Amerika’ya Gelen İlk Yahudiler
Yahudiler İspanya’nın Yeni Dünya kolonilerinden men edildi – ancak bu, Yahudi ve din değiştiren yazarların Amerika kıtasını betimlemelerine engel olmadı
Her birkaç yılda bir, Kolomb hakkında bir hikâye yeniden gündeme gelir: Amerika kıtasını İspanya adına keşfeden Cenevizli denizci, aslında gizlice Yahudi miydi? Engizisyondan kaçan bir İspanyol ailesinin mensubu olabilir miydi?
Bu hikâye, 19. yüzyılın sonlarında, Rusya ve Doğu Avrupa’dan büyük sayıda Yahudi’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettiği dönemde yaygınlık kazandı. Bu göçmenler için 1492 yılı çifte anlam taşıyordu: hem Yahudilerin İspanya’dan sürülmesi hem de Kolomb’un keşif yolculuğu. Pek çok Amerikalının bu kâşifi kahraman olarak gördüğü bir dönemde, onun da kendilerinden biri olabileceği düşüncesi, Yahudi göçmenler için hem yeni ülkelerinin başlangıcına hem de Eski Dünya’nın zulmünden kurtuluşa dair Amerikan anlatısına bir bağ sundu.
Ancak Kolomb’un Yahudi olduğu yönündeki teorinin sorunu yalnızca zayıf kanıtlara dayanması değildir. Bu teori aynı zamanda Amerika’daki İspanyol Yahudilerinin çok daha karmaşık ve gerçek hikâyesini gölgede bırakmaktadır.
15.yüzyılda, krallığın Yahudileri ağır bir tercihle karşı karşıya kaldı: Hristiyanlığa geçmek ya da ailelerinin nesillerdir yurt bildiği toprakları terk etmek. Portekizli Yahudiler de benzer baskı ve zulme maruz kaldı. Kimileri yeni bir yerleşim ararken, kimileri Hristiyan toplumu içinde kabul görme umuduyla kaldı – ama her iki grup da ait olabilecekleri bir yer arıyordu.
Biz Yahudi tarihi üzerine çalışan araştırmacılar olarak, 16. yüzyıldan kalma iki metnin ilk İngilizce çevirileri üzerinde çalışıyoruz. Joseph Ha-Kohen’in Yeni Hindistan Kitabı (The Book of New India) ve Luis de Carvajal’ın manevi yazıları, Amerika kıtası hakkında yazılmış en eski Yahudi metinlerinden ikisidir.
Yeni Dünya’nın tarihi, daha en başından itibaren bu sürece katılmış Yahudi topluluklarının sesleri olmadan tamamlanmış sayılmaz.
Çifte Bilinç
Amerika kıtasına gelen ilk Yahudiler, aslında Yahudi değil, “converso” yani din değiştirmiş kişiler ve onların torunlarıydı.
İber Yarımadası’nda yaklaşık bin yıl boyunca nispeten barışçıl ve refah dolu bir yaşam süren Yahudiler, 1391 yazında bir dizi şiddet olayının hedefi oldular. Bu olayların ardından binlerce Yahudi zorla Hristiyanlığa geçirilmek zorunda bırakıldı.
Converso’lar resmî olarak Katolik Kilisesi’nin üyeleri olsalar da, çevrelerindeki insanlar onlara hep kuşkuyla baktı. Bu kişilerin bazıları, atalarının inancını gizlice yaşamaya devam eden “kripto-Yahudiler”di. İspanyol yetkililer, kilise tarafından sapkın sayılanları – özellikle Yahudilikten ve İslam’dan dönenleri – ortaya çıkarmak ve cezalandırmak amacıyla Engizisyon’u kurdu.
1492 yılında, İspanya’daki son Müslüman kalesinin düşmesinden sonra, hükümdarlar Ferdinand ve Isabella, geriye kalan Yahudilere ya Hristiyanlığı kabul etmelerini ya da ülkeyi terk etmelerini emretti. Zamanla, İslam’dan dönenler de sürgün edildi.
