Aksa Tufanı’ndan Suriye Devrimi’ne: Sykes-Picot 2.0

Bir Rus atasözü “aptalla bir şey bulabilirsin ama paylaşamazsın” der. Amerika’nın liderliğini yaptığı ve simge ismi olduğu küresel müesses düzenin üçüncü dünya savaşı homurtularının arka planını, bu atasözünde yatan “aptallık”la ve bu aptallığı besleyen “kibir”le açıklayabiliriz.Üçüncü sınıf bir uzakdoğulu sosyoloğa “Batı’nın mutlak galibiyeti; tarihin sonu: liberalizm” aforozunu ilan ettiren “Batı”, tarih kitaplarına “önce”si ve “sonra”sı şeklinde geçecek keskin bölünmelerle yüzleşiyor
Aralık 27, 2024
image_print

ÇEVİRİ ve TAKDİM: Cengiz Sözübek

Bir Rus atasözü “aptalla bir şey bulabilirsin ama paylaşamazsın” der. Amerika’nın liderliğini yaptığı ve simge ismi olduğu küresel müesses düzenin üçüncü dünya savaşı homurtularının arka planını, bu atasözünde yatan “aptallık”la ve bu aptallığı besleyen “kibir”le açıklayabiliriz.

Üçüncü sınıf bir uzakdoğulu sosyoloğa “Batı’nın mutlak galibiyeti; tarihin sonu: liberalizm” aforozunu ilan ettiren “Batı”, tarih kitaplarına “önce”si ve “sonra”sı şeklinde geçecek keskin bölünmelerle yüzleşiyor.

Ortadoğu’da kritik görevlerde bulunan İtalyan diplomat Marco Carnelos, Esed rejiminin düşüşünün Trump için büyük bir kazanç olduğunu ve bu fırsatı yanlış değerlendirirse ölümcül sonuçları olacağına dikkat çeken bir yazı kalem aldı.

Carnelos, Trump özelinde Amerika’nın ve Batı’lı küresel mütekebbirlerin artık samimi bir şekilde yeni siyasi yol haritasını “hiç kimseyi ya da hiçbir davayı geride bırakmayan kapsamlı bir yaklaşımla” belirlemesi gerektiğine işaret ettiği yazısında dikkat çekici tespitlerde bulunuyor:

7 Ekim 2023 ile 8 Aralık 2024 tarihleri arasındaki sadece 14 ay içerisinde bölge, gelecekte Sykes-Picot 2.0 anı olarak adlandırılabilecek bir süreçten geçmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Avrupalı güçler tarafından sınırlarının keyfi olarak şekillendirilmesinden sadece bir asır sonra, Suriye’de Esad ailesinin iktidarının çökmesinin sonuçları, 45 yıl önceki İran devrimi kadar dönüştürücü ve etkili benzer bir kargaşa dönemini başlatabilir.

Trump’ın artık savaş yok vizyonu, Ortadoğu’da sadece İsrail ve Amerika’nın çıkarlarıyla uyumlu kapsamlı bir barışa ulaşarak hepsini kazanmak anlamına mı geliyor, yoksa başka bir şey mi beklemeliyiz?

İsrail yanlılarının ve neocon destekçilerinin en çılgın rüyalarında bile hayal edemeyecekleri tektonik jeopolitik değişimler geçiren bir Orta Doğu bulacak.

İbrahim Anlaşmaları tam da Trump’ın Amerika’yı yönetme biçimi olarak vadettiği rasyonel kâr/zarar hesabına dayalı “basiretli iş adamı” mantığıyla imzalanan bir anlaşmaydı. İsrail’in bu anlaşmayla hayali, Filistin dışındaki bölgenin Arap ülkeleriyle birlikte İsrail’in mimarlığında çizilecek ve “çöle medeniyet getirecek” ekonomik projelerle “İbrahim barışı” tesis edilecekti.

İtalyan diplomat’ın da yazdığı gibi İbrahim Anlaşmaları “Filistin davasının tamamını adeta otobüsün altına atıyor”du ve 7 Ekim Aksa Tufanı da Filistin davası için adeta bir Sevr (en iyi ihtimalle Lozan) olan bu plana karşı bir başkaldırıydı.

Marco Carnelos; İran’ın “direniş ekseni”nin yıkıldığını ancak Filistin’in direnişinin devam ettiğini, Filistin ve Suriye’den sonra İsrail’in en büyük korkusunun yeni bir Arap baharı çerçevesinde Ürdün ve Mısır’daki halkların da ayaklanması olduğunu, Lübnan’ın ise patlamaya hazır bir bomba olarak İsrail kibrine karşı durduğunu vurguluyor:

Kazanmak sağlıklıdır, aşırı kazanmak ise ölümcül olabilir.”

——————-

Esad’ın düşüşü Trump için büyük bir kazanç. Ama açgözlülük yaparsa, bu ölümcül olabilir.

