiye nasıl ulaştıklarını bir kenara bırakacak olursak hiçbir delile dayanmadan bir anda yabancı birinin elinde ortaya çıkan bu bilgi, o kimsenin sorununu çözmüş müdür? Hissettiği sevgi yoksunluğuna deva olmuş mudur? Olumlama cümleleri işe yaramış mıdır?
Atalardan aktarım, aile dizimi gibi akımlar konusunda üzerinde durulması gereken en önemli husus bu tür kabullerin temelinde karma inancının yer almasıdır. İslâm’ın kesin bir şekilde reddettiği bir anlayışın üzerine bina edilen hiçbir sistem kabul edilemez. Uyguladıkları seanslarda da yine dinî ve kültürel değerlerimizle örtüşmeyen ifadeler yer alıyor. Şamanik kökenli meditasyonlarda kişi, ölmüş gidememiş ataların ruhlarının verdiği enerjiden arınmaya çalışıyor; şifa verici kaynaktan şifa, iyilik ve mucize beklediğini ifade ediyor. Şifa verici kaynağın Allah olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu sistemde evren, içindeki tüm unsurlar ve ruhlarla birlikte hayatınızı etkileyen kozmik bir enerjiye sahip.
Belki bu derece açıklıkla karşımıza çıksa saçma bularak itibar etmeyeceğimiz fikirler artık dinî bir kisveye de büründü. Bu tür akımlara mensup bazı insanlar konuşmalarını ayetlerle destekliyor, İslâm’ın kader inancı budur diyerek sunuyorlar. Atalardan gelen aktarımla ortaya çıkan kaderinizden Rabbimizden bağışlanma dileyerek kurtulabileceğinizi bizi ancak O’nun arındırabileceğini söylüyorlar. (Halbuki biz her bebeğin selim bir fıtratla ve günahsız doğduğuna inanırız. Kimse kimsenin günahını yüklenmez.) Nefsini terbiye etme, saf niyet, kalp açıklığı gibi tasavvuf kültürümüze ait kavramlarla bize yaklaşıyorlar ve aslında bütün bunların bizim kültürümüzde var olduğunu iddia ediyorlar. Evlilik, kısmet, para, başarı gibi pek çok konuda insanî duyguları suistimal ederek gerek seanslar üzerinden gerek sosyal medya üzerinden ciddi zenginliklere erişiyorlar.
Aldatılarak onların zenginleşme aracı olmamız bir yana temel ilkeleri bizim kutsalımıza aykırı bir anlayış, geçici birtakım faydalar sağlasa da -ki faydalı olup olmadığı tartışma konusudur- uzun vadede daha büyük sorunlara sebep olacaktır. Dahası günlük hayatımıza dahil olmayan bir yöntemle şifa bulacağımıza inanmıyorum. Dağın, taşın, ağaçların kullandığımız çeşitli eşyaların ruhu olduğuna, bir aracı vesilesiyle bunlarla irtibat kurulduğuna ve bu sayede kötü enerjiden, atalarımızın yaşadıklarının bizde oluşturduğu düğüm ve blokajlardan kurtulduğumuza inanmak bize nasıl bir çözüm sunabilir ki! İlâhî güçle bağı koparılmış ya da bağını koparmış insan içindeki tecrübe eksikliğini bu yollarla gidermeye çalışıyor, derdinin de dermanının da ne olduğundan habersiz. Halbuki insan kendinin, becerilerinin ve yetersizliklerinin farkında olarak kimseyi suçlamadan, bu öfkeyi yüklenmeden ve bunun ardına saklanmadan hayatını idame ettirebilir, ulaşmak istedikleri uğrunda mücadele edebilir, gerektiğinde başarısızlığını da kabul edebilir. Böylece insan, tüm varlığıyla tebellür edebilecektir.