Hristiyan olan Yahudilerden bazıları, hızla büyüyen İspanyol İmparatorluğu’nda yeni bir hayat kurma arayışına girdi. Tarihçi Jonathan Israel’in yazdığı gibi, Yahudiler ve converso’lar hem “imparatorluğun ajanları hem de kurbanları”ydı. İber kültürüne ve diline olan aşinalıkları ile topluluklarının yayılmış yapısı, onları şeker, tekstil, baharat ve insan ticareti – yani Atlantik köleliği – gibi küresel ekonomik faaliyetlerde rol almaya uygun hâle getirdi.
Yine de converso’lar, diğer yurttaşlara kıyasla çok daha kırılgandılar: İnançları nedeniyle her şeylerini kaybedebilir, hatta kazıkta yakılarak öldürülebilirlerdi. İşte bu çifte bilinç – bir kültürün parçası olmak ama aynı zamanda ondan ayrı tutulmak – converso’ları sömürge dönemi Latin Amerika’sının karmaşıklığını anlamada vazgeçilmez kılar.
17.yüzyıla gelindiğinde, Hollandalılar ve İngilizler Amerika kıtasının bazı bölgelerini ele geçirdikten sonra, Yahudiler artık bu topraklarda yaşayabilir hâle geldi. Genellikle, ataları İber Yarımadası’ndan sürülmüş ailelerin üyeleriydiler. Ancak ilk İspanyol ve Portekiz kolonilerinde, Yahudiler inançlarını açıkça yaşama özgürlüğüne sahip değildi.
Bu converso’lardan biri de Luis de Carvajal’dı. Aynı adı taşıyan amcası Luis de Carvajal y de la Cueva, bir tüccar, köle tüccarı ve sömürgeciydi. Başarılarının karşılığında, günümüz Meksika’sının kuzeydoğusundaki Yeni León Krallığı’nın valiliğine atandı. 1579 yılında, bataklıklar, çöller ve gümüş madenlerinden oluşan bu engebeli bölgeyi yerleştirmek ve yönetmek için pek çok akrabasını da beraberinde getirdi.
Amcası, converso geçmişini geride bırakmak ve İspanya’nın Yeni Dünya’daki toprak sahibi soyluları arasına katılmak isteyen dindar bir Katolikti. Ancak potansiyel varisi olan genç Luis, boş vakitlerini İsrail’in Tanrısı’na dualar yazarak ve Tevrat’ın emirlerini gizlice yerine getirerek geçiren tutkulu bir kripto-Yahudiydi.
1595 yılında Luis ve ailesi Engizisyon tarafından tutuklandığında, onun manevi yazılarını içeren kitabı da ele geçirildi ve gizli Yahudi kimliğinin kanıtı olarak kullanıldı. Luis, annesi ve kız kardeşi kazıkta yakıldı, ancak küçük, deri ciltli günlüğü günümüze kadar ulaştı.
Luis’in dini düşüncesi, erken modern İspanyol kültürünün geniş bir yelpazesinden besleniyordu. Latince bir İncil kullanıyor, Dominiken ilahiyatçısı Fray Luis de Granada gibi içe dönük maneviyatı öne çıkaran Katolik düşünürlerden ilham alıyordu. Münzevi ve mistik Gregorio López ile tanışmıştı. Meksiko’daki ünlü Santiago de Tlatelolco manastırında rektör yardımcısı olarak çalışırken okuduğu Katolik teologların eserlerinde Maimonides ve diğer hahamlardan yapılan alıntılara da rastlamıştı.
Onun manevi yazıları derinden Amerikalıdır: Meksika’nın uçsuz bucaksız çölleri ve kudretli kasırgaları, manevi uyanışlarının sahnesi olmuştu; ortaya çıkmakta olan Atlantik dünyasının insanları ve kültürleriyle kurduğu temaslar, dini vizyonunu şekillendirdi. Bu küçük kitap, Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya geçişte, farklı kültürler, diller ve inançlar arasında yaşanan etkileşim ve çatışmalardan doğan, parlak ve yaratıcı bir kültürün eşsiz örneğidir.