Marco Carnelos

Trump bu fırsatı değerlendirmeli ve Orta Doğu’da kalıcı barışın ancak kimseyi geride bırakmayan kapsamlı bir yaklaşımla sağlanabileceğini kabul etmelidir

Trump Ocak ayında ABD Başkanı olarak ikinci ve son dönemi için yemin ettiğinde, İsrail yanlılarının ve neocon destekçilerinin en çılgın rüyalarında bile hayal edemeyecekleri tektonik jeopolitik değişimler geçiren bir Orta Doğu bulacak.

7 Ekim 2023 ile 8 Aralık 2024 tarihleri arasındaki sadece 14 ay içerisinde bölge, gelecekte Sykes-Picot 2.0 anı olarak adlandırılabilecek bir süreçten geçmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Avrupalı güçler tarafından sınırlarının keyfi olarak şekillendirilmesinden sadece bir asır sonra, Suriye’de Esad ailesinin iktidarının çökmesinin sonuçları, 45 yıl önceki İran devrimi kadar dönüştürücü ve etkili benzer bir kargaşa dönemini başlatabilir.

En hafif tabirle “direniş ekseni” parçalanmış durumda.

Rusya Suriye’yi terk etti ve bu yazı kaleme alınırken Doğu Akdeniz kıyılarındaki askeri tesislerini muhafaza edip etmeyeceği henüz belli değildi.

İran’ın Devrim Muhafızları ve Hizbullah birlikleri de geri çekildi.

Beşar Esadın Suriyesinin artık Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen Hey’et Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Ahmed el-Şaraa tarafından yönetildiği anlaşılıyor.

Suriye’den Alınacak Dersler

Suriye’nin içinde bulunduğu çıkmazın bu son bölümünden çıkarılabilecek ilk ders, iyi teröristler ve kötü teröristlerin var olduğudur – her şey kimi hedef aldıklarına bağlıdır. Jolani, değişen siyasi koşullara bağlı olarak terörist kavramının ne kadar değişken olabileceğinin parlak bir örneği.

Suriye krizinin öğrettiği ikinci ders şudur: diktatörlerin hepsi kötüdür, ancak benimsemeye karar verdikleri davaya ve tercih ettikleri uluslararası uyuma bağlı olarak bazıları diğerlerinden daha kötüdür. Esad ailesinin her iki konuda da hatalı olduğuna şüphe yok.

Washington’da Esad’ın çöküşü hem Rusya hem de İran için ağır bir darbe olarak görülüyor. Tel Aviv’de ise İsrail ile İran arasında neredeyse 50 yıldır süren çatışmada olası bir oyun değiştirici ve İran’ın en büyük bölgesel güç olma hırsına potansiyel olarak ölümcül bir darbe olarak görülüyor.

Ankara’da ise, Türkiye’nin güney sınırı boyunca Akdeniz’den İran’a uzanan bir tampon bölge oluşturmak, algılanan Kürt tehdidini kesin olarak çözmek ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesi için bölgede bir yeni Osmanlı rolü yaratma iddiasına destek vermek için altın bir fırsat olarak görülüyor.

Başka bir deyişle, şu andan itibaren Orta Doğu’nun siyasi dengesinin İsrail, Türkiye ve İran’ın bölgesel gücünden geriye kalanlar tarafından şekillendirileceğine dair artan bir his var. Arap ülkelerine gelince, en azından bu aşamada, güçsüz ve bazı durumlarda öfkeli seyirciler gibi görünüyorlar. Katarbir istisna olabilir.

Uyarıcı bir not: direniş ekseni büyük ölçüde zayıfladı, ancak bölgedeki ABD hegemonyasına ve İsrail’in daha fazla işgal ve ilhak yoluyla Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme arzusunu silme planlarına karşı bir muhalefet olarak tasarlanan direniş bastırılmadı.

Burada Suriye krizinin öğrettiği başka dersler de var: Arap halkları acımasız diktatörlerine karşı silahlanırlarsa isyancı olurlar; diğer Araplar acımasız işgalcilerine karşı silahlanırlarsa terörist olurlar; ve komşu bir devleti işgal ederken meşru müdafaa hakkı sadece seçilmiş birkaç devlet tarafından talep edilebilir, genellikle de doğru davayı ve uluslararası uyumu seçenler.

Savaş kışkırtıcısı neoconlar

Trump böyle bir riskten kaçınmak için çok önemli olabilir. Kendisi defalarca dünya çapında daha fazla savaş olmaması yönündeki vizyonunu dile getirmiştir. Ne de olsa o bir iş adamı ve savaş genellikle iş için iyi değildir. Şimdi asıl soru şu: Trump’ın artık savaş yok vizyonu, Ortadoğu’da sadece İsrail ve Amerika’nın çıkarlarıyla uyumlu kapsamlı bir barışa ulaşarak hepsini kazanmak anlamına mı geliyor, yoksa başka bir şey mi beklemeliyiz?

