Anti-Kapitalist Yolculuk

Çok uzun zaman önceymiş gibi geliyor, ama sermayenin en büyük suçlularıyla nüfuz sahiplerinin (ki genellikle aynı kişiler) toplantılarına karşı düzenlenen kitlesel protestolarla öne çıkan küresel kapitalizme karşı hareket, yalnızca yirmi beş yıl önce sahnenin merkezindeydi. Bu harekete katılanlar için, pek çok insanın hapis ve yaralanma riskini göze alma kararıyla temsil edilen, yüzleşmeler, sohbetler, tartışmalar ve kararlılıkla dolu heyecan verici bir dönemdi. Aynı zamanda, kanun ve düzen güçlerinin kapitalizmin gerçekliğini gösterdiği bir dönemdi—bu gerçeklik, bir asırdan daha uzun bir süre önce demiryolu ve maden işçileri grevlerinde Pinkertonların ve ordunun sergilediği vahşeti çağrıştırıyordu. Gerçekten de, bu tür büyük protestolardan birinin sonuncusunda, polis, İtalya’nın Cenova kentinde Carlo Giuliani’yi öldürdü. Protestoculara, medyaya ve destekçilere yönelik polis şiddetinin ardından gelen sahneler, zaten zengin olanların servet birikiminin onlar için ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya hatırlattı.

Belirtildiği gibi, Giuliani’nin öldürülmesi, üç yıldan kısa bir sürede hızla yoğunlaşan protestoların ve bu protestolara ile onları organize eden ve onlara katılan protestoculara yönelik daha da büyük saldırıların doruk noktasıydı. Protestoların büyük kısmı şiddet içermeyen doğrudan eylemler ve sivil itaatsizlikten oluşmasına rağmen, mülke zarar verme olayları ve polisle ile sivil gönüllülerle (vigilantes) çatışmalar da yaşandı. Bu sonuncuların çoğu, Black Bloc (Kara Blok) olarak bilinir hale gelen bir fenomene atfedildi. Benim anladığım kadarıyla, sokak çatışmalarının çoğu protestocuların savunma amaçlı eylemleriydi ve Kara Blok çoğunlukla karşılık veren ilk grup oluyordu.

Protestocular arasında —organizasyon yapanlardan katılımcılara kadar— Kara Blok’un taktiklerine katılmayan pek çok kişi vardı. Bu karşı çıkanların çoğunun en iyi tanımıyla “militan liberaller” olarak adlandırılması adil görünse de, bazı solcu gruplar ve bireyler de eleştirilere katıldı. Elbette, kurumsal medya ve kurumsal siyasetteki daha ana akım liberaller de bu eleştiri korosuna katıldılar; üstelik çoğu zaman, postallı bir skinhead’den ya da bir zamanlar Los Angeles Polis Departmanı’nın başı olan Bill Gates gibi bir polisten beklenebilecek bir öfkeyle. Black Bloc ve onun taktikleri hakkında ne söylerseniz söyleyin, liberal kapitalizmin ardına saklandığı kültür ve nezaket cilasının gerisindeki vahşeti açığa çıkardıkları kesin.

Hatırlamayanlar ya da bilmeyenler için, Kara Blok’un üyeleri kendilerini anarşist olarak tanımlıyordu. Herhangi bir siyasi felsefede olduğu gibi, anarşizm terimi de geniş bir şemsiye kavramdır. Ancak, genelleme yapılacak olursa (ki bu her zaman hassas bir denge yürüyüşüdür), anarşizmin, devletin her türünü reddettiğini, kapitalist ekonomiyi reddettiğini ve işçilerin, köylülerin, öğrencilerin ve entelektüellerin kendi kendilerini örgütlemesine inandığını söylemek yeterlidir. Karşılıklı yardımlaşma, onun temel unsurlarından biridir ve kâr, ortadan kaldırılması gereken bir şeydir. Bazı anarşistler, teknolojinin insanlığın laneti olduğuna inanırken, diğerleri kâr peşinde koşmanın asıl lanet olduğunu ve teknolojiyi yeryüzünün ve insanlığın büyük kısmının düşmanı haline getiren şeyin bu kâr peşinde koşmak olduğunu savunur. Diğer bazı anarşistler ise —ve ben tarihsel anarşizme en uygun tanımın bu olduğunu ileri sürerim— kendilerini özgürlükçü sosyalistler ya da konsey komünistleri olarak görürler. Bu kesim, işçileri ve küçük çiftçileri toplumun temel sınıfı olarak kabul eder ve sermayeye ve onun siyasi sistemlerine karşı gerçek bir devrimin, bu sınıfların yerel komünler ve o komünlerin konfederasyonları biçiminde bir anti-kapitalist hareket içinde örgütlenmesiyle gerçekleşmesi gerektiğini savunur. Tarihsel olarak, anarşistlerin gücü sanayi grevinde ve eylem propagandasında (propaganda of the deed) yatmıştır.

