Amerika’da deja vu: Trump 2.0

ABD seçimlerinin bir “değişim seçimi” olmasının Amerika ve dünya için ciddi sonuçları olacak. Elbette önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak manzara sadece 5 Kasım günü ortaya çıkan değişimle şekillenmeyecek. Ancak 5 Kasım hem dünya hem de Amerika için hali hazırda yaşanmakta olan sorunların ve krizlerin ivmesini artırabilir. Trump’ın ilk dönemindeki çalkantılı başkanlık süresinin de bugüne fazlaca bir şey söylediğini söylemek zor. Zira Trump, nevi şahsına münhasır bir karakter olarak, kendi doğrularının ve fanatizminin her zaman ana hareket ettirici güç olacağını farz etmek gerekiyor.
Kasım 17, 2024
image_print

Amerika’da deja vu: Trump 2.0/Sesli Makale

Amerikan seçimleri Trump’ın zaferiyle sonuçlandı. Seçimler her zaman iktidar değişimi odaklı değildir. Değişim ihtiyacı bir çok seçimde ortaya çıkabilir. Ancak bu ihtiyaç değişimin hayata geçmesi için yeterli olmaz. Değişim, seçimlerde ancak onu taşıyacak ya da sahip çıkacak aktörü varsa hayata geçer. Böyle bir taşıyıcı aktör ya da zemin ortaya çıktığında; seçimin sonucuna yönelik ciddiye alınacak bir tartışma ya da tahmin sancısı da varsa o seçim bir “değişim” seçimidir. Amerika 1951’deki Anayasa değişikliği ile başkanın süresini iki dönemle sınırlamasıyla, “iktidar değişimini” ilan edilmeksizin 8 yılda bir gerçekleşmesi beklenen bir paterne de dönüştü. Çoğu zaman da bu döngü siyasal ve toplumsal bir kural gibi çalıştı.

Sekiz yılın ardından aynı partiden farklı bir ismin kazandığı, yani değişimim gerçekleşmediği, tek seçim 1988’de George H.W. Bush’la gerçekleşti. Bush, adeta teamülü bozmanın cezasını ikinci döneminde seçilemeyerek ödedi. Değişim kazandı yine. 2024 seçimlerin de en baştan hem de 11 Ağustos 2020’de bir “değişim seçimi” olacağı belliydi. Zira bu tarihte, tercih edildiği için değil mecbur kalındığı için aday gösterilen Biden, siyasal renksizliği ve vizyonsuzluğuyla Demokratlar için yeterince sorunlu bir aday değilmiş gibi yardımcı olarak kendisine siyasal varis olabilecek, sahici ve liderlik özelliği olan bir isim seçmek yerine apolitik bir liberal prospektüs ürünü olan Harris’i seçti. Bu kararla, daha seçilmeden, sağlık sorunları nedeniyle 2024’ü bile çıkaramayacağı ayan beyan ortada olan Biden’ın, sadece kendisinin değil Demokratların da 2024 seçimlerinde havlu atacağı ve değişim yaşanacağı ilan edilmiş oldu. 2020 seçim sonuçlarını kabul etmeyerek, tabanına tahtan cebren indirilmiş lider duygusunu transfer eden Trump da Kasım 2020’de 2024’ün kampanyasını başlattı.

Trump 2020-24 arasını aktif bir kampanya ile geçirirken, Biden ve Demokratlar fiilen siyasi sahnede paifizme gömüldüler. Biden’ın sağlık sorunlarından dolayı yaşadığı idrak zafiyeti, adeta Demokrat partinin tamamına metastaz yapan bir demans haline dönüştü. Sonuçta 5 Kasım günü ortaya çıkan sonuç şaşırılacak değil beklenen sonuçtu. Bu neticenin açıkça telafuz edilememesinin en önemli iki sebebi Trump’ın “dengesizliklerinin”, Demokratların siyasal çaresizliklerini örtecek kadar kontrolsüz olmasıyla seçim kazanmak için gerekli ekonomik göstergelerin oldukça iyi olmasıydı.

