Adına Gerek Olmayan Çin-Rusya-Kuzey Kore İttifakı
Batı, apaçık olanı görmezden gelmemelidir.
Xi Jinping, Vladimir Putin ve Kim Jong-un’un Tiananmen Meydanı’nda birlikte durduğu görüntü, siyasi tiyatronun ustaca sahnelenmiş bir örneğiydi; Batı’daki birçok kişi için yeni bir anti-Batı ekseninin ürkütücü ve net bir ilanıydı. Yine de bazı gözlemciler, resmi bir üçlü zirvenin dikkat çekici biçimde yapılmamış olmasını bloğun sınırlarının kanıtı olarak göstererek, Pekin’in Moskova ve Pyongyang ile katı bir ittifaka girmeye hâlâ isteksiz olduğunu öne sürdü.
Ancak bu görüş, tehdidin doğasını yanlış teşhis etmektedir. Gerçek şu ki, Çin isteksiz bir ortak değil; aksine, sistematik biçimde adı olmayan bir ittifak inşa etmektedir. Pekin’in tüm stratejisi, katı yükümlülükleri olan resmi bir “ittifak” görünümünden kaçınmak, buna karşın inandırıcı biçimde inkâr edilebilir “gri bölge” işbirliği aracılığıyla bir ittifakın tüm faydalarını elde etmektir.
Resmî bir zirvenin yokluğu bir kusur değil, bir özelliktir. Bu durum, Pekin’in 1980’lerin başlarından bu yana sürdürdüğü ve stratejik özerkliği koruyarak başkalarının çatışmalarına sürüklenmekten kaçınmayı amaçlayan temel dış politika ilkesi olan “ittifaksızlık” anlayışıyla tam bir uyum içindedir. Bu sayede Çin, uyum sinyali verirken azami esnekliği koruyabilmektedir.
Resmî üçlü törenin yokluğuna odaklanan gözlemciler, son derece işlevsel bir ortaklığın özünü kaçırmaktadır.
“İsteksiz ejderha” anlatısı, Batı’nın Çin’in daha istikrarsız ortaklarından ayrılabilecek pragmatik bir aktör olarak kalacağına dair umutlarını beslediği için caziptir. Ancak kanıtlar bunun aksini göstermektedir. Xi pasif bir ev sahibi değildi; tüm bu sahnenin yönetmeniydi. Benzer bir fotoğraf karesi Mayıs ayında Moskova’da gerçekleşmedi çünkü Kim Mayıs geçit törenine katılmadı. Böylece Xi, bu üçlü ittifakın resmî sahneye çıkışını Putin’in topraklarında değil, Pekin’de düzenleyebildi. Xi, bu yeni eksenin tartışmasız mimarı olarak rolünü pekiştirdi. Onun eylemleri, yararlanılan değil, kendine güvenen ve kontrolü elinde tutan bir lideri ortaya koyuyor.
Bu üçlü yapının gerçek gücü, kamuya açık bir antlaşmada değil; işlevsel, birbirine bağlı ve karşılıklı olarak güçlendirici kazanımlarında yatmaktadır. Bu, minimum hesap verebilirlikle maksimum etki için tasarlanmış bir sistemdir.
Putin açısından zirve, ani ve varoluşsal bir zafer anlamına geliyordu. Xi’nin yanında durmak, Batı’nın diplomatik tecride dair anlatılarına karşı güçlü bir panzehir olmuş ve küresel sahnede paha biçilmez bir siyasi meşruiyet kazandırmıştır. Daha somut olarak, bu olay, Kuzey Kore’den gelen kritik bir askerî tedarik zincirini sağlamlaştırarak, Ukrayna’daki savaşı için top mermileri ve balistik füzelerin akışının devam etmesini güvence altına aldı. Son olarak, Kuzey Kore’yi çatışmanın daha da içine çekerek, Putin, Amerika Birleşik Devletleri üzerinde Kuzeydoğu Asya’da ikinci bir baskı cephesi açmayı başardı ve Washington’u stratejik dikkatini ve kaynaklarını bölmeye zorladı.