Geri dönelim 1995 yılına. Another War Is Possible: Militant Anarchist Experiences in the Antiglobalization Era (Başka Bir Savaş Mümkün: Küreselleşme Karşıtı Dönemde Militan Anarşist Deneyimler) adlı kitabın yazarı Tomas Rothaus, hikâyesine bu tarihte başlar. Yunanistan’ın Atina kentindedir, geçim sıkıntısı çekmektedir ama televizyonda polisle anarşistler arasındaki sokak çatışmalarını izlerken çok da kaygılı değildir. Birkaç sayfa ve birkaç ay sonra Paris’tedir; faşistlerle ve polisle savaşmaktadır; okuyucu, Rothaus şehir şehir, protesto protesto anlatırken, az çok onun yanında seyahat etmeye başlar. İlk birkaç protesto faşizm karşıtı ve göçmen yanlısıdır. Fransa’yı zikzaklar çizerek geçer. Anlatısını kurarken Rothaus arkadaşlarını tanıtır ve hareketin siyasetini, Kara Blok’u (Black Bloc) ve toplantıları sırasında insanî bedel ne olursa olsun kârlarını maksimize etmek isteyenleri korumak için binlerce polise ihtiyaç duyanları tartışır. Bu, devrimci bir macera ile insan açgözlülüğünün; gençlik isyanı ile faşist polisin; radikal insani umut ile insanlık adına uygulanan kapitalist vahşetin ilginç bir yan yana gelişidir.

Yazar, hikâyesine kısa bir geçiş yaparak 1999 sonbaharının sonlarında Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı düzenlenen kitlesel protestoları tartışarak devam eder. O isyan günlerine katılmamış olsa da, onları anti-kapitalist küreselleşme hareketinin dünya sahnesindeki ilanı olarak doğru şekilde tanımlar. Bundan biraz fazla bir süre sonra, Ocak 2001’de, George W. Bush’un göreve başlama töreni için Washington, DC sokaklarındaydı. Birkaç ay sonra Rothaus, Mart 2001’de Kanada’nın Montreal’in kuzeyindeki Quebec City’de düzenlenen Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (FTAA) zirvesine karşı yapılan protestolara giderken Vermont’tan Kanada’ya sınır geçişini anlatır. FTAA, Amerika kıtasındaki (Küba hariç) tüm ülkeler arasındaki ticaret engellerini ortadan kaldırmak veya azaltmak için hazırlanan bir plandı. Amaç, Alaska’dan Patagonya’ya uzanan dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini yaratmaktı ve anlaşmanın başlıca yararlanıcıları ABD şirketleri ve finans kurumları olacaktı. Rothaus’un, kırsal Vermont’ta bir grup anarşistin sınır polisiyle yaşadığı etkileşimi mizahi bir şekilde anlatışı, beni de aynı protesto için birkaç düzine mil batıdan o sınırı geçme girişimimin başarısızlıkla sonuçlanmasını hatırlattı. Aracımızda şüphe uyandıracak hiçbir şey yoktu—ne broşür, ne tel kesici, ne pankart, hiçbir şey—ama sınır polisi aracımızı didik didik ararken bizden arabadan inmeyi istedi. Yine de hiçbir şey bulamadılar. Sonra bize geri dönmemizi ve başladığımız yere, yani Vermont’un Burlington kentindeki bir toplanma merkezine gitmemizi söylediler. Nedenini sorduğumda, çok da düşmanca olmayan bir görevli, aramızdan bazılarının en azından protestolar bitene kadar Kanada’ya girişine izin verilmeyen kişiler listesinde olduğunu söyledi. Rothaus protestoları ayrıntılı şekilde anlatır; grubunun —yakınlık gruplarından oluşan bir yapı— polis kordonlarını yardığı anları, onlara yerel halkın katıldığı anları ve daha önce polislerin göz ardı ettiği bölgelere polis baskısını taşıdıkları için yerel halkı öfkelendirdikleri anları ayrıntılarıyla aktarır.

Rothaus yolculuğuna Cenova’ya kadar devam etti ve bu, kapitalizmin patronlarının zirvelerine karşı yapılan büyük protestoların sonuncusu oldu. Yalnızca birkaç hafta sonra, 11 Eylül olayları Manhattan, Virginia ve Pennsylvania’da meydana geldi ve bu olaylar, söz konusu patronlara faşizme geçiş süreçlerini yoğunlaştırmak için mükemmel bir gerekçe sundu—ki bu süreç bugün daha da büyük bir yoğunlukla devam etmektedir.

Another War is Possible hem bir tarih, hem bir anı, hem bir toplumsal eleştiri ve belki de hem yazar hem de o dönemde katıldığı ve bu metinde belgelediği hareket için bir tür olgunlaşma hikâyesidir. Onun dürüstlüğü, o dönemde orada bulunan okuyuculara taktikler, hedefler ve bizzat protestocular—özellikle de Kara Blok—hakkında yapılan tartışmaları ve kavgaları hatırlatır. Aynı dürüstlük, diğer okuyuculara ise güçlü olanlara ve faşistlere karşı bir toplumsal hareketin parçası olmanın asla durağan olmadığını, zaman zaman sevinçli, bazen stresli ama her zaman önemli olduğunu hatırlatır.

Kaynak: https://www.counterpunch.org/2025/08/05/anti-capitalist-road-trip/