Seçimin onlarca farklı dinamik, tarihsel siyasal ve toplumsal kırılganlıklar, ekonomik zemin ve Amerika örneğinde güçlü âdem-i merkeziyetçiliğin ürettiği müstakil sorunlar ve talepler üzerinden şekillendiği ortada. Ancak bütün bu unsurların büyük bir kısmı zaman zaman dönüşse de her zaman varlardı. Önemli olan bu unsurların, bir seçim sırasında, tarifsiz bir şekilde bir istikamete yönelerek değişim duygusunu oluşturmasıdır. 2024 seçimleri öncesi böylesi büyük bir dalgaya bile gerek kalmadı. Zira fiziksel olarak herhangi bir görevi yerine getiremeyecek kadar idrak zafiyeti içerisinde olan, siyasal olarak hiçbir başlıkta ciddiye alınacak (doğru ve yanlıştan bağımsız) vizyonu olmayan Biden’ın varlığı değişimi tek seçeneğe dönüştürdü. Değişim duygusu bir kez oluşmaya başlayınca, Amerika gibi seçmen iradesinin iktidara yansımasını engelleyen anti-demokratik seçim düzenine rağmen, durdurulmasının pek mümkün olmadığı bir kez daha görüldü.

Trump, Amerikan siyasal tarihinin en çarpıcı geri dönüşüne imza attı. Sadece beş ay önce mahkeme salonunda onlarca suçtan dolayı hüküm giyen ilk başkan olmasını, Amerikan tarihinde 130 yıl sonra ilk kez başkanlığı kaybedip ara verdikten sonra tekrar Beyaz Saray’a giren ilk isim olarak taçlandırdı. Yine 2016’da ve 2020’de olduğu gibi zırvaya ulaşan söylemleri sonuna kadar kullandı. Ama bu sefer farklı olarak iki önemli dinamik kampanyasını şekillendirdi. Bunlardan birincisi, bütün radikal ve absürt söylemlerine rağmen temel ekonomik önermeleri ve savaşlara karşı aldığı kendi içerisinde tutarlı pozisyonun faydasını gördü. Hatta Biden ve Harris’in cesaret edemedi adımlar da attı. İlk kez bir seçim kampanyasında bir başkan adayı, Müslüman seçmene doğrudan ve açık bir şekilde hitap etti, sözler verdi. Ekonomi ve bazı toplumsal meselelerde, ironik bir şekilde, “aklı selimi” Trump temsil etti. Üstelik bunu da kampanyasının sloganı yaptı: “Fazla bir şey istemiyoruz. Asgari aklı selim”. Gerçekten de toplumsal hassasiyetlere ve akla hitap edecek bir siyasal dili yakaladı: “Erkek erkektir, kadın kadın. Yasadışı göç durmalı. Hayat pahalılığı çok fazla. Savaş istemiyoruz…”

Trump’ın ikinci ve en güçlü kaldıracı ise Demokratlar oldu. Demokratlar bir seçimi kaybetmek için ne yapılması gerekiyorsa hepsini yapmayı başardılar. Aday krizi, hayatında ilk kez Amerikan seçimlerini izleyen ve ilk kez Seçiciler Kurulu’nun ne olduğunu anlayanların bile hızla fark ettiği kritik iki eyalette savaş karşıtı, İsrail karşıtı ve Müslüman oyunun rahatlıkla seçim kaybettirebileceği, hatta kesinlikle bu kesimleri belli ölçüden kazanmadan seçimde Demokratların şansının olmayacağı gibi temel başlıkların tamamında yanlış tercihlerde bulunan felç olmuş bir Demokrat parti, Trump’a hizmet etti. Amerikan net elit doğurganlık düşüşünü tek seferde özetleyen “1976’dan beri ilk kez içinde Bush, Clinton ve Biden’ın isminin yarışta olmadığı” bir seçimde, Demokrat parti belki Biden’ın ismini son anda yarıştan çıkardı ama seçime Biden hayaletiyle girmek zorunda kaldı. Sonuçta seçmen, Biden hayaleti yerine daha gerçekçi görünün Trump seçeneğine yöneldi. Demokrat partinin temelde etnik ve demografik azınlıklara dayanan koalisyonu çözüldü.