Kim için bu ziyaret, izole edilmiş bir parya konumundan değerli bir küçük ortak pozisyonuna zaferle yükselişinin simgesiydi. Bu, onun “güvenlik Rusya’dan, ekonomi Çin’den” stratejisinin başarıyla hayata geçirilmesiydi. Rusya’ya kritik askerî varlıklar sağlayarak, yardım alıcısından silah sağlayıcısına dönüşmesi ona benzeri görülmemiş bir hareket alanı kazandırdı. Xi ile yaptığı ikili görüşmede, daha derin ekonomik işbirliği talep ederek, yalnızca Pekin’in sağlayabileceği ve BM yaptırımlarındaki “geçim kaynağı” boşluğundan geçen can damarını güvence altına aldı.
Bu yeni hizalanma, onun nükleer cephaneliğini müzakere edilemez hâle getirerek ABD’nin “nükleer silahsızlanma” politikasını geçersiz ve artık geçmişte kalmış bir yanılsamaya dönüştürdü. Bu gerçeklik, ziyaret sırasında yaşanan ince ama sarsıcı bir değişiklikle vurgulandı: yıllar sonra ilk kez, Pekin’in resmî açıklamaları “Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan arındırılması”na dair herhangi bir atıfta bulunmaktan özellikle kaçındı. Uzun süredir kullanılan diplomatik dilin kasten dışlanması, Pyongyang’a sessiz ama derin bir taviz anlamına geliyor.
Putin bir can simidi elde ederken, Kim yeni bir statü kazandı; ancak nihai stratejik kazançlar Xi’nin Çin’ine aittir. Zirve ve geçit töreni, Çin’in stratejik duruşunda yaşanan derin değişimin kamuya açık bir yansımasıydı: Batı’dan yaşanan derin bir “psikolojik kopuş”. Pekin, Washington ile stratejik bir uzlaşının artık geçerli bir hedef olmadığı sonucuna varmış durumda ve şu anda aktif biçimde yeni bir dünya düzeni peşinde koşmaktadır. Bu üçlü yapı, bu yeni duruşun sert güç çekirdeğini oluşturmaktadır: algılanan Amerikan hatalarını kullanarak nüfuz genişletmeyi amaçlayan uzun vadeli bir strateji. Pyongyang’ın Moskova ile daha yakın bağlarını destekleyerek, Pekin Kim rejimini yönetme yükünü paylaşmakta; böylece onun ABD ve kilit Asya müttefikleri açısından kalıcı bir güvenlik ikilemi olarak kalmasını sağlarken, kendi “gri bölge” işbirliğini hızlandırmak için siyasi koruma da sağlamaktadır.
Washington ve müttefiklerinin yapabileceği en tehlikeli hata, bu tehdidin doğasını yanlış teşhis etmektir. Resmî bir ittifakın yokluğuna takılmak, geçmişteki savaşa hazırlanmaktır. Tehdit, yeni bir NATO–Varşova Paktı çatışması değil; uluslararası hukukun sınır aralıklarında faaliyet gösteren, belirsizlik ve inandırıcı inkâr stratejilerini kullanan akışkan ve uyarlanabilir bir ağdır.
Kore Savaşı, aynı hizalanmış güçlerin ABD liderliğindeki bir blok karşısında nasıl yıkıcı bir askerî koalisyona dönüştüğünü gösteren güçlü bir tarih dersidir. Bu nedenle Pekin’den gelen görüntü yalnızca bir fotoğraf olarak görülmemeli; işlevsel bir ittifakın gerçek, tutarlı ve son derece tehlikeli olması için resmî bir isme ihtiyaç duymadığını hatırlatan ciddi bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.
* Seong-Hyon Lee, PhD, George H. W. Bush ABD-Çin İlişkileri Vakfı’nda kıdemli araştırmacı ve Harvard Üniversitesi Asya Merkezi’nde araştırma görevlisidir. Boston’da yaşamaktadır.
Kaynak: https://www.lowyinstitute.org/the-interpreter/china-russia-north-korea-alliance-needs-no-name