Esad rejiminin düştüğü 8 Aralık 2024’ten sonra, aşırı kazanım yoluyla barış büyük bir cazibe haline gelebilir, ancak Trump’ın buna direnmesi daha iyi olacaktır.

Önceki başkanlığı sırasında, halefi Joe Biden tarafından hızla taklit edilen İsrail öncelikli bir politikayı destekledi. Trump’ın imza attığı proje olan İbrahim Anlaşmaları Filistin davasının tamamını adeta otobüsün altına attı (7 Ekim 2023 plana bir tepkiydi).

Ayrıca ABD’yi İran nükleer anlaşmasından – Kapsamlı Ortak Eylem Planı – çekti ve İran konusunda maksimum baskı politikasını benimsedi.

Son haftalarda üst düzey dış politika ve güvenlik görevleri için seçtiği kişiler, Ortadoğu ve Arap işlerinden sorumlu yeni kıdemli danışmanı Massad Boulos hariç, ya kararlı İsrail yanlıları ya da bazı durumlarda İslamofobi sınırında görüşlere sahip tetikçi, savaş kışkırtıcısı neoconlardır.

Bu seçimlerin, danışmanlarının ne istediğine ya da ne düşündüğüne bakılmaksızın Trump’ın nihai karar verici rolünü koruyacağı gerçeğine güvenerek, içerideki bazı seçmenleri memnun etmek için yapılan basit hamleler olması mümkün olabilir.

Bununla birlikte, bu son varsayımın doğru olduğunu ve Trump’ın farklı bir yaklaşımı değerlendirebileceğini umarsak, üç farklı karar alması iyi olacaktır.

Birincisi, yukarıda bahsedilen dersleri unutmalı, yani reddetmelidir. İkincisi, 8 Aralık’a kadar bölgede farklı bölümleri kesişen, örtüşen ve birbirini etkileyen uzun ve devam eden bir savaş olduğunu ve şimdi – Suriye’den sonra – bu savaşın kaçırılmaması gereken büyük bir fırsat penceresi ile çok önemli bir dönüm noktasında olduğunu akılda tutmalıdır. Üçüncü olarak, bölgede gerçek, adil ve kalıcı barışın ancak hiç kimseyi ya da hiçbir davayı geride bırakmayan kapsamlı bir yaklaşımla sağlanabileceğini kabul etmelidir.

Eğer Trump bunları kabul edecekse, üç metodolojik yaklaşım izlemelidir. İlk olarak, tüm çıkarları ve şikayetleri göz önünde bulundurarak önyargısız bir şekilde her aktörü dikkatle dinlemelidir. İkinci olarak, kimsenin kendisini tekrar manevra yapmasına (kandırmasına) izin vermemelidir. Ve son olarak, herhangi bir arabuluculuk rolünde adil olmalıdır, çünkü son otuz yıldır ABD bölgede dürüst bir arabulucudan başka bir şey olmamıştır; ve bu da Orta Doğu’da barışın olmamasındaki sorunun en büyük parçası olmuştur.

Ne de olsa gerçek bir süper güç böyle çalışmalıdır.

Öfkeli nükleer güçler

Suriye sonrasında ters gidebilecek şeylerin listesi sonsuzdur: yeni mülteci dalgaları; zulüm gören Hıristiyanlar ve diğer azınlıklar; nihayet askeri nükleer seçeneğe yönelebilecek köşeye sıkışmış bir İran; Türk yanlısı milisler ile ABD yanlısı milisler arasındaki garip Arap-Kürt iç savaşı; Mısır’da ve Müslüman Kardeşler’in yeniden yükselişe geçtiği son derece kırılgan Ürdün’de yeni iç gerilimler yaratabilecek İslamcıların başarısının sağladığı yenilenmiş kibir (yeni bir Arap Baharı?); İsrail’e yönelik uzun vadeli riskten bahsetmeye bile gerek yok.

Son olarak, dibe vurduktan sonra kazmaya başlayabilecek olan Lübnan var.

Son tavsiye. Vladimir Putin Suriye’de ne kadar küçük düşürülürse, Ukrayna’da o kadar az işbirliği yapabilir; ve eğer Trump ya da etrafındaki birileri Batı Asya’daki kaosu kullanarak Çin’in enerji arzını riske atarak ona baskı yapma fikriyle oynuyorsa, bunu tekrar gözden geçirse iyi olur.

Sonuç, birbirlerine giderek daha fazla bağlanan üç öfkeli ve yaralı nükleer güç (Rusya, Çin ve İran) olabilir.

Kazanmak sağlıklıdır, aşırı kazanmak ise ölümcül olabilir.

Cengiz Sözübek

Endüstri mühendisi. 20 yıldır özel sektörde çalışıyor. İngilizce ve Rusça biliyor.
Rusya siyaseti başta olmak üzere uluslar arası siyasetle ilgileniyor.
Muhalif, Yarın, karizma dergilerinde; Star Açık görüş'te yazıları yayımlandı.
Mail: [email protected]

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Yazdır