ABD seçimlerinin bir “değişim seçimi” olmasının Amerika ve dünya için ciddi sonuçları olacak. Elbette önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak manzara sadece 5 Kasım günü ortaya çıkan değişimle şekillenmeyecek. Ancak 5 Kasım hem dünya hem de Amerika için hali hazırda yaşanmakta olan sorunların ve krizlerin ivmesini artırabilir. Dünya için akıldan çıkarılmaması gereken soru şudur: Askeri ve ekonomik olarak dünyanın geriye kalanından ciddi anlamda ayrışan, önümüzdeki yıllarda küresel ekonomik güç sıralanması nasıl olursa olsun yeni teknoloji alanlarında geçen yüzyılda bile görülmedik oranda küresel şirket tahakkümü gücüne sahip olacağı görülen Amerika’nın, askeri ve ekonomik gücünün büyümeye, siyasal aklının ise küçülmeye devam etmesinin sonuçları neler olacaktır?

Yukarıdaki can alıcı soruya 5 Kasım’da yaşanan değişimin kestirmeden bir cevap vermesi mümkün değildir. Amerika analizlerinde, son yıllarda görülen, şovmen Trump üzerinden yapılan iddialı ve kestirme okumaların, “Amerikan sorunlarına” büyük ölçüde yanıltıcı cevaplar verdiğini unutmamak gerekiyor. Zira Amerika, modern dönemde siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümlerinin sömürgeciler ve mülteciler marifetiyle insanlık tarihini küresel düzeyde farklı kanallardan aktardıkları ve çözülmesi zor bir tertiple erittikleri bir potaya denk geliyor. Bu potada eriyen ve ortaya çıkan son halin simyasını çözmek de kolay değil üzerinde siyasal ve sosyolojik otopsi yapmak da. Dolayısıyla her yönüyle ilginç, farklı ve tuhaf Amerikan seçimlerinin de sonuçlarının da analizi zorlu bir konu olmaya devam edecek.

Bu zorluğu akılda tutarak, 5 Kasım seçimlerinin kaybedeni Harris’e baktığımızda, kendisinin fark yaratamayacak kadar silik ve başarısız olmasının yanında, Biden’ın hayaletinden kurtulma ihtimalinin hiçbir zaman ortaya çıkmadığını söylemek mümkün. Liberal bir proje olarak başlayan Harris hikayesi, Demokrat partinin krizi olarak sona erdi. Eğer Harris’in hazin sonunun Demokratlara ve Amerika’ya bir hayrı olacaksa, o da yeniden kendilerini gözden geçirmeleri olabilirdi. Ancak içine düştükleri yapısal sorunlara ve liberal yaklaşımın siyaset zannettiği birçok şeyin sadece siyaset eleştiri olmasına baktığımızda, ümitvar olmak için ciddiye alınacak sebepler bulunmuyor. Aslında Cumhuriyetçiler de benzer bir krizin içerisindeler. Kaldı ki Cumhuriyetçiler, Demokratlarla neredeyse aynı krizi yaşamalarına rağmen seçimi kazanmalarının tek sebebi asgari düzeyde lider sorununu Trump üzerinden “aşmaları” oldu.

