Türkiye’de son yıllarda rap ile arabesk arasında ciddiye alınabilecek bir geçişkenlik yaşanmakta. Bunun bazı sebepleri var bana göre. Birincisi kentleşme ve kentleşirken yeni ezilen sınıfların ortaya çıkması. Bu önemli çünkü, arabesk her ne kadar kentte kendisini varetmişse de bir ayağı köyde bir ayağı şehirde olan insan öykülerine dayanıyordu. Bu yüzden “gurbet” kavramı 1970’lerin arabesk şarkılarında sıkça çıkar karşımıza ve geldiği yeni mekanı (gurbet) geçici bir istasyondur onun için. Er geç “sıla”ya dönecektir. Ferdi Tayfur’un 90’lı yıllarda “Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim” şarkısını söylemesi bu açıdan manidardır. Bunun bir bilinçaltı vardı çünkü.
“Gurbet” diye bir kavram yok artık
1990’ların sonu ve 2000’lerde doğanlar, dedeleri ve babalarından farklı olarak bütünüyle kente ait bir jenerasyon. “Sıla”ları kenttir artık. Ve belki önemli bir kısmı nüfuslarının kayıtlı olduğu Anadolu şehirlerini hiç görmediler bile. Doğal olarak bu yeni jenerasyonun öyküsü ve meseleleri kavrayışı da çok daha farklı. “Gurbet” diye bir kavramı bilmiyorlar mesela. Kentte doğup büyüdükleri ve gözlerini açtıkları yenidünya çok kısa zamanda önemli bir devrim geçirip internet çağına girdiği için 2000’lerin dili ve duyarlılıklarını taşıyorlar. Türkü ve türkünün anlattığı öyküye ait bir bellekleri yok. 70’lerin, 80’lerin ve belki bir nebze haberdar oldukları 90’ların arabeski onların yaşadıkları ve karşılaştıkları meselelerin çok dışında adeta arkaik bir dünyadan bahsediyor gibidir. İnternete yakalanmış bu çocukların dünyayı kavrayış biçimleri zaten başlı başına farklı sorunlara muhatap olmalarına yol açtı ve dünyanın her yeri ile iletişim kurup, etkileşime girebilecekleri bir yol üzerinde sörf yapmalarına imkan aralandı.
Dolapdere’nin itirazı var
Vatan gazetesinin Pazar ekinde 2000’lerin hemen başında İstanbul Dolapdere tamirhanelerindeki çırak çocuklarla, gençlerle gerçekleştirilen görüşmelerde hepsinin Ceza, Sagopa Kajmer gibi rap grup ve sanatçılarını dinlemesi şahsen beni şaşırtmıyor (Roll dergisinde Barbaros Devecioğlu ile yapılan söyleşiden aktarım. Sayı 102, sayfa 42). Çünkü artık merkeze ulaşan arabesk (ekonomik, kültürel, siyasal iktidarın nimetlerini görünce), geldiği yeri çok çabuk unutarak sınıf atlamanın neon ışıkları arasında başka bir forma evrildi. İşte geride bıraktığı ya da kısa zamanda oluşan yeni çevrenin, periferinin (sosyolojik olarak) merkezin dili ve müzikal formunu taşıyan bu yeni arabeskle (adına artık arabesk demek de mümkün değil bu müziğin) özdeşlik kurmaları, bir katharsis yaşamaları söz konusu değil.

aktığı, üzerine ise rap söylenen
“melez” bir tür yapılıyor.
(Sagopa’nın Bergen’in “Sen Affetsen Ben Affetmem” şarkısı üzerine yaptığı kolaj gibi
İlgili link:
https://www.youtube.com/watch?v=afFjWyGt3aA )
Pop-art, kes-yapıştır ve rap
Bu gençlerin meselelerini taşıyan forma sahip yeni müzikal dilin rap olduğunu görüyoruz. Ki bu rap Türkiye’ye has bir duyarlılık ile yeniden günümüze çağırılan 1970’lerin ve 80’lerin arabeskiyle de birleşip-birleştirilip (ki bu birleştirilme de yine internet ve bilgisayar teknolojisi sayesinde gerçekleşiyor) yeni bir melez form ortaya çıkartıyor (Kes, yapıştır. Tıpkı pop-art teknikleri ve ait olduğu post-modern zamanların önerdiği biçimde birbiri ile ilgisi yokmuş gibi gözüken parçaların birleştirilmesi hali). Yani 1970’lerin 80’lerin Müslüm Gürses’i, Bergen’i gibi kült sanatçıların söylediği arabesk şarkıların dipte akıp durduğu, üzerine ise rap söylenen yeni bir bileşim var karşımızda. Niye 70’lerin ve 80’lerin arabeski, çünkü o dönemin şarkıları bir öyküye sahipler ve bu öykü gerçekçi bir dil taşıyor. Dolapdere’deki tamirci gençlerin artık 2000’lerin arabesk şarkılarını tercih etmeyerek ve “Arabesk sosyete işi” değerlendirmesinde bulunmalarının manidar olduğunu not düşmek isterim.
Arabeskin “ipini çekmek” isteyen rapçi!
Türkiye’de Hiphop kültürü üzerine ilk derli toplu çalışmalardan birisi olan “Bir Gençlik Çığlığı: Hiphop Kültürü” (Akyüz Yayın Grubu, 2003) isimli kitabın yazarı “Jöntürk” ciddi bir arabesk karşıtı olarak vaktiyle “Arabeskin ipini çekeceğiz” (sayfa 52) dese de bugün böyle bir form ile yüz yüzeyiz. Gerçi arabeskin “ipini çekme” meselesinin resmi ideolojiye ait jargonları hatırlattığını hemen belirteyim. Değişik zamanlarda ortaya çıksalar da aynı mekanın ürünleri olan iki öyküden bahsediyoruz. Birisi 70’lerin ve 80’lerin duyarlılığı ile 2000’lere kadar yaşanan öyküyü anlatıyor, diğeri ise bir başka form üzerinden ve doğum yerleri kent olan günümüz gençlerinin 2000 sonrası hikayesini.
Türkiye’de muhtemelen rap üzerine ilk kaleme alınan “Bir Gençlik Çığlığı: Hiphop Kültürü” (2003) kitabında yazar ilginç biçimde arabeske saldırıp onun “ipini çekmek”ten bahsediyor. Oysa iki müzik türünün çok ortak noktaları var.

Hiphop’ın kendi benzerine (arabeske) saldırarak (günümüzün kimlik değiştirmiş arabeskine. Bunun altını iyi çizelim) onun iktidarını yok ederek alan açmaya yönelmesinin de ilginç olduğunu belirtelim. Oysa Jöntürk’ü, arabeskin ipini çekmesine gerek kalmadan zaten o, kenar mahalleyi terk edeli epey zaman oluyor. Müzikal anlamda dilsiz kalan periferi, tam da “dil” meselesi üzerinden, konuşarak ve adeta belleğinde ne var ise kusarak beliren arızalı bir telaffuz ile (dedeleri ve babalarının şarkılarında İstanbul Türkçesi nasıl kullanılamıyor ve şive hâlâ devam ediyorsa, onlar da Türkçe’yi bozarak, evirip çevirerek yeni bir dille çıkıyorlar karşımıza) rap formunu kullanarak yeni bir toplumsal hareketliliği ifade ediyor bugün.