Amerika’da “İç Savaş” Tartışmaları
Başkanlık Seçimlerine Hazırlanan Amerika’da “İç Savaş” Tartışmaları
ABD’nin savunma, güvenlik ve istihbarat kuruluşlarıyla bağlantılı düşünce kuruluşlarının öteden beri dünyanın birçok yerinde “iç savaş” koşullarının oluşup oluşmadığı hakkında kapsamlı araştırmalar yaptıkları bilinir. Donald Trump’ın sürpriz bir şekilde 2016’da Başkan seçilmesiyle birlikte Amerika’da “bir “iç savaş” ihtimaline ilişkin araştırmalar ve makalelerin hızla çoğalmaya başlaması bu bakımdan dikkat çekici bir gelişmedir. Sözkonusu araştırma, makaleler ve köşe yazılarında Amerika’da 1860’larda 11 Güney Eyaleti’nin Birlik’ten ayrılmasıyla başlayan, 4 yıl kadar süren ve 600 binden fazla insanın hayatını kaybettiği “İç savaş”a sıklıkla atıflar yapıldı. Atıfların özeti: “Bir kez yaşandığına göre, ikincisi de olabilir.”
Amerika’da iç savaş’ın yahut “eyaletler bölünmesi”nin kaçınılmaz olup olmadığı, kaçınılmaz ise bunu zorunlu kılan siyasi, ekonomik ve kültürel faktörler irdelenirken, diğer yandan iç savaşın önlenebilmesi için ne tür politikaların takip edileceğine dair görüşler dile getiriliyor.
Son birkaç yılı kapsayan Amerikan medyasına hızlıca göz atıldığında “İç savaş” başlıklı yüzlerce makaleye ve onlarca kitaba yer verildiği dikkat çekiyor. Öte yandan düşünce kuruluşları veya üniversitelerin araştırma merkezleri tarafından yapılan anketlere de değinmek gerekiyor. Kendilerini, “Demokrat” veya “Cumhuriyetçi” , “liberal” veya “muhafazâkâr” olarak niteleyen yahut etnik kimliklerle kendilerini tanımlayan Amerikalıların ‘İç savaş’ ihtimaline ilişkin duygularını ortaya çıkaran bu anketler de önemli bir kaynaktır.
Anketlere göre Amerikalılar’ın yarıya yakını gelecekte bir iç savaşın muhtemel olduğuna inanıyor. İhtimal oranları genç yaşlarda daha yüksek, ileri yaşlardaysa daha düşük seyrediyor. Oranlar bölge ve eyaletlere veya kırsal-kentsel alanlara göre de farklılık arz ediyor. Dikkat çeken bir diğer husus ise siyasetin her iki kutbunu oluşturan aidiyetlerde “iç savaş ihtimali”nin büyük ölçüde kabullenilmiş olması. Hangi siyasi ve ideolojik görüşte olurlarsa olsunlar, taraflar ‘İç savaş’ olasılığını yadırgamıyorlar. Öte yandan Cumhuriyetçi, muhafazâkâr seçmenlerde iç savaş ihtimali daha pozitif ve enerjik olarak ifade edilirken, Demokrat ve liberal seçmenler ise bu olasılığı kaçınılması zor bir sürüklenme olarak görüyorlar.
Daha da önemlisi, 10- 15 yıl önce akıllara bile getirilmeyen, üzerinde konuşulmayan veya ihtimal verilmeyen “iç savaş” nitelemesinin hem sıradan Amerikalıların, hem de siyasi elitlerin, Amerikan entelijansiyasının ve akademiyasının gündemine girmiş bulunmasıdır. Bu konuyla ilgili olarak dile getirilen görüşler “iç savaş”ın savuşturulabilir olsun veya olmasın, üzerinde ciddiyetler durulması gereken bir Amerikan krizine işaret ettiğinde hemfikirler.
Derinlerde Yatan Nedenler
1860’lardaki iç savaş koşulları Amerikan siyasi-idari sisteminin derinliklerinde mevcut bulunuyor. Siyahî Amerikalılar’ı sistem dışında tutan koşullar 1960’lardaki Sivil haklar Hareketi’yle büyük ölçüde gevşetilmiş olsa bile, sistemin işleyişinde ırk ayrımcılığı kendisini hep hissettirdi. Yaşanan gerçeklik, Irksal önyargıların Amerikan Sivil Haklar Hareketinden sonra ortadan kalkmadığı, sadece daha az alenî hale gelmesiydi. Irkçılık karşıtı norm, insanların açıkça “Siyahlar aşağıdır” demesini engellemiş, ancak Beyazlar’ı Beyaz olmayanlara göre ayrıcalıklı kılan bir sosyal sistemi sürdürmelerini durduramamıştı.
Sivil Haklar Hareketi’nin siyasi sonuçları, Kuzey Demokratlarıyla Beyaz Üstünlükçü Güney Demokratları arasındaki bağlantıların kopmasını sağladı. Böylece Güney Demokratları giderek Cumhuriyetçi Partiyle özdeş hale geldi. Cumhuriyetçi Parti büyük ölçüde Güneyli bir muhafazâkârlık anlayışı etrafında birleşti. Amerika’nın anayasal yönetim sistemi Güney eyaletlerinin siyasi sistem üzerinde nüfuzunu hissettirmesine imkân tanıyor. Amerikan başkanlarının halk oyuyla değil de“Seçici Kurul” tarafından belirlenmesi, eyaletlerin ikişer senatörle temsil edilmeleri küçük eyaletlerin ulusal politika üzerinde göz ardı edilemeyecek ölçüde güç yansıtmalarını sağlıyor. 100 üyeli Senato’da inatçı tek bir senatör bile yasama faaliyetlerini dengeleme, etkileme veya engelleme gücüne sahip. Yapılan eleştiriler “Güney stratejisi” veya “Güney siyaseti” olarak da nitelenen Güney eyaletlerinin politik-kültürel tercihlerinin federal yönetim üzerinde belirleyici bir rol oynadığına işaret ediyor. Eleştirilere bakılacak olur ise “Güney” Cumhuriyetçileşmedi, “Cumhuriyetçiler” Güneyleşmiştir.
Demokrat Partiyse Amerikan toplumunun “Siyahiler” başta olmak üzere Beyaz olmayan unsurlarıyla, yanı sıra işçi sınıfıyla kendilerini daha fazla ilişkilendiren bir sürece doğru evrildi. Cumhuriyetçi Parti, Amerikan kapitalizmiyle bütünleşik bir yapıya kavuşurken aynı zamanda Müesses Nizam’ın en sağlam unsuru oldu. Katolik Amerikalılar’ı bile dışarda bırakan bu unsur kurulu düzen içerisindeki ayrıcalıklı yerini “Beyaz Anglo-Sakson-Protestan(WASP)” olarak sağlamlaştırdı. Sanayi temelli Amerikan kapitalizminin finansal temelli neoliberalleşmesiyle birlikte Demokrat Parti de müesses nizamın ikili ayağından birini teşkil etmeye başladı. Böylece iki partili uzlaşmaya dayanan “Müesses Nizam” kendisini güvence altına alıyordu.