Ancak Trump’la liderlik sorunu çözülmek yerine, partinin bütün geleneksel yapısı ve ekseni de bir kaosun içerisine girmiş oldu. Bu duruma Trump’ın yanına tam bir oportünist ve siyasi olarak bipolar olan Vance gibi bir karakteri alması Cumhuriyetçilerin de krizleriyle kısa vadede yüzleşemeyeceklerini gösterdi. Gelinen noktada, Cumhuriyetçi parti içerisinde liderlik sahnesine doğru yürümenin alt çıtası Trumplaşmak ve mümkünse onu da aşmak olacak. Vance bunun ilk örneği olarak ortaya çıktı. Kendisine rol model olarak Obama’yı alan, küçük bir kasabadan takıntılı bir kariyer hırsı ile sınıf atlama uğruna dinini değiştirmeyi göze alan, Amerika’nın 2008 ekonomik kriziyle ortaya çıkan sorunların sosyal köklerini kestirmeden çözen amatör okur yazarlığına New York Times’ın adeta Tocqueville muamelesi yaparak çok satanlar listesine dahil etmesiyle talihi açılan, müstear isimle yıllarca Trump aleyhine yazılar yazıp; kendisini Cumhuriyetçilerin, Demokratların “Mavi Duvarını” yıkmak için hemşerilik kontenjanından keşfettikleri bir isim. Artık Trump’ı makul gösterecek yeni Vancelar görmemiz de şaşırtıcı olmayacaktır.

Zira 2016’da dünya ve Amerika tarafından “bir kaza” olarak kodlanan Trump’ın, yıllar içinde “geçici, tek seferlik bir anomali ya da çarpık Amerikan seçim sisteminin ürettiği bir istisna” olmadığı, aksine Amerikan toplumsal muhayyilesinin ve siyasal krizinin yapısal, kalıcı ve sahici bir sonucu olduğu görüldü. Trump 2024’ü, Amerika’nın iki asırlık, seçmeni başı bozuk bulup vatandaş yerine eyaletlerin başkanı seçmesini sağlayan sistemi aşarak kazandı. Başka bir deyişle hem ulusal oy toplamında hem de eyaletler de başarı sergiledi. Rakibi Harris neredeyse hiçbir seçim bölgesinde 2020’ye göre Trump’tan daha başarılı olamadı. Bu açık bir şekilde, Amerikalıların artık sadece şirketler, liberal elitler, İsrail lobisi, Netflix kimlik dünyasının kurguladığı dünyanın ana temsilcisine dönüşen Demokrat Parti’yi reddettiklerini gösteriyor.

Demokrat Parti’nin ve liberal fanatizmin içerisine düştüğü, düşmek için de canını dişine taktığı bu hal Trump gibi bir figürü bile makbul adam haline getirmiş görünüyor. Güney ve orta Amerika için hedonist Kuzeyli sapkın adamı temsil eden Trump, Michigan’daki Müslümanlardan kırsal Amerika’nın dindar Hristiyanlarına, Latin Amerikalılardan siyahi nüfusa varıncaya farklı toplum kesimlerinin desteğini arkasına alabildi. On yıl içerisinde beyaz olmayan nüfusun çoğunluk olması beklenen Amerika’da, Cumhuriyetçi partinin bir daha seçim kazanıp kazanamayacağı konuşulan 2008’lerden Demokrat Parti’nin tekrar nasıl toparlanabileceği günlere oldukça hızla gelindi. Cumhuriyetçi Parti kendisini iktidara taşıyan Demokratlardan daha vizyoner, sahici veya kimlik tartışmalarından nispeten uzakta durması da kendi sorunlarını çözmeye yetmeyecektir. Çünkü Demokrat parti nasıl içi boşalmış ve ana ekseni marjinal çıkar gruplarının eline geçmişse; Cumhuriyetçi Parti de artık eski muhafazakar “Büyük Kadim Parti” değildir. Trump dünyası Amerika içerisinde ciddi bir yönetim krizi, siyasal çıkmazlar ve belki de toplumsal fay hatlarında kırılmalara yol açacaktır. Ancak daha önemlisi dünyaya çıkarabilecekleri faturadır.