Çeviriden Daha Fazlası
1492 yılında Hristiyanlığa geçmeyi reddeden İspanyol Yahudiler sürgüne zorlandı ve krallığın kolonilerine girmeleri yasaklandı.
Joseph Ha-Kohen’in ailesinin yolculuğu bu zorlukları gözler önüne serer. Sürgünün ardından ailesi, Fransa’nın güneyindeki papalık şehri Avignon’a yerleşti ve Joseph 1496’da burada doğdu. Oradan, yeni bir hayat kurma umuduyla İtalyan ticaret şehri Cenova’ya geçtiler. Ancak bu umut da boşa çıktı. Aile defalarca sürgün edildi, sonra geri dönmelerine izin verildi, ardından tekrar sınır dışı edildiler.
Bu çalkantılara rağmen Ha-Kohen, hem doktor hem tüccar oldu; Yahudi cemaatinde önde gelen bir figür hâline gelirken, Hristiyan topluluğun da saygısını kazandı. Hayatının ilerleyen dönemlerinde, şehir dışında küçük bir dağ kasabasına yerleşti ve yazarlığa yöneldi.
Hristiyanlık ile İslam arasındaki savaşları konu alan bir kitap ve Yahudi tarihine dair bir diğer çalışmasının ardından, yeni bir projeye girişti. İspanyol tarihçi Francisco López de Gómara’nın Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesini anlattığı Historia General de las Indias adlı eserini, Yahudi okuyucular için yeniden düzenledi.
Ha-Kohen’in bu çalışması, Amerika kıtası hakkında İbranice yazılmış ilk eserdi. Metin yüzlerce sayfadan oluşuyordu ve Ha-Kohen bu el yazmasının tamamını dokuz kez kendi eliyle kopyaladı. Amerika’yı hiç görmemişti, ancak hayatı boyunca defalarca yerinden edilmiş olması, onu Yahudilerin bir gün bu topraklara sığınmak isteyip istemeyeceğini düşünmeye sevk etmiş olabilir.
Ha-Kohen, okuyucularının metindeki coğrafi, botanik ve antropolojik bilgileri öğrenmesini istiyordu; ancak İspanya’nın zaferci söylemine yer vermek istemiyordu. Bu nedenle, eseri yeniden düzenleyerek melez bir çeviri ortaya koydu. Bu farklı versiyonlar arasındaki ayrımlar, keşif çağında Avrupalı bir Yahudi olmanın karmaşıklığını da gözler önüne serer.
Ha-Kohen, Amerika’ya İspanyol toprağı olarak yapılan göndermeleri metinden çıkardı ve conquistador’ların yerli halklara yönelik zulmünü eleştirdi. Zaman zaman, Kutsal Kitap’taki eski İsrailoğullarıyla Yerli Amerikalılar arasında bir benzerlik kurarak, onları da baskı altında yaşayan mağdurlar olarak gördü ve onlarla bir akrabalık hissetti. Ancak başka zamanlarda, yerli geleneklerine karşı yabancılaşma ve hatta tiksinti duyduğunu da ifade etti; onların dini uygulamalarını “karanlık” olarak nitelendirdi.
Bu kişilerin yazılarını çevirmek, yalnızca bir metni bir dilden diğerine aktarmak değildir. Aynı zamanda, o dönemde Yahudilerin ve conversoların içinde bulunduğu karmaşık sosyal ve kültürel konum üzerine derinlemesine düşünmeyi gerektirir. Onların eşsiz bakış açıları, Avrupa ile Amerika’nın iç içe geçmiş tarihine ve erken modern dönemde Yahudi deneyimini şekillendiren bu “arada kalmışlığa” ışık tutar.
* Flora Cassen, Hartman Enstitüsü Kıdemli Öğretim Üyesi ve Washington Üniversitesi, St. Louis’te Tarih ve Yahudi Çalışmaları Doçenti
* Ronnie Perelis, Yeshiva Üniversitesi Sefarad Çalışmaları Doçenti