Öte yandan “WASP egemenliği” de zamanla aşınarak çözüldü. Katolikler ve Protestanlar arasındaki vahşi savaş böylece son buldu. Halihazırda, Katolik muhafazâkâr hukukçular, Cumhuriyetçiler’in Demokratlar ve Liberallerle kültür savaşlarının en önemli bileşeni oldular. “Federalist Toplum” gibi örgütlü Katolik hukukçular, Cumhuriyetçi yönetimlerin Federal Yargıyı kontrol etmelerine imkan sağlayacak ölçüde muhafazakar bir kadro havuzu oldu.
Küreselci politikalarda birleşen Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimler, Amerikan imalatının Çin başta olmak üzere Uzak Doğu’ya kaymasına izin verdiler. Amerika’nın birçok bölgesinin sanayisizleşmesi “Beyaz Amerikan İşçi sınıfı”nın yoksullaşmasına yol açtı. Ucuz emek olarak gerçekleşen Amerika’ya göçmen akıntısıysa Beyaz Amerikalılar için engellenmesi gereken bir tehlike olarak öne çıktı. Diğer yandan Amerikan kültürünün liberalleşme eğilimlerinin güçlenmesi, Amerikan ulusunun “Beyaz Hıristiyan ulus” olduğuna inanan Amerikan muhafazâkârları için öncelikle bertaraf edilmesi gereken bir tehlikedir. Cumhuriyetçi Parti’nin dinamik unsuru olan Beyaz Amerikan muhafazâkârlar nüfus yapısının değişmesinin Amerikan siyasi ve kültürel sistemini temelden değiştireceğine inanıyorlar. Nüfus araştırmaları, uzak olmayan bir gelecekte beyaz Amerikalıların azınlıkta kalacağını gösteriyor.
Göçmenlerden ve kültürel liberalleşmeden fayda sağlayanlarsa Demokratlar idi. Bu iki olgu bir kuruluş olarak Demokrat Parti’yi etkileyerek dönüştürüyor. Demokratlar genç kuşaklar üzerinden daha Sol’a ve daha liberal bir çizgiye kayarken, Cumhuriyetçilerse daha Sağ’a ve daha muhafazakar bir çizgiye doğru sürükleniyorlar. İki parti hem seçmen tabanı olarak, hem de siyaset olarak daha derin çizgilerde kutuplaşıyorlar. Amerikan siyasi sistemindeki “iki partili” uzlaşma modeli de giderek bozulmaya başladı. Gelinen noktada, anketlerin de gösterdiği gibi, Cumhuriyetçi ve Demokrat seçmenler biribirilerini “varoluşsal tehdit” olarak algılıyorlar. İki kesimin Amerika’nın geleceğine ilişkin vizyonları da taban tabana zıt. Amerikan Rüyası’nın sönümlenmiş olmasının da siyasetin seyri üzerinde ayrı bir etkisi var.
Amerika’daki siyasi kutuplaşmanın derinlikleri ve bu kutuplaşmanın nasıl giderilebileceği konusunda araştırmalar yapan Virginia Üniversitesi Politikalar Merkezi Direktörü Larry J. Sabato’nun tespiti şu şekildeydi: “Trump ve Biden seçmenleri arasındaki uçurum derin, geniş ve tehlikeli. Kapsamı daha önce görülmemiş ve kolayca düzeltilemeyecek”
Trump’ın 2016’da Başkan seçilmesi hem Cumhuriyetçiler’in, hem de Demokratlar’ın yerleşik, kurumsallaşmış siyaset biçimime meydan okuma olarak değerlendiriliyor. Trump’ın zuhuru, Amerikan siyasi sisteminin iç krizinin bir belirtisi olarak da niteleniyor. Trump’tan bağımsız olarak “Trumpism” geri döndürülmesi çok zor görünen bir siyasi sürece işaret ediyor. Yine anketlerin gösterdiği gibi, Demokrat ve liberal seçmenler Cumhuriyetçilerin otoriter, faşist bir çizgiye kaydıklarını düşünürken, Trumpist Cumhuriyetçiler de liberallerin, demokratların Amerika’yı felakete sürükleyen “şeytanlar” oldukların inanıyorlar. Böylece her iki taraf da “kazanan her şeyi alır” misalince daha sert bir siyaset oyunu oynamaya meylediyorlar.
Kutuplaşmanın yıkıcılığını Cumhuriyetçilerin yönettiği “Kırmızı Eyaletler” ile Demokratların yönettiği “Mavi Eyaletler” bağlamında da gözlemlemek mümkün. “Kırmızı” ve “Mavi” eyaletler yaşam tarzları olarak da farklılaşmış gözüküyor. Bu çerçevede “Cumhuriyetçi Muhafazakar Teksas” ile “Demokrat-Liberal Kaliforniya” ayrı iki model olarak öne çıkıyor. Siyasi-kültürel savaş bu iki model arasında sürüyor. İki model de Federal Yönetime nüfuz etmeye çalışıyor. İç savaş tartışmalarının alevlenmesinde bu nüfuz yansıtması önemli rol oynuyor. Halihazırda 50 Eyalet devletinden 27’sini Cumhuriyetçiler, 23’ünü ise Demokratlar yönetiyor. Bu harita ABD’nin siyasi haritasının neredeyse yarı yarıya bölündüğünü gösteriyor.
Nüfusundan Daha Çok Silah Var
ABD dünyada bireysel silah sahipliğinde birinci sırada. Araştırmalara göre ABD’de sivillerin elinde “434 milyon silah” bulunuyor. Bu silahların yaklaşık 20 milyonu yarı otomatik tabir edilen silahlar. ABD’de yılda 44 bine yakın insan ateşli silahlarla hayatını kaybediyor. En az dört kişinin yaralandığı veya öldüğü saldırılar 2015’ten bu yana artış göstererek 2021’de 686 olayla zirveye ulaştı. Yine Amerikalıların yarıya yakını silah bulunan evlerde yaşıyor.
Amerikan geleneksel siyasi kültürünün bir parçası olan ve Anayasal olarak koruma altına alınan bireysel silah sahipliği konusunda kısıtlayıcı önlemler alınması konusunda iki parti arasında ciddi anlaşmazlık var. Cumhuriyetçiler silah sahipliğinin kısıtlanmasına şiddetle muhalefet ediyorlar. Demokratlar’ın önemli bir kesimiyse sınırlamalar ve arka plan kontroller getirilmesinden yanalar. Cumhuriyetçi Kırmızı Eyaletler ile Demokrat Mavi Eyaletler’in silah edinme konusunda taban tabana zıt yasal mevzuata sahip olduklarını ayrıca belirtmeliyiz.
Silah sahipliğinin yasal dayanakları eyaletler bağlamında milislerle yakından ilgili. ABD Yüksek Mahkemesi2nin verdiği bir kararda “İyi düzenlenmiş bir Milis, özgür bir Devletin güvenliği için gerekli olduğundan, halkın Silah bulundurma ve taşıma hakkı ihlal edilmeyecektir” deniliyor. Verilere göre Demokratlar arasında silah sahipliğinde mütevazı artışlar gerçekleşse bile silahların büyük çoğunluğu Cumhuriyetçiler tarafından satın alınıyor. 2017’de Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir ankete göre, Cumhuriyetçiler ve Cumhuriyetçi eğilimli bağımsız seçmenlerin silah sahibi olma olasılıkları Demokratlar’a göre iki kat daha fazla.
“Newsweek” dergisinde 20 Aralık 2021’de “Milyonlarca Öfkeli ve Silahlı Amerikalı, Trump 2024’te Kaybederse İktidarı Ele Geçirmeye Hazır” başlığıyla yer alan David H. Frredman imzalı yazıda 2020’de 17 milyon Amerikalının 40 milyon silah satın aldığını belirtiyordu. 2021’de buna 20 milyon daha eklendiğine dikkat çeken Freedman “Tarihsel eğilimler devam ederse, alıcılar ezici bir çoğunlukla beyaz, Cumhuriyetçi ve güneyli ya da kırsal kesimden olacak” diyordu. Yazıda 20 yıla yakın Vekillik yapan Cumhuriyetçi Steve King içinse şöyle deniliyordu: “Diğer pek çok Cumhuriyetçinin düşündüklerini yüksek sesle söylemekten çekinmeyen biri olarak tanınan eski Iowa Temsilcisi Steve King, partisinin daha iyi silahlandığından emin. 2019’da Facebook’ta ‘İnsanlar başka bir iç savaştan bahsedip duruyor’ diye yazdı. ‘Bir tarafın yaklaşık 8 trilyon mermisi var… Acaba kim kazanır?”
Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki kutuplaşmanın derinleştiği aynı dönemlerde gerçekleşen satışlarda dikkat çeken bir husus ise ilk defa silah alanların sayısındaki artış idi. Bir araştırmaya göre kovid salgını sırasında 110 bin Kaliforniyalı ilk kez silah satın alıyordu. Silah satın almak için gösterilen en yaygın gerekçeyse “kanunsuzluk” korkusuydu. Demokrat California’nın ateşli silahlar yasaları Amerika’nın en kısıtlayıcı silah yasaları arasındaydı.
Silahlar ve Özel Milisler
ABD’de ülke çapında yüzlerce özel milis grubu bulunuyor. Bu sayının son birkaç yıl içinde daha da arttığı kaydediliyor. 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’nin işgal edilmesinde bazı milis örgütlerinin önemli rol oynadığı da biliniyor. Keza Demokrat bir vali tarafından yönetilen Michigan Eyaletinde Kovid salgınıyla ilgili idari kısıtlamaları protesto eden Trump yanlısı milisler yarı-otomatik tüfekleriyle eyalet parlamentosunun önünde poz veriyorlardı.
Çok sayıda örnek var, ama fazlaca detaya girmeyeceğim. Brookings Enstitüsü’nün internet sitesinde 16 Eylül 2021 tarihli, “ABD yeni bir iç savaşa mı sürükleniyor?” başlığıyla William G. Gale ve Darrell M. West tarafından kaleme alınan yazıdaysa şu ibareler yer alıyordu:
“Mevcut milisler genellikle değişen demografik yapı, durgunlaşan ücretler ve çok ırklı ve çok etnikli bir Amerika’ya geçişin kendilerini nasıl etkileyeceği konusunda endişe duyan Sağ’cı Beyaz erkeklerden oluşuyor. Bu gruplar şiddet potansiyeli yaratır çünkü radikalleşmiş bireyleri cezbetme, üyelerini şiddet içeren karşılaşmalar için eğitme ve insanların mevcut inançlarını pekiştirmek için sosyal medyayı kullanma eğilimindedirler. Açıkça silahlı isyandan bahseden bu örgütlerin bazı üyeleri hali hazırda şiddete başvurmuş ve başkalarının kendi saldırılarını ve silahlı eylemlerini plânlamalarına yardımcı olmuştur.”
ABD eyaletlerdeki milis grupları arasında siyasi, ideolojik ve kültürel akrabalık aşikar olsa da bu milis gruplarını birbirine bağlayan bir örgütlenmenin varlığından bahsedilmiyor. Ülkeyi kapsayan olası bir iç çatışma durumunda milislerin hızlıca organize olmaları pekâla mümkün.
Kültür Savaşları
Demokratlar ve Cumhuriyetçller arasındaki “Kültür Savaşları”ysa giderek derinleşiyor. Muhafazakar Cumhuriyetçiler Amerikan kültürünün liberalleşmesini ‘Hıristiyan Beyaz Amerikan Ulusu’nu zayıflattığını düşünüyorlar. Muhafazâkâr ideologlardan William Lind’e göre kültürel liberalleşme “Kültürel Marksistler”in Amerikan toplumunu ve kurumlarını ele geçirme plânının parçasıdır. 2015’de yayınlanan “4. Nesil Savaş El Kitabı” başlıklı kitabın ortak yazarlarından biri olan Lind, “herkesin herşeyle savaşı “gibi bir savaşın ABD topraklarına gelebileceğini savunuyor. Trump gibi çok sıkı bir göçmen karşıtı olan William Lind 2014’te yayınlanan “Victoria” başlıklı romanında Amerika’da böyle bir savaş kurgulamıştı.
Lind daha 1989’da “Dördüncü Nesil Savaş(4th Generation Warfare-4GW)” terimini ortaya atmıştı. Lind’e göre düşmanı fiziksel olarak yok etmek yerine içten çökertmek gibi önceki nesil savaş unsurlarının 4. Nesil Savaş’a taşınacağını, ancak daha büyük bir vurgu ve yeni taktikler kullanılacağını belirtiyordu. “4GW” savaşı fiziksel seviyenin ötesine taşıyarak zihinsel ve ahlaki boyutları içerecek şekilde genişletmektedir. Lind’in “4GW doktrini “Victoria” romanında da sergilediği ABD’de yaşanacak savaşı bir savaşı da kapsıyordu.
Lind’in akıl hocalarından, Özgür Kongre Vakfı’nın kurucularından ve “Yeni Ulusal Muhafazakarlık” hareketinin ideologlarından Paul Weyrich, 1980’lerin Amerika’sını iki kamp arasında “yaşam tarzı” üzerine verilen çığır açıcı bir mücadele olarak görüyordu. Weyrich’in bir arkadaşına “‘Kurşunlarla olmayabilir… Roketler ve füzelerle de olmayabilir, ama yine de bu bir savaş. Bu bir ideoloji savaşıdır, bir fikir savaşıdır, yaşam tarzımızla ilgili bir savaştır. Ve bence silahlı bir savaşta olduğu gibi aynı yoğunlukta ve adanmışlıkla yürütülmelidir.” demişti. Weyrich bu sözleriyle Lind’in “4. Nesil Savaşı”nın adeta ön izlemesini yapıyordu.
William Lind 1980’lerin sonlarından itibaren Dördüncü Nesil Savaş hakkında yazmaya başlamıştı. Bu dönemde yazdığı makalelerden birinde “Mesele sadece Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin kendilerini denizaşırı ülkelerde ulus-devlet dışı çatışma ve güçlerle karşı karşıya bulacak olması değildir. Asıl mesele aynı çatışmaların buraya da gelecek olması… Bir sonraki gerçek savaş muhtemelen Amerikan topraklarında olacaktır.” diyordu.
Lind ve Weyrich ikilisi özellikle de Müslüman göçünü hedef almıştılar. Lind’in 2014’te yayınlanan adı geçen “Victoria ” romanında Boston Müslümanlar tarafından işgal ediliyordu. Romanın sonunda beyaz Hıristiyan isyancılar 10. Haçlı Seferi’ni başlatmaya hazırlanıyordu.
Lind makalelerinde Cumhuriyetçiler’in Demokratlar’la birlikte Amerika’nın sanayisizleşmesine ve orta sınıfın mülksüzleşmesine yardımcı olduklarını, ulusal hazineyi dışardaki aptalca savaşlarda harcadıklarını ve baskıcı federal gücün dramatik bir şekilde genişlemesini sağladıklarını söylüyordu. Diğer bir yandan Lind’e göre “kültürel Marksistler’ de ABD’yi ele geçirmek için Amerikan kültürü baştan aşağı değiştirmeyi planlamıştılar. Bu yüzden Lind, devleti tüm boyutlarıyla kültürel Marksist ideolojiden arındırarak Amerikan Cumhuriyetini yeniden kurulması gerektiğini savunuyordu. Lind bir yazısında ise şunları söylüyordu:
“Bu yeni kültürel Marksizm, Amerika’nın ortak kültürünü itibarsızlaştırmada ve onun yerine etnik gruplar, toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik ve sınıf temelinde kültürel parçalanmayı ikame etmede kayda değer bir başarı elde etmiştir. Bu eğilim devam ederse, Amerikalılar giderek Amerikalı olarak birbirleriyle daha az ortak noktaları olduğunu görecekler. Ulusal kimlik zayıflayacaktır. Ulus parçalanana kadar diğer karşılıklı düşman kimlikler güçlenecektir: bölgeye karşı bölge, azınlığa karşı azınlık ve çeteye karşı çete. Bir ulus kültürel dikişlerinden ayrıldığında, sonunda kendi kendine döner ve savaşır.”
Lind’in “Kültürel Marksistler “söylemi Heritage(Miras) Vakfı’nın da benimsediği bir komplo teorisi.
Şimdilerde bir de “5. Nesil Savaş”tan söz ediliyor. Bu niteleme Trump’ın ilk Ulusal Güvenlik Danışmanı, emekli general Michael Flynn’e ait. Flynn ayrıca, 2012-2014 yıllarında “Savunma İstihbarat Ajansı”nın Direktörlüğünü de yapmıştı. Flynn ve Boone Cutler tarafından kaleme alınan “5GW’ye Giriş (Vatandaşın Beşinci Nesil Savaş Rehberi)” başlıklı kitap 2022’de yayınlandı. Yorumlara göre “ 5. Nesil Savaş”, Lind’in “4.Nesil Savaşı’”nın devamı görünüyor.
“5. Nesil Savaş” sosyal medya platformları, hukuk savaşları, etki operasyonları ve siber saldırılar gibi taktiklerin mermi ve bombalardan daha önemli bir rol oynadığı çağdaş çatışmaları tanımlamak için kullanılıyor. Flynn’e göre sosyal medya platformlarının sadece eğlence ya da insanları birbirine bağlamanın bir yolu değil, aynı zamanda hem devlet hem de devlet dışı aktörler tarafından halka karşı kullanılan güçlü silahlardır. Flynn “Tarihte ilk kez, makro ve mikro düzeylerde herkesi etkilemek için dijital platformları kullanarak gücü pekiştirmeye yönelik küresel bir PSYOP(Psikolojik operasyonlar) gündemi var” diyordu. Yapılan eleştirilere göre Flynn, kendisi gibi düşünen çok sayıda Amerikalı ile birlikte, bu kavramı yerel alana taşıyarak odağı “Rusya” ve “Çin” gibi denizaşırı aktörlerden uzaklaştırarak gözlerini Silikon Vadisi ve Washington’da algılanan rakiplere odaklıyordu.
Flyyn’in kitabıyla ilgili bir radyo yayını için yapılan anonsta ise “SAVAŞTAYIZ ve Savaş eskiden olduğu gibi değil. Artık savaş alanı her yerde ve EĞİTİM ALMALISINIZ!”5. NESİL SAVAŞ SÜRÜYOR ve HEDEF SİZSİNİZ,” Boone’un dediği gibi, “SAVAŞMAK İÇİN AYNI SAYFADA BULUŞALIM!” deniliyordu.
Trump’ın 2024’te başkan seçilmesi için ülke çapında “ReAwaken America(Yeniden Uyanış-Amerika)” başlıklı etkinliklerde başrol oynuyor. Kampanya nitelikli bu etkinlikler Trump’ın 2020’de Başkanlık seçimlerini kaybetmesinden birkaç ay kadar sonra başlatılmıştı. Trump’ın “seçimleri bizden çaldılar” söyleminin en ateşli savunucularından biri olan Flynn’nin sıkıyönetim ilan edilmesini ve seçimlerin yenilenmesini teklif ettiği de öne sürülmüştü. Flynn’in şimdi ABD Pasifik Kuvvetleri Komutanı olan kardeşi General Charles Flyyn’in ismi de 6 Ocak’ta ABD Kongresi’nin işgal edilmesiyle ilgili soruşturmalarda geçmişti. İddialara göre işgal sırasında Pentagon’da görev yapan Flynn, Kongre polisinin yardım isteyen çağrılarının yerine getirilmesini geciktirecek bir rol oynamıştı. Ancak Pentagon bu iddiayı reddetti.
Komplo teorilerinin sloganlara dönüştüğü “ReAwaken” etkinliklerinin konuşmacıları arasında Trump’ın iki oğluyla birlikte sırdaşı Roger Stone gibi isimler de yer alıyordu. Kezâ Flyyn’in etkinliğe katılanları vaftiz ettiğine dair görüntüler medyada yer alıyordu. 8 Ekim 2022’de “Associated Press News(AP)” sitesinde Michelle R. Smith ve Richard Lardner imzalı “Michael Flynn’in ReAwaken roadshow’u ‘Tanrı’nın Ordusu’nu topluyor” başlığıyla yer alan haberde analizciler ilginç bilgiler veriyordu. Pennsylvania Üniversitesi’nde Amerikan dini ve siyaseti üzerine çalışan Anthea Butler, Flynn için “Artık o ruhanî bir general” diyordu. Flynn ve ReAwaken’ın Hıristiyan milliyetçiliğini ruhani savaş fikriyle birleştirmesinin tehlikeli olduğunu, çünkü hükümette “şeytani” insanlar bulunduğunu ve Hıristiyanların ülkeyi kurtarmak için harekete geçmesi gerektiğini öne sürdüklerine dikkat çeken Butler, “Eğer insanlar ruhani savaştan ve silahlanmaktan bahsediyorlarsa, bence çok endişelenmelisiniz” diyordu.
Aynı haberde “ReAwaken” kampanyalarının “iyi” ile “kötü” güçler arasında bir savaş olduğu fikrini öne çıkardığına vurgu yapılıyordu. Kötüler listesinde ABD eski Başkanı Barack Obama, Bill Gates, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na katılanlar, diğer küreselci liberaller ve Demokratlar da yer alıyordu. “AP”ye konuşan bazı siyasi ve dini akademisyenler ise, ReAwaken etkinliklerinde ortaya atılan siyaset, Hıristiyanlık ve komplo teorilerinin istikrarsız bileşiminin eninde sonunda siyasi şiddete dönüşebileceğini söylüyorlardı. Bu örnek bile Amerika’daki siyasi ve ideolojik kutuplaşmanın ne kadar derinleştiğini gösteriyor.
ABD Kongresi’nin İşgali
Trump yanlısı grupların seçimlerin çalındığı iddiasıyla 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’ni işgal etmeleri 1860’lardaki iç savaşın hayaletlerini çağırıyordu. Bu olayların münferit olaylar mı olduğu yoksa daha büyük bir şeyin başlangıcı mı olduğuna dair tartışmalarsa hız kazandı. Kongrenin işgaliyle ilgili yapılan yorumlardan birisiyse şu şekildeydi:
“Amerika Birleşik Devletleri’nde hayal bile edilemeyen gerçek oldu… Temel gerçek, ABD’nin bugün [bir] iç savaşın eşiğinde olabileceğidir”.
ABD’de yaşanan kutuplaşmanın nereye evrilebileceği ve neye benzeyeceği konusunda farklı görüşler öne sürülüyor. Benzeştirmeler 1860’lardaki Amerikan iç savaşında 1930’lardaki İspanya iç savaşına, 1970’lerdeki İtalya’daki “Kurşun Yılları”ndan 1990’lardaki Yugoslavya’ya, Sri Lanka’dan Kuzey İrlanda’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor.
Aslında iç savaş tartışmaları Kongre işgalinden önce de çokça tartışılmaktaydı. Haziran 2019’da “Rasmussen Reports” tarafından yapılan bir ankete göre ABD seçmenlerinin yüzde 31’i “ABD’nin önümüzdeki beş yıl içinde ikinci bir iç savaş yaşayacağına” inanıyordu.
Aynı yıl Boston Üniversitesi’nde tarih ve Amerikan çalışmaları profesörü ve İç Savaş Tarihçileri Derneği’nin başkanı Nina Silber da kendisiyle yapılan bir röportajda ABD’de gidişatın tehlikeli olduğuna dikkat çekiyordu. Yirmi yılı aşkın bir süredir “İç Savaş” üzerine kapsamlı araştırmalar yapan ve bu konuda çok sayıda kitap yazan Silber şöyle diyordu:
“Daha fazla siyasi şiddet olayı ya da planıyla karşılaşacağımız bir gelecek hayal edebiliyorum ve bu kesinlikle rahatsız edici bir gelişme. Başkan’ın bu atmosfere katkıda bulunmada oynadığı rol beni rahatsız ediyor. Ancak buna iç savaş demek için başka bir şey olması gerekir. Bu, insan kitlelerinin siyasi düşmanlarına karşı şiddete başvurmaya istekli olduğunu gösterir. Bu, 1860’larda kısmen insanların siyasi rakiplerini aşırı, hatta şeytani şekillerde görmeye başlamaları ve herhangi bir orta yol bulmayı imkansız bulmaları nedeniyle oldu. Belki bizim siyasetimiz ve kültürümüz de bu yönde ilerliyordur ama ben henüz bunu göremiyorum.”
İç savaşlar konusunda uzmanlığıyla tanınan bir diğer akademisyen olan Prof. Barbara Walter’ın 2022’de yayınlanan “İç Savaşlar Nasıl Başlar? Ve Nasıl Durdurulur?” kitabı da bu sorulara cevap arıyordu. ABD’in en etkili dış politika kuruluşlarından “Council on Foreign Relations”ın(CFR) ömür boyu üyesi olan Walter’ın kitabı 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’nin işgal edilmesinden sonra yayınlandığı için büyük bir ilgi gördü. Prof. Walter dünyanın birçok ülkesinde saha araştırması yaptı ve hangi ülkelerin şiddetli çatışmalara girme olasılığının en yüksek olduğunu analiz etti. Prof. Walter İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana meydana gelen 250’den fazla iç savaşın verilerini analiz etmek için CIA’in Siyasi İstikrarsızlık Görev Gücü’nün bir parçası olarak da çalıştığı belirtiliyor. Walter’ın saha araştırmalarında Ukrayna, Irak ve Sri Lanka gibi ülkeler de yer alıyordu. Walter’ın kitabıyla ilgili tanıtım yazılarından birisi şöyleydi:
“Günümüzdeki bir iç savaş 1860’lardaki Amerika’ya, 1920’lerdeki Rusya’ya ya da 1930’lardaki İspanya’ya benzemeyecektir. Sosyal medya tarafından hızlandırılan münferit şiddet ve terör eylemleriyle başlayacaktır. Bize sinsice yaklaşacak ve nasıl bu kadar kör olabildiğimizi merak etmemize neden olacaktır.”
Araştırmalarını ABD’ye de uygulayan Walter elde ettiği sonuçları endişe verici buluyordu. “Başka yerlerde belirlediğimiz istikrarsızlık uyarı işaretleri, son on yılda kendi topraklarımızda görmeye başladığım işaretlerle aynı” diyen Walter şöyle devam ediyordu: “İç savaşların nasıl başladığını gördüm ve insanların gözden kaçırdığı işaretleri biliyorum. Ve bu işaretlerin burada şaşırtıcı derecede hızlı bir şekilde ortaya çıktığını görebiliyorum.”
Walter, “iç savaş” terimini, Amerikan İç Savaşı’ndan Kuzey İrlanda’ya kadar, yanı sıra düşük yoğunluklu isyanları kapsayacak kadar geniş bir şekilde kullanıyor. Kitabın bölümlerinden biri, ABD’de eyalet başkentlerinde Beyaz milliyetçiler tarafından gerçekleştirilen bir bombalama dalgasının, kısasa kısas şiddet şekilde tırmandığı bir senaryo tasavvur ediyor. Bu senaryoda hem Sağ’da, hem Sol’da silahlı gruplar var. Walter’a göre ülkeler ne tam demokratik ne de tam otokratik olduklarında; önde gelen siyasi partiler birden fazla kimlik çizgisine göre keskin bir şekilde bölündüğünde; bir zamanlar egemen olan bir sosyal grup ayrıcalıklı statüsünü kaybettiğinde; ve vatandaşlar siyasi sistemin değişme kapasitesine olan inancını yitirdiğinde iç savaşa sürüklenmeleri kuvvetle muhtemel. Bu koşullar olduğunda taraflar biribirilerini “varoluşsal tehditler” olarak görmeye başlarlar ve hükümetin onları ne temsil ettiğine ne de koruduğuna inanırlar. Güvensizliğin hakim olduğu böyle bir atmosferde insanlar, toplumlarını korumanın tek yolunun silaha sarılmak olduğu sonucuna varıyorlar. Walter için 1990’larda eski Yugoslavya’nın çöküşü bu bağlamda çarpıcı örneklemelerden birisini teşkil ediyordu.
Yine bir röportajında Prof. Barbara Walter ABD’nin eskiden Norveç, İsviçre ya da İzlanda gibi tam bir demokrasi olarak kabul edildiğini, şimdiyse Ekvator, Somali ya da Haiti gibi kısmi bir demokrasi olarak kabul edildiğine dikkat çekiyordu. “Ne tam demokratik, ne de tam otokratik” olarak kastettiği örneklem halihazırdaki ABD’ye de uygun düşüyordu.
Walter’ın iç savaş ihtimali için tanımladığı dört uyarı işaretinin tümünün, bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde en azından bir dereceye kadar mevcut olduğu düşünülüyor. Ancak “Amerikan İç Savaşı”nın tekrar oynanacağını düşünmeyen Walter farklı türde bir çatışma öngörüyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda Walter farklı türdeki bu çatışmayı şu sözlerle anlatıyor: “Bir sonraki savaş daha ademi merkeziyetçi olacak, ülkeyi istikrarsızlaştırmak için terörizm ve gerilla savaşını kullanan küçük gruplar ve bireyler tarafından verilecek.”
Walter’ ABD’nin bu türden bir iç savaşa çoğu insanın fark ettiğinden daha yakın olduğunu söylüyordu. Walter iç savaş yaşayan ülkelerde yaptığı araştırmalarda sıklıkla karşılaştığı bir tespite de yer veriyordu: “Görüştüğüm, iç savaştan geçen ve ortaya çıktığı anda orada bulunan herkes aynı şeyi söyledi: ‘Bana bunun olacağını söyleseydin, sana inanmazdım’” .
Yeni Bir Kuzey-Güney Savaşı mı?
ABD’de Cumhuriyetçi Teksas Valisi ile Biden Yönetimi arasında Meksika sınırının güvenliği konusunda ciddi bir ihtilaf yaşandı. Teksas Valisi’ne göre Biden Yönetimi’nin sınırdan gerçekleşen göçleri engellemediği gerekçesiyle sınır güvenliğinin Eyalet tarafından sağlanacağını savunuyordu. ABD Yüksek Mahkemesi ABD-Meksika sınırının güvenliğinde yetki sahibinin Federal Yönetim olduğuna dair bir karar vermiş olsa da ihtilaf devam ediyor. Cumhuriyetçi 25 Eyalet Valisinin Teksas ‘a destek veren bir ortak açıklama yapmalarıysa Eyaletlerin Birlik’ten ayrılıp ayrılmayacaklarına ilişkin tartışmaları da kızıştırıyordu.
Halihazırda çoğu Güney’de olmak üzere ABD’nin 50 Eyalet Devleti’nden 27’si Cumhuriyetçi, 23’ü ise Demokrat valilerce yönetiliyor. Partizan bölünme, “Kırmızı Eyaletler” ve “Mavi Eyaletler” şeklindedir. Öte yandan Amerikan eyaletlerinin Mavi-Kırmızı şeklinde partizan bölünmesinin zararlı bir kutuplaşmanın da etkisiyle çıkabilecek bir iç çatışmanın veya bir iç savaşın doğal müttefiklerine dönüşüp dönüşmeyecekleri çokça tartışılıyor. Bu senaryolara dayanak olan örneklem, daha çok 1860’lardaki iç savaşın Kuzey Eyaletleriyle Güney Eyaletleri arasında yaşanmasıydı. Ancak analizciler günümüzde yaşanabilecek bir iç savaşın 1860’larda olduğu gibi Kuzey-Güney ayrışması şeklinde gerçekleşmesini pek mümkün görmüyorlar. Zira Demokratlar’ın Güney eyaletlerinde özellikle büyük şehirlerde aldığı oylar az değil. Diğer yandan Cumhuriyetçilerin de Kuzey eyaletlerinin özellikle kırsal kesimlerinde ciddi oy potansiyelleri var. Bu siyasi dağılım Kırmızı ve Mavi eyaletlerin tümü için de geçerlidir.
14 Ekim 2021’de Amerikalı yazar ve gazeteci Lucian K. Truscott ise 14 Ekim 2021’de “21. Yüzyıl Amerikan İç Savaşı nasıl olurdu?” başlıklı yazısında “Bugün bir Amerikan İç Savaşı nasıl görünürdü?” sorusuna cevap arıyordu. Yazara göre ‘Yeni İç Savaş’taki “taraflar” 19. yüzyılda olduğu gibi “mavi” ve “gri” renklere uygun bir şekilde giyilmeyecekti. Bu da iç savaşın sivil giyimli insanlar arasında olacağı ve kimin gerçekte hangi tarafta olduğunu söylemeyi zorlaştıracağı anlamına geliyordu. Truscott yazısında “MAGA(Trump) tarafı, geçen yıl kamyonet ve tekne geçitlerinde yaptığı gibi Konfederasyon bayrakları veya Trump bayrakları asmaya karar vermedikçe, size kimin geldiğini söylemek zor olacak” diyordu.
Truscott yazısında ayrıca şunları söylüyordu:
“Fark edilebilir bir cephe hattı veya cephe hattı olmayacak, bu da hangi tarafın hangi bölgeyi elinde tuttuğunu söylemeyi zorlaştıracak. Bu, üniformaların olmamasıyla birlikte, bir sürü insanın yanlışlıkla öldürüleceği anlamına geliyor. Muhtemelen MAGA tarafı, Ocak ayında Capitol’e saldıranların birçoğunun yaptığı gibi çeşitli kamuflaj kostümleri giyecek, ancak bu ülkede kamuflaj av kıyafetleri olan tek kişi Trump takipçileri değil. Dolayısıyla, MAGA tarafında olduğunu varsayarak kamuflaj giyen birini vurursanız, sizin tarafınızdan birini vuruyor olabilirsiniz.”
“Şehirler savaş alanları olacak, ancak şehirler aynı zamanda zenginlik ve güç kaynakları olmaya devam edecek. Şehirler üzerindeki mücadele, yeni bir İç Savaşın en şiddetlisi olacak. Çok sayıda boş araziye sahip, ancak daha az miktarda paraya sahip, seyrek nüfuslu kırsal alanlar daha az önemli olacak ve muhtemelen savaşa daha az dayanacaktır.”
“Bir taraf zafere ulaştığında veya yenilgiye uğradığında ittifaklar oluşacak ve çökecektir. Kaybetmeyi kimse sevmez. Dost düşman, düşman da dost olacak. Kimin ne zaman hangi tarafta olduğunu söylemek gitgide zorlaşacak çünkü haritada birbirinden ayırabileceğiniz “Kuzey” ve “Güney” olmayacak.”
“21. Yüzyıl Amerikan İç Savaşı, şu anda seçimler ve servet dağılımı ile ırklar ve etnik kökenler arasındaki mücadeleleri hepimizin iyi geçindiği eski güzel günler gibi gösterecek. Bir Amerikan İç Savaşı, sadece birbirimizle aynı fikirde olmadığımız veya birbirimizden hoşlanmadığımız anlamına gelecektir. Bu birbirimizi öldüreceğimiz anlamına gelecek.
“Ölüm kapınıza geldiğinde kimden ve neden nefret ettiğinizi hatırlamak zor olacak.”
“Politico” dergisinde 4 Nisan 2023’te yayınlanan “Sivil Çöküş Tehdidi Gerçek/ Ulusal güvenlik yetkilileri hala aşırı sağcı bir isyana hazırlıklı değil” başlıklı yazıyı kaleme alan Steven Simon ve Jonathan Stevenson da iç savaş ihtimallerini değerlendiriyorlardı.
Yazarlara göre önemli olayların tetiklediği ve “AR-15’ler” gibi özelleştirilmiş yüksek güçlü silahların büyük ölçüde sağ kesimde birikmesiyle kolaylaşan ve giderek tırmanan saldırılar, kutuplaşmayı geri dönülemez bir noktaya taşıyabilir. Keza yerelleşmiş ama yaygın bir kısasa kısas şiddet bulaşması, yerel kolluk kuvvetlerinin kitlesel kaçışlarına neden olabilir ve federal yetkililerin kapasitesini aşarak ABD topraklarının genişleyen ceplerini esasen Darwinist enklavlara dönüştürebilir. Böyle bir senaryo İç Savaş’a giden süreçle uyumludur. Yazarlar bu örneklemi güçlendiren 1850’lerdeki “Kanayan Kansas”a atıf yapıyorlardı. Ancak bu yazarlar ABD’nin henüz o noktada olmadığını belirterek, ABD siyasetinin uzun vadede nasıl bir seyir izleyeceğine dair kritik göstergenin 2024 seçimlerinde ortaya çıkacağını söylüyorlardı:
“Son eğilimler göz önüne alındığında, ılımlıların ve bağımsızların Kasım 2024’te canlarına tak edeceğini ummak mantıklı olacaktır. Trumpizmin net bir şekilde reddedilmesi (Trump’ın) Amerika’yı yeniden Büyük Yap-MAGA hareketini şimdilik söndürebilir. Ancak Cumhuriyetçi aday kıl payı kaybeder, kendini kazanan ilân eder ve Kongre Binası’na kolayca püskürtülen bir saldırı yerine şiddet içeren yerel direnişe eğilimli dağınık yerel grupları toplarsa, düzenli bir gerilimi azaltmak için çok geç olabilir.”
İç savaşların ülkeler bölündüğünde ve devletlerin müdahil olmaları gerektiğinde gerçekleştiğine dair tarihsel örneklere atıflarda bulunan bazı yorumculara göreyse, “O zaman gelmiş olabilir”.
Eyaletlerin Birlikten ayrılmaya kalkışmaları durumunda Amerika’da yaşanacak durumun Milattan önce 403 ile 221 yılları arasında gerçekleşen “Savaşan Devletler” dönemine benzeyeceğini söyleyenler de var. Bu dönem “Qin Hanedanı”nın savaşan devletleri birer birer zaptedip hükmü altına alarak Çin’i bütünleştirdiği Milattan önce 221’e kadar sürmüştü.
Eyaletler “Birlik”ten Ayrılır mı?
ABD’de Teksas, Vermont, New Hampshire, Kaliforniya ve Hawai eyaletleri başta olmak üzere Birlik’ten ayrılma yanlısı birçok küçük hareket var. Bu hareketler eyaletlerinin barışçıl yollarla ayrılmasını savunuyorlar. Ancak bu hareketlerin ciddi bir tabanları bulunmuyor. Ayrılma yanlıları İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılmasını örnek vaka olarak gösteriyorlar. Öte yandan Eyaletlerin Birlik’ten tek taraflı ayrılmaları Anayasal olarak mümkün görülmüyor. Böyle bir ayrılmanın Federal Yönetim tarafından müdahaleye yol açacağı belirtiliyor.
Demokrat Kaliforniya’nın orta bölgelerinde Trump yanlısı güçlü bir milis yapısı da bulunuyor. Bu gruplar Kaliforniya’nın Demokrat yönetimine bağlı yaşamaktansa Eyaletten ayrılarak, kurulacak “Jefferson Eyaleti”nin parçası olmayı gündemlerine alacaklarını ifade ediyorlar.
Birlik’ten ayrılma konusunda en ciddi söylem Vermont eyaleti kaynaklı. 2008’de yayınlanan “Ayrılma: Vermont ve Diğer Tüm Eyaletler Kendilerini İmparatorluktan Nasıl Kurtarabilir ?” başlıklı kitabında Thomas H. Naylor bu söylemi dillendiriyordu. 2012’de hayatını kaybeden Ekonomi Profesörü Naylor, “Amerikan İmparatorluğu”nu reforme etme çabalarının beyhude olduğu, ayrılmanın ABD’yi mümkün olan en barışçıl ve en az kaotik şekilde ayırmak için kullanılabilecek tek uygulanabilir mekanizma olduğu sonucuna varıyordu. Naylor, “Soğuk Savaş” döneminde Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesini içeren stratejinin mimarı olan ünlü Dış Politika adamı George Kennan’a da atıflarda bulunuyordu. Naylor’a göre Kennan “İkinci Vermont Cumhuriyeti” için önemli bir ilham kaynağıydı. 2005 yılında 100 yaşında vefat eden Kennan hayatının son dönemlerinde bir bağımsız Vermont sempatizanıymış.
Kennan, Naylor’a yazdığı bir mektupta, Maine, New Hampshire ve Vermont eyaletlerinin ayrı ayrı veya birlik içinde nihai bağımsızlığı fikrini makul bir seçenek olarak görüyor imiş. Keza Kennan ülkenin sırasıyla büyük güney ve güneybatı bölgelerinin kültürleri arasında giderek artan bir farklılaşmaya değinerek bu bölgelerdeki nüfusun büyük kısmının kültürünün Latin-Amerikan eğiliminde olacağından endişe ediyormuş. Buna göre Kennan, Amerikan toplumunun, “çok dilli bir karışım” olarak adlandırdığı şey için pervasızca çöpe atılıp atılmaması gerektiğini sorguluyormuş. Kennan, radikal ölçülere varan adem-i merkeziyetçi eğilimlerini ilk kez 1990’ların başlarında yayınlanan otobiyografik kitabında dile getirmişti. Kennan’ın barışçıl yollarla gerçekleşmesini istediği ABD’yi küçültme senaryosu 9 büyük kurucu Cumhuriyet ile New York, Chicago ve Los Angeles gibi kendi kendini yöneten üç ayrı kentsel bölgeyi içeriyor. Kennan’a göre bu bölgeleri ABD’nin geri kalanından ayırmaya yönelik herhangi bir girişim, eğer trajik bir şekilde başarısız olmaktan öteye gidemeyecekse, kademeli ve uzun vadeli olmak zorundaydı. Kennan, 12 kurucu cumhuriyetten oluşan ademi merkeziyetçi bir Amerika hayal ediyordu. Kennan ABD liderlerini de dış yardımlarda büyük kesintiler ve minimum dış müdahale ile mütevazı bir dış politika benimsemeye çağırıyordu.
Kennan’a göre “federal bir hükümetin temelleri” altında faaliyet gösteren bu bölgesel cumhuriyetler daha yakın topluluk bağları yaratacak ve küresel ekonominin dengeleyici etkilerinin yarattığı sorunları hafifletmeye yardımcı olacaktı. Bu bölgesel cumhuriyetler aynı zamanda ulusun, Kennan’ın erken dönem Amerikan cumhuriyetinin yerellik idealine bir adım da olsa geri dönmesine yardımcı olacaktı. Bu argümanlar Kennan’ın ayrılıkçı davalara verdiği desteğin kanıtı olarak yaygın bir şekilde kullanıldı. Kendisini ”Beyaz Anglo-Sakson-Proteston(WASP)” olarak niteleyen Kennan 1977’de günlüğüne ise şu cümleleri yazmıştı:
“Biz WASP’lar, kayıp bir halk olarak, hayatlarımızı, yerinden edilmiş insanlar gibi, kültürel bir diasporada, uzakta da olsa kayıp bir anavatanın varlığına dair herhangi bir bilinçle bile rahatlamadan yaşıyoruz. Modernite tarafından tecavüze uğrayan ve yok edilen anavatanımızın artık coğrafi olarak bir anlamı yok; sadece zaman içinde bir anlamı var ve neredeyse hiç iz bırakmadan tarihe gömüldü…”
Güncel mevzuya geri dönecek olur isek, Mavi Eyaletler-Kırmızı Eyaletler meselesi ülkenin siyasi kutuplaşma ikliminde daha çok ulusallaşmış bir politik yöne işaret ediyor. Çünkü Eyaletler kendi siyasi pozisyonlarına göre Federal Yönetimi köşeye sıkıştırabilecek güce sahipler. Ancak Federal Yönetim de Eyalet Yönetimleri için, durumlarını zorlaştıracak araçlara sahip. Bu durum, “uzlaşma” yönünde zorlayıcı bir işlev görebilir tabii ama Amerika’nın son derece zehirli kutuplaşma ikliminde sağlıklı bir uzlaşmanın gerçekleşmesi de kolay değil.
Kırmızılara Karşı Maviler
Eyalet yerelciliğinin “ulusallaşması” bakımından dikkat çeken bazı örneklere yer vermek gerekiyor. Cumhuriyetçi hukukçular uzun bir süredir Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin ülke genelinde kürtaj hakkını anayasal olarak garanti altına alan 1973 tarihli “Roe-Wade” kararının iptal edilmesi için çok sayıda girişimde bulunmuştular. Muhafazâkâr hukukçuların çatı örgütü olan “Federalist Toplum”un üstlendiği bu misyon, Trump’ın Yüksek Mahkeme’ye 3 yargıç seçmesiyle hedefine yaklaştı. Muhafazâkâr yargıçların çoğunluk gücüne ulaştığı Yüksek Mahkeme Haziran 2022’de “Roe-Wade” kararını iptal ederek kürtajı anayasal hak olmaktan çıkarmış, bu konudaki mevzuatı eyaletlere bırakmıştı. Trumpçı muhafazakarların nihai hedefleriyse kürtajın Federal ölçekte kısıtlanmasını sağlamak. Kürtaj ve bireysel silah edinme meselesinde olduğu gibi, Cumhuriyetçileri ve Demokratları keskin çizgilerle birbirinden ayrıştıran daha birçok mesele için takip edilen yol Yüksek Mahkeme’yi kontrolden geçiyor.
Siyasi analizciler Eyalet Devletlerinin Anayasa’nın kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri sonuna kadar kullanacaklarını, ancak bu hak ve yetkileri ayrılmaya kadar götürmeyeceklerini düşünüyorlar. “Kazanan her şeyi alır” misalince, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar için en önemli siyasi gündem Beyaz Saray, Temsilciler Meclisi ve Senato’da dizginleri ele almak. Bu bağlamda her iki taraf da Kasım 2024’teki seçimlere “varoluşsal” bir önem atfediyorlar.
ABD eski Başkanlarından Dwight David Eisenhower 1950’de, “Tek bir Cumhuriyetçi Parti yoktur, 48 eyaletin Cumhuriyetçi partisi vardır” demişti. Şimdi tek bir ulusal Cumhuriyetçi Parti var ve bu parti “MAGA(Amerika’yı Yeniden Büyük Yap) Partisi” veya “Trump Partisi” hüviyeti kazanmaya başladı. Ülkede yaşanan kutuplaşmaysa Eyaletçi çizgileri silikleştiriyor. Demokrat Parti için de benzer bir durum geçerli. Dolayısıyla Amerikan federalizminin geleceğine ilişkin kesin bir tahminde bulunmak güç. Federalizm Amerika’yı tanımlayan temel bir ilke ve hükümetini inşa etmek için kullanılan temel bir araç olmaya hâlâ devam ediyor.
ABD Anayasası eyaletlerin Birlik’ten ayrılmasına ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir. Ancak 1869 yılında Yüksek Mahkeme “Texas v. White” davasında eyaletlerin tek taraflı olarak Birlikten ayrılamayacağına karar vermişti. Kararda, “Teksas ve diğer Eyaletler arasındaki birlik, orijinal Eyaletler arasındaki birlik kadar eksiksiz, daimi ve çözülmezdir” deniliyordu. Kuzey ve Güney eyaletleri arasındaki iç savaştan sonra verilen bu kararın özeti şuydu: Devrim ya da Eyaletlerin rızası dışında Birlikten ayrılmayı sağlayacak bir yol yok.
Teksas’ın ayrılmasını çok düşük bir ihtimal olarak gören bazı yorumcularsa Amerikan siyasi sisteminde ya da uluslararası sistemde büyük bir şok yaşanmaması halinde, Teksas’ın yakın zamanda Birlik’ten ayrılmayacağını düşünüyorlar. Keza bazı yorumcular da halihazırdaki derin kutuplaşmaya atıfta bulunarak ülkenin fiilen iki ayrı ulus halinde yaşadığını düşünüyorlar.
Öte yandan birçok eyalette olduğu gibi, Cumhuriyetçiler’in yıkılmaz kalesi olarak nitelenen Teksas da aynı durumda. Eyaletin en büyük dört şehrini kapsayan ve giderek mavileşen bir Teksas ile bazı mavi şehirlerde giderek kırmızılaşan bir Teksas da var. Bu renk değişimleri Teksas’ın Birlik’ten ayrılmasını zorlaştıran bir işlev görüyor; ayrılmaya karşı “ayrılma” tehdidi.
“İç Savaş” Nisan’da Geliyor!
Amerika’daki iç savaş tartışmaları Nisan ayında gösterime giren bir filme esin kaynağı oldu. Yönetmenliğini Alex Garland’ın yaptığı “İç Savaş” filmi bir düzineden fazla eyaletin ABD’den ayrılarak Amerikan topraklarında sıcak bir savaşa yol açmasını konu alıyor.
Ancak filmin gösterime girmesinden önce yayınlanan fragmanı izleyicilerde kafa karışıklığına yol açtı. Bu kafa karışıklığının sebebiyse, bu iç savaşta, gerçek hayatta vuku bulmasına ihtimal verilmeyen “Kırmızı Teksas” ve “Mavi Kaliforniya”nın aynı tarafta gösterilmesiydi. Filmde Teksas ve Kaliforniya “Batı Güçleri Koalisyonu”nu teşkil ediyordu. Kendisiyle yapılan bir söyleşide Garland, iç savaşın neden yaşandığına ve neden Teksas ve Kaliforniya’yı aynı koalisyonda bir araya getirdiğine dair sorulara “Filmlerde bazı şeyleri açık açık söylememe eğilimindeyim” diye cevap veriyordu.
İç Savaş filminin fragmanın en çarpıcı sahnelerinden birisiyse iki karakter arasında geçen bir diyalog idi. Bu diyalogda, karakterlerden biri silahlı bir savaşçıya “Biz Amerikalıyız” diyor, silahlı savaşçı da gülümseyerek “Tamam, ama ne tür Amerikalılar?” diye cevap veriyordu.
Filmin fragmanı izleyicileri ABD’de gerçek bir iç savaşa hazırlanmak üzere şartlandırmak için “öngörücü programlama” işlevi gördüğü yönünde bir komplo teorisine de yol açıyordu.