Trump’ta buluşan ve birleşen neo-Amerikan milliyetçiliği, geleneksel Amerikan muhafazakarlığının çok uzağındadır. Bu oldukça uzak mesafeyi oluşturan ana meselede değer fonksiyonudur. Amerikan muhafazakarlığı hem misyoner tabiatından hem de felsefi tartışmalar neticesinde vücuda gelmiş bir siyasal damarken, Trump’ta ortaya çıkan siyasal temsil değerlerden de evrensel yaklaşımlardan da istifa etmiştir.

Geleneksel Cumhuriyetçi Parti yıllar içerisinde oluşmuş ciddi bir siyasal, toplumsal ve küresel vizyona oturmaktaydı. Öncelikle coğrafi, tarihi ve iktisadi sebeplerin Amerika’da vücuda getirdiği, “İncil ahlakıyla yeni ahlakın kavgasından”neşet eden “müstesna halin” Trump dünyasındaki “Önce Amerika” yaklaşımıyla nesh edilmektedir. Hatta kampanyasında bu sloganı da güncellenip “Sadece Amerika’ya” dönüştürdü.

İkincisi, Tanrı merkezli inşa edilen ve Püriten ahlakın şekillendirdiği oldukça ciddi politik teolojinin yeni Amerikan milliyetçi dünyasında bir yere oturmamaktadır. Tam tersine bir itikat ve mitoloji salatasına dönmüş olan Evanjelizmin ana aktörlerinden olduğu “kutsal komplo” dünyası yeşermiştir. Bir diğer dikkat çekici dinamik ise Amerikan siyasal ve sosyal muhayyilesinin özgün bir ürünü olan, Avrupa macerasından farklı bir siyasi damar olan Atlantik Cumhuriyetçiliğidir. Bu siyasi damarın içerisinden neşet eden ve yine Avrupa’dan farklı Amerikan Liberalizmi de diğer önemli bir dinamiktir. Uzun yıllar her ikisini de bünyesinde barındıran Amerikan muhafazakarlığının anti-tezi olarak bugünkü milliyetçilik tam bir izolasyonizm içerisindedir.

Bütün bunlar, oğul Bush’un oldukça sarih bir şekilde izah ettiği Amerikan hastalıklarına denk gelmektedir. Bush, bir konuşmasında şöyle diyordu: “Amerikan tarihinde ara bazı ‘izmler’ zuhur eder. Bir tanesi ‘izolasyonizmdir’. Onun şeytani ikizi ‘korumacılıktır’. İkisinden daha da şeytani olan ise “yerliciliktir’. Mesela 1920’lere bakarsanız, “Avrupa kimin umrunda” diyen ‘Önce Amerika’ politikası vardı. Elbette, Avrupa’da olanlar önemliydi. II. Dünya Savaşı çıktı. Ekonomik programın parçası olarak Smoot-Hawley tarif yasası çıktı. Basitçe biz uluslararası ticaret istemiyoruz anlamına geliyordu. Gümrük duvarlarını yükselttiler. Sonra, göçmen politikası vardı. Gereğinden fazla Yahudi var, İtalyan var demeye başladılar. Hiç göçmen olmasın dediler. Size söylemeye çalıştığım, biz bugün yaşanan izolasyonizm, korumacılık, yerlicilik gibi dönemleri geçmişte de gördük. Korkum aynı dönemleri tekrar yaşamamızdır.” Bush yıllar önce bir feraset örneği olarak yaptığı konuşmasındaki unsurlar bugün seçimleri kazanan adayın hayata geçireceğini söylediği üç ana politikayı oluşturuyor. Bu aynı zamanda zar zor ayakta duran ve yeterince sorunu ve krizi olan küresel düzenin, son 30-40 yıldaki en zayıf döneminde, çok daha kırılgan hale gelmesi riski artırıyor. Bu riski illa somutlaştırmak gerekirse, Bush’un hatırlattığı üzere, bu “izmler” küresel düzeyde ciddi oranda en son yükseldiğinde insanlık tarihinin en ağır savaşları ortaya çıktı.
Seçimin dünyaya maliyeti

Hem Amerikan siyasal hayatında hem Amerikan kapitalizminde yaşanan dönüşümler önümüzdeki yıllarda küresel sonuçları kaçınılmaz olarak üretecektir. Dünyanın bu duruma hazır olduğunu da söylemek zor. Öncelikle artık 7-8 yıldır aleni hale gelen ve Biden döneminde güçlenen ticaret savaşları küresel ekonomi-politik düzlemi ciddi şekilde altüst edebilir. Böylesi bir kaotik durumun, küresel kapitalizmin nimetlerine hemen herkesin belli oranda alıştığı ve büyük oranda da müptela hale geldiği bir dönemde sebep olacağı kriz, 20. Yüzyılın serbest ticaret veya makul gümrük duvarlarının oluşmaya başlamasından önceki yıllardaki gibi bir ekonomi-politik maliyet oluşturmayacaktır. Aksine üretim, arz ve talep süreçlerinin iç içe geçtiği milyonlarca mal ve hizmetin networkunda oluşacak kesintiler ya da tıkanmalar, bugünden neticelerini tahmin etmekte zorlanacağımız eşitsizlikler, güvenlik ve jeopolitik riskler oluşturabilir. Bir networka dahil olmanın süreçleriyle o networkun tıkanması veya ağdan çıkışın negatif enerjisi aynı olmayacaktır. Trump gümrük duvarlarını yükseltmekte kararlı görünüyor. Bu durumun yeni bir enflasyon dalgası yaratması durumunda, dünyanın tamamında yaşanacaklara dair bir fikrimiz bulunmuyor. Ama bildiğimiz şudur, dünya siyasi tarihindeki birçok kırılma, bir yandan da “fiyat devrimleri”, yani enflasyon tarihidir. Ancak Amerika’nın, küresel rekabette, “Çin’i püskürtme stratejisinin” bir oarçası olarak şimdilik dünyanın geriye kalanına kaba ve uygulanması mümkün olmayan ya benimlesin ya da düşmanla seçeneğini dayatacağı anlaşılıyor. Birçok ülkenin Çin’le olan farklı düzeydeki ilişkilerini hızlı bir boşanma ile nihayete erdirmesini bekliyor.

Amerika’nın ticaret savaşları stratejisinde, küresel ekonomik düzeni, farklı boyutlarıyla, bir G-2 dünyasına çevirmek istediği görülüyor. G-2 dünyasında elbette geriye kalan ülkelerin neredeyse tek pozisyonu, ABD ile Çin arasına sıkışmış halde ne kadar hareket edebilirlerse o kadar hareket edecekleri bir ekonomi-politik kapan düzenine mahkum olmalarıdır. Bu durumun Türkiye açısından sıkıntıları olmakla beraber, ciddi fırsatlar sunması da mümkündür. Zira artık Avrupa, ABD’ye bakınca bir başka Çin görüyor. Her iki dev ekonomik gücün, tıpkı dünya için olduğu gibi Avrupa için de ekonomik anlamı daha farklı değil. Üstelik ilk senaryo Amerika’nın daha fazla Çinleşmesiyken, Avrupa’nın da bazı varoluşsal kararlar alması gerekecektir. Bu ekonomi-politik ve jeopolitik kavşakta; Türkiye için fırsatların doğması kaçınılmaz olacaktır. Zira Çin, Türkiye’nin Avrupa’nın dibinde hatta içinde üretim gücü ve büyük nufüsü olan bir başka Çin olarak görürken, Avrupa da bir taraftan Çin-ABD rekabetinin yan etkileriyle uğraşırken diğer yandan ABD’nin doğrudan kendisini hedefe koyması sürecinde Ankara ile ilişkilerini yeni bir düzleme taşımayı çıkarına görebilecektir. NATO şemsiyesini bir baskı unsuruna dönüştüren  Washington, sunduğu güvenlik hizmetinin abonelik maliyetini ciddi şekilde artıracak adımlar atarken, Avrupa bölgesini ticaret savaşlarında şimdiden karşısına almış durumdadır. Avrupa’nın bu baskıyı hafifletmesinde Ankara ile yeni bir güvenlik perspektifi için pozitif ajanda inşa etmesi çıkarına olacaktır.

Trump’ın ve eğer olursa yönetiminin -bu meşkuk bir konu çünkü Trump, 2016-20 döneminde kabinesine ve üst düzey yönetimine aldığı isimlerin tamamına yakınının işine bir noktada son verdi veya istifa ettiler- yukarıdaki politikaları nasıl hayata geçireceği konusundaki belirsizlik artarak devam edecektir. Kaldı ki ticaret savaşlarında Trump, Biden’dan da devraldığı, Amerikan bürokrasinin nispeten tecrübeli olduğu bir konudur. Asıl belirsizlikler, Trump’ın retorikten ibaret olan jeopolitik ve güvenlik konularındadır. İsrail’le ne yapacağı, 2017’de olduğu gibi ileri düzeyde İranfobik isimleri yanına alıp almayacağı, Suriye’de ne yapacağı, Çin’le güvenlik başlığında da gerilimi sürdürüp sürdürmeyeceği, hali hazırda kazanma ihtimali görünmeyen ve Moskova’ya karşı direnmeye çalışan Ukrayna ile ne yapacağı, NATO’yu Avrupa ilişkilerinde nasıl araçsallaştıracağı, Suriye’de nasıl bir adım atacağı, Türkiye ile ilişkilerinde sorunlu ama çözümü zor olmayan dosyalarda ne yapacağı, Irak’tan ABD askeri varlığını çekip çekmeyeceği başlıklarının tamamında belirsizlikler sürüyor.

Bütün bu başlıklarda nasıl adımlar atacağı konusunda spekülasyonların bu aşamada bir anlamı bulunmuyor. Benzer şekilde Trump’ın ilk dönemindeki çalkantılı başkanlık süresinin de bugüne fazlaca bir şey söylediğini söylemek zor. Zira Trump, nevi şahsına münhasır bir karakter olarak, kendi doğrularının ve fanatizminin her zaman ana hareket ettirici güç olacağını farz etmek gerekiyor. Trump’ın uzunca yıllardır tamamen Demokratların bürokrasisine dönüşmüş olan Amerikan müesses nizamıyla barışık olması zor görünüyor. Nasıl bir ekip oluşturacağına dair fazlasıyla spekülatif bilgi ortalıkta dolaşıyor ve bu artarak devam edecektir. Spesifik başlıklarla ilgili tahminlerde bulunmayı oldukça zorlaştıran bu durum bir tek başlık konusunda geçerli değil: Amerikan siyasal krizinin derinleşmeye devam etmesi. İstikrarsız Amerika’nın kontrolsüz bir başkanı olması ihtimali ile son sekiz yılda dersler çıkarmış bir başkanı olma ihtimali arasında bir süre Amerika’nın salınması muhtemeldir. Ne tarafa gideceğini hep birlikte göreceğiz.

Taha Özhan

Taha Özhan:
Ankara Enstitüsü’nde araştırma direktörü olan Özhan, 2019-2020’de Oxford Üniversitesi’nde misafir akademisyen olarak görev yaptı. 2014-2016 yılları arasında Başbakan başdanışmanlığı, 25 ve 26. Dönem milletvekilliği ve TBMM Dış İşleri Komisyon Başkanlığı yapmıştır. 2005’te kurucu direktörlerinden olduğu SETA’nın 2009-2014 yılları arasında başkanlığını yürütmüştür. Doktorasını Siyaset Bilimi alanında yapan Özhan’ın yayımlanmış son kitabı “Turkey and the Crisis of Sykes-Picot Order” dır.
Mail: [email protected]

1 Comment

  1. Herkes Amerika seçimlerini yazıyor ama bu yazı bir başa derinlikte. Amerikan dünyasını çözümlemiş bence. Kritik Bakış’ı da bu yazıyla fark ettim. Takip edecez. Teşekkürler

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır