Âdem, İblis-Cin-Şeytan
İnsanlık tarihi, doğadaki tohumların hava-rüzgâr yoluyla transferinin yeniden doğuşlara yol açması gibi; insanların da savaş, kıtlık veya başka nedenlerle göçü sonrası başka insanlarla tohumlanıp yeniden üremesi, değişim ve dönüşüm yaşaması örnekleriyle doludur. Birçok filozof ve bilim insanı, uygarlığın işte bu melezleşme sayesinde; yani farklı insan birikimlerinin sentezlenmesi ile doğup geliştiğini iddia etmiştir. Yani melezleşme, insan topluluklarının birbiriyle tanışıp kaynaşmasını, dolayısıyla farklı özellik ve yeteneklerin birleşerek daha gelişkin bir aşamaya geçişini –uygarlaşmayı– sağlamıştır. İnsan zaten ünsiyet kuran –diğer türdaşıyla bağ kuran– bir varlık demektir.
Ama bu melezleşmenin başka bir boyutu daha vardır. Kutsal kitaplardaki ilk insan anlatısında yasak meyve, iblis, şeytan, yılan, Lilith vb. kavramlarla sembolik anlatının içeriğinde başka bir melezleşmenin eleştirel hikâyesi vardır. Kur’an’daki yaratılış proloğunda, müfessirlerin yanlış şekilde Tevrat’taki anlatının yanlış tercümesini tekrar ederek söyledikleri gibi, Âdem bir yasak meyve yiyerek değil, ikaz edilmesine rağmen bir başka tür insanla (vahşi – kan dökücü bir kabileyle / şecereyle) çiftleşerek soyunu bulandırmış; bu nedenle o kabileyle de düşman olarak kovulmuştur. Adem bir kişi adı değil, bir insan türünün, daha doğrusu en gelişmiş ve akleden insan kabilesinin adıdır. İblis, cin ve şeytan da diğer pre insan-insanımsız türde kabile adlarıdır. Bunların ilk karışımından bugüne kadar var olan insanlar-insanoğlu türemiştir.
Teolojik metinlerde yaratılış proloğu gibi anlatılan mesellerin aslında tarih boyunca tekrar ettiği bilinciyle, bugün de benzer bir şecere bulanıklığı ve kavgasının devam ettiğini hatırlamak gerekir. Yani o ilk günah, olup bitmiş bir olay değil, doğan her insan evladı için de geçerli bir kadim meselenin ilk nedeni, prototipi veya arketipidir.
Ne kastediyoruz?
Şecere, aslında Türkçe de kullandığımız gibi, sadece ağaç değil, soy ağacıdır. Ve ayette geçen ‘takraba’, yakınlaşma-akraba olma anlamındadır ve bildiğimiz çiftleşmeyi ima eder. Ayet zaten, ‘çıplaklıklarını fark edip utandılar ve hemen bir giysi aradılar’ diye devam eder. (..Ve la takraba hazihişşecerate fe tekunaminez zalimin-şu şecereyle akraba olup da zalimlerden olmayın. (Araf.19.) Devamında ise şöyle der: ‘ Derken şeytan bunların örtülmüş avret yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi. Ve ‘rabbiniz size bu yasağı melek olmayasınız ya da ebedileşmeyesiniz diye yasakladı’ dedi… Bu suretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ve o şecereyi tadınca avret yerleri göründü ve hemen yapraklarla örtünmeye çalıştılar. Araf.21-22)
İblis ve Adem, iki farklı insan kabilesinin veya topluluğunun adıdır. İblis- Deubaalus (deu tanrı demektir, âli-yüce/tanrısal oğuldur.)-Ebaali-Baal-Apollo-Pavlus-Ali olarak bütün batıni-aryan teolojide tanrı-tanrının ilk-imtiyazlı oğlunun adıdır. (Ali, batıni gruplarda bizim bildiğimiz Hz.Ali değildir yani. Babanın ilk-kutsal oğludur. ‘Tanrı oğlu İsa mesih’dir. Bu inanç, İblisi allahın ilk imtiyazlı oğlu, ademi ise sonradan doğmuş bir tür üvey oğul gibi görür ve Allahın Adem’e halifeliği vermesini kıskanır. Bu nedenle ademe düşmanlık yapar, aşağılar ve onu hata yapmaya zorlayarak haklı çıkmaya çalışır. şeytan-Şit-Seth ise, İblisin soyudur. bunlar ilk var olan saf enerji-ateş-nar’dan yaratıldıklarına inanır ve turab-toprak-çamur’dan yaratılan Ademi küçümserler. Dumansız ateşten olan mayaları gereği bunlara tanımlanamayan-mahiyeti insan tarafından tam bilinmeyen anlamında Cin denir. İblis-Baal’ın eşi ise Alilat’tır. Anadolu’da lohusa kadınlara musallat olan ve çocuklarını öldürmeye çalıştığına inanılan Al karısı-kafkas dillerinde albız-, Kuran’da lat, modern pagan feministlerin özgür kadın arketipi olarak sunduğu lilith, hristiyan teolojisinde ademi baştan çıkardığına inanlılan ve yılanla sembolize edilen dişi şeytandır. Baal, fenike2de çocuk kurban edilen ürkütücü tanrıdır ve Lübnan baalbek’te devasa bir tapınağı vardır. Bugün ironik bir şekilde Baalbek tapınağı Lübnan hizbullat şeytanlarının kontrolündedir. Baal’in sembolü ateştir ve İran’da Mithra, Mısır’da Seth-Şit-satan, Yunan’da apollon-abaallo isimleriyle anılır. Pavlus’ta abaaslu demektir. Baal’in ölmediğine, reenkarne olduğuna, avatarlarıyla sürekli ‘gömlem değiştirip’ yeniden geldiğine ve kıyamet zamanı tekrar gelip çocuklarını kurtaracağına olan inanç mesih-mehdi-kayıp imam inancı olarak bir çok dini toplulukta yaşar.
İrani demagoji, şia gruplarının batıni-heretik-rafızi yorumlarında takiye gereği, Ali ismini Baaliyi kastederek kullanır. Yani saf müslümanların her tartışmada söylediği Hz. Aliyi sevmek, değildir mesele. Bu sırrı bilen derin pîrler, bu cümleye gülerler..)
Yani bu kavramlar soyut varlıklara değil, somut, gerçek ‘insanlara’, bu insanlardaki sapkın karakter ve eğilimlere işaret etmektedir.
Adem’in cennetten kovulmasına sebep olarak yorumlanan ‘yasak meyve’ anlatısı, böylece uzak, soyut ve bir kere olmuş bir olaya değil, devam eden bir sapmaya işaret etmektedir. Metindeki öyküye göre, insansıların (şeytan, iblis) kıskançlıkla yaptıkları bir planla, sarhoşlukla, ayartma ve kışkırtmalarla Âdem’i (kabilesini) dahil ettiği bir toplu cinsel ayin sonucu, gelişmiş ‘insan’ soyu (şeceresi) söz konusu türlerle karışmıştır. Bu anlatıyı andırır biçimde, Sümerlerdeki bahar bayramında (Nevruz?) düzenlenen toplu çiftleşme ayininde İnanna ve Tammuz’un birleşip doğayı yeniden yarattığı prolog, sonradan doğudan batıya kadar birçok sapık dini grup, topluluk veya sır tarikatlarında gizli ayin olarak devam etmiş, orji gibi sapkın gelenekler de bu ayinin sembolü olarak kullanılmıştır. Dünya genelinde sapkın zenginlerin ve onlara öykünen alt sınıfların eğlencesi olarak günümüzde de sık sık gündeme gelmektedir.
Adem, bir ilk insan değildir-ilk insan diye bir şey yoktur, insan türü diğer canlılar gibi topluca ve çok uzun süredir zaten vardır-, Adem, bu insanlar içinden bir kabilenin, ev-ocak kurup yerleşmiş, ateşi kullanarak beslenen, aile olmuş yani çocuklarını ebeveyn kontrolünde terbiye ederek büyüten, aynı şekilde tohumları, hayvanları ve doğayı da evcilleştirecek akli melekelere ve konuşma ile diyalog kurma yetisine sahip, gelişmiş insan kabilesinin adıdır. Bu aşamaya ulaşmamış yarı hayvan, kan dökücü, kurnaz ama akılsız diğer insanımsılar yani altinsan-preinsanlar, İblis-şeytan-zalim-cin türleridir. yani bu kavramlar soyut varlıklar değildir. İşte Adem kabilesi, başka bir insan türü olan-kan dökücü-zalim preinsanlar yani iblis soyu ile-şeytanlar, zalimler ve cinlerle-karışıp soyunu bulandırmamak üzere ikaz edilmesine rağmen, şeytani-zalim kabilelerin kurnazca ve kıskançlıkla kandırdığı , muhtemelen sarhoşluk verici bir maddeyle büyüleyip davet ettiği ilkbahar bayramında düzenlenen toplu cinsel ayin sonrası, bu gelişmiş Adem kabilesinin soyu karışmıştır. Nevruz diye bilinen sümerlerde İnanna ve Tammuz’un birleşip doğayı yeniden yarattığı bahar bayramında düzenlenen toplu sex ayini, sonradan bir çok sapık dini grubun veya topluluğun gizli ayini olarak devam etmiş, mum söndü gibi gelenekler de bu ayinin sembolü olarak uygulanmıştır.
Bugüne kadar var olan insanlık dediğimiz hem iyi hem kötü, hem şeytani hem rahmani, hem akıllı, hem aptal, hem terbiyeli, hem ahlaksız tür işte bu sapkınlık sonucu ortaya çıkıp yayılmıştır. Bu hikaye, bütün topluluklarda dünyanın her yerinde ve bir çok dini metinde farklı versiyonlarla geçmektedir ve muhtemelen sadece bir alegorik anlatı değil, gerçek bir olayın farklı anlatımıdır. İnsanlara ve tarihe baktığımızda, gerçekten insan suretli ama çok farklı türler görmekteyiz ve aralarındaki renk, dil, kültür vb. farkların ötesinde daha derin bir temel fark olarak hayvani özelliklerle daha az hayvani diyeceğimiz terbiye edilmiş özellikler gibi iki ana tür olduğunu görmekteyiz. Yani iyi insanlar ve kötü insanlar diye indirgenen bu iki özellik aslında iki farklı insan türünü ifade eder ama bu bir melezliğin de göstergesidir. Çünkü hem aynı insanda farklı yaşlarda tüm iyi kötü özellikler açığa çıkabilir hem aynı aileden hem iyi hem kötü yönü baskın insanlar çıkabilir. Çünkü soy ve genetik olarak farklı türlerin genleri karışmıştır. İnsanlar bu anlamda kendilerini yaşam içinde fark eder, tanır, tercihlerini yapar ve yaşam tarzını, anlamını, inançlarını bu tercihleriyle belirler. Ya da içine doğdukları ortam, aile, çevre, toplum ve dünya kültürünün edilgen nesnesi olarak yaşar. Ne egemense, ne modaysa, ne öğretilmişse o doğrultuda tercihler yapar. Sorgulamaz, irade kullanmaz, aklını ve idrakini içine doğduğu koşullara teslim eder.
Bu bağlamda, Kuran da İblis-şeytan-cin ve zalim olarak geçen kavramların, antropoloji de homo erectus, cro magnon, neandarthal ve homo sapiens olarak tasnif edilen pre insan türleri ve gelişmiş insan türü tasniflerini ifade ettiğini söylemek mümkündür.
Evrimci teorilerin daha biyolojik-fizyolojik düzeyde yorumladığı bu teoriler, Kuran’daki tasnifler bağlamında, bizce, manevi düzeyde bir evrimin olduğunu, ama bunun olup bitmiş değil, hala olmakta olan ve kıyamete kadar devam edecek, yani doğan her çocuğun yaşayacağı bir evrimleşme olduğunu düşünebiliriz.
Kuran’ın yaratılış anlatısında meleklerin itirazı yani kan dökücü bozgunculuk çıkarıcı bir varlık mı halkedeceksin sözü, bir çok alim tarafından, Adem var edilmeden önce zaten insan-insanımsı bir türün var olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim bu anlatı, yukarda belirttiğimiz o günah anı ile birlikte gerçekten Allahı’ın hiddetini çeken bir karışma ve sonrasında, birbirinize düşman olarak gidin burdan, denilmiş, devamında Ademin dünya hayatında imtihan edilerek arınıp geri dönmesi şartıyla affedilmesi şeklinde devam etmektedir.
Burada ademe secde etmeyen İblis, onu ebedi yaşam adına kandıran şeytan, sonrasında dönüşülen zalimler gibi detaylar, yine bu kavramların başka bağlamlarda kullanımını da göz önüne alırsa, aslında gerçekten asi, inatçı, hilekar, yalancı, fesat ve sinsi bir tür olan şeytan ile kan döken, barbar, bozguncu zalim bir türün olduğu söylenebilir. Yine iblisin ben dumansız ateşten yaratıldım demesi ve ibliste cinlerdendi, şeklindeki ayetler, cin kavramının kelime etimolojisindeki tanımlanamayan-yabancı-bilinmeyen manaları ile birlikte düşünüldüğünde, dumansız ateş yani dünyanın ilk ateş hali ve devamında bu ateşin daha soyut biçimi olarak doğal gaz gibi bir türü, yani bugün enerji dediğimiz gözle görünmeyen ama tam olarak özünü de henüz çözemediğimiz o rafine maddeden oluştuğunu düşünebiliriz. Ki Ademin topraktan yaratılması da, ateşin sönüp su ve havayla karışarak topraklaşması aşaması yani sonraki bir düzeyi ifade etmekte, ateş kendi önceliğini, ilk neden olma imtiyazını öne sürerek sönmüş halini aşağılamakta, bu kibir ise Allahın öfkesine neden olmaktadır.
Bu anlatıyı, daha somutlaştırırsak, İblis ve şeytanlar, dumansız ateşin yoğun olduğu Hazar-Azer kıyılarında (azer, Agar-ateş demektir), Adem ise bataklıkların çamurun olduğu Basra körfezi kıyılarında yaşayan iki farklı kabile gibidir ve Allah, ademi akıl-vicdan-yetenekle donatıp sorumluluk yükleyince, iblis ve kabilesi kıskanıp öncelik hakkını öne sürmüş ve kabul görmeyince Ademe iftira atmış, onu zalim kabilelere benzetmiş sonra da iddiasını ispat için ona tuzak kurarak, herkesin toplandığı büyük bahar şenliğinde uyuşturucu ve alkolle sarhoş ederek topluca genetik melezleşmeyi sağlamıştır. Allahın ikisini de kovması, iblise mühlet, Ademe ise imtihanla arınma şansı vermesi ise, insan denilen bu melez türün doğanın yaratıcı dönüşümü için gerekli bir laboratuar olarak dünya hayatını başlatmıştır. Allah sebeplerle yaratır ve insan türü de bu yaratıcı sebeplerden biri, hatta en önemlisidir. Bu nedenle doğanın kendi yaratım döngüsünün taklidi olarak akıl ve diğer yetenekleriyle dünyayı değiştirir, doğanın yasalarını çözerek doğada olmayan yeni eserler yaratır. İşte belirlenmiş bir saate-kıyamete kadar sürecek olan bu yaşam şansı, hem doğanın kendisi, hem güneş-ay-yıldızlar- gökler, deniz denizaltı, madenler, hem binbir çeşit bitki ve hayvanlar, hem de diğer her çeşit insan türleri ile ilişkiler içinde son derece dinamik, değişken, yeni eserler üretilir. Yapılmamış olan yapılır, düşünülmemiş olan düşünülür, eskiyen elenir, yeni ortaya çıkar, aşk, sevgi, merhamet, hüzün yanında çelişkiler-çatışmalar-savaşlar-acılar içinde sürekli bir yaratım süreci devam eder. Allah her an bir iştedir ve her şey onun yasaları ile olup bitmektedir.
Dünya hayatı, zaman ve mekanla sınırlı, doğa yasalarıyla kayıtlı, kaos ve düzen, kevn ve fesad, doğum ve ölüm gibi varoluşsal bir döngünün adıdır ve bir tür truman şov veya metaverse evrenidir. İnsan, işte içine doğduğu bu evreni anlamak, çözmek, değiştirmek, seçimler yapmak gibi diğer canlılarda olmayan yetenekleriyle doğanın gelişmiş ve sorumlu bir canlısıdır. Ancak, genlerindeki karışıklık nedeniyle, belki de doğanın çelişki ve çatışmayla dönüşüp duran yasalarında uygun bir melezleşmişlik haliyle, yani iyi ve kötü, doğru ve yanlış, merhamet ve zalimlik, akıl ve aptallık gibi çelişik özellikleri sayesinde daha çelişik bir özellik kazanmıştır ki, daha yaratıcı olabilsin. Bu özelliğiyle insan türü hem doğanın dönüşümü ve yenilenmesini sağlayan bir yaratıcı sebep olmakta hem de Adem türü, doğayı da aşan, aşkın bir öznitelik sahibi olarak bu yaratımın öznesi olmanın yanında kendisi olarak ve kendisi için, kendi varoluşunu kendi seçimleriyle yapabilmeyi öğrenmek için genindeki eksik-fazla-yanlış özelliklerden arınmaya mecbur edilmiştir.
Yaratılış hikayesinde Allahın meleklere, Allah sizin bilmediklerinizi de bilir diyerek cevap vermesi, belki de bunun içindir. Adem daha ötede daha önemli bir varoluşa hazırlanmakta, bunun için doğal bir eğitime ve seçilime tabi tutulmakta, çünkü bizatihi kendisi olarak kendini arındırıp eğiterek varolma yeteneği kazanması istenmektedir. Allah istese istediği gibi yaratır, donatır ama bu herşeye doğuştan itibaren sahip olan çocukların bir türlü büyümemesi, gelişmemesi, ergen olamayışı, hiçbir yetenek ve kişiliğe sahip olmaması, ama yoksunluklar içindeki bireylerin kendi çabalarıyla emekleriyle yetenekleriyle çalışıp kazanması, onun kıymetini bilmesi, bu nedenle de daha karakterli, kişilikli, sorumluluk sahibi bireyler olması gibi, Allahın bu şekilde bir oyun kurması, bizzat insanlar içinde özgür ve kişilikli bir türe evrilme imkanı vererek kendi varoluşunu inşa etmelerini sağlama amacıyla gibidir..Bu anlamda Adem olmak olup bitmiş bir iş değil, hala olan, olmaya devam eden, her insan için ayrı ayurı geçerli, her bireyin kendi hayatının dönemlerinde bile oluş ve geri düşüş halinde devam eden bir süreçtir. Ve insan türü, yani varolan bütün insanlar, bütün ırklar, bütün kavimler, dinsel topluluklar, mezhepler, tarihin tortusu bu kimlikler, asla ve kata peşinen Adem gibi seçilmiş veya arınmış değildir. Aksine Adem tözü de iblis-şeytan-zalim-cin tözleri de herbirimizde ayrımsız ve eşit olarak vardır ve bu anlamda varolan bütün kimlikler eşit bir şekilde aynı sınavın içindedir.
İnsanların doğalarındaki bu manevi evrim, ters evrim olarakta çalışır. Yani, Adem tözü baskın olan bir birey ilerleyen yaşlarda farklı koşullarda nükseden şeytani bir geni nedeniyle geriye düşebilir. Yine şeytani veya zalim geni baskın biri, tam tersine kendi tercihleriyle veya koşullar oluşunca doğasındaki Adem genini seçer ve yükselir. Bu anlamda tarih boyunca varolan Nebi ve Resül geleneği, filozoflar, bilge kişiler, evliya, aziz, pir denilen kişilerin bu Adem özüne dair hakikati vazetmesi, öğüt vermesi, yol göstermesi, eğitmesi, hatırlatması, temsil etmesi yine bir çok topluluğun bozulmuş toplumsal ortamlardan uzaklaşıp arınması, inisiasyon veya riyazet teknikleriyle kendini koruması, işte bu özgür seçimlerin yollarıdır. Aynı şekilde hak ve adalet için, zalimlere başkaldırma adına yürütülen bütün idealist davalar, kavgalar, kötülükle mücadele ve iyiliğin egemenliğine dönük bütün eylemler, bu inisiasyonun, yani hakikat yolundaki Adem olma çabasına dair arınma çabasının (Kuranda Takva) göstergesidir. Bu anlamda, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın, hak ile batılın, güzelle çirkinin, adaletle zulmün ayrışması daima temel bir savaş konusudur. Yine tarih ve toplumun biçtiği seçilmemiş kimlikler-din,mezhep, ırk, sosyal sınıf, renk, dil, kavim, aşiret, cinsiyet-hiçbir öneme sahip değildir, hiç birinin bu insanlık savaşında bir kıymeti yoktur. Değerli olan tek şey, insanın evrimini tamamlamasını sağlayan Adem olma idraki ve onun özelliği olan kadim değerlerdir. Uygarlığı yaratan, yarı hayvan insanımsızları terbiye edip ademleştiren, dünyanın her tarafına bu olgunlaşmış insan genini taşıyarak tüm barbar türlerin insana evrimini sağlayan, aşkı, sevgiyi, merhameti, anne-baba olmayı, haddini bilmeyi, aklını kullanmayı, kötülükten sakınmayı, iy,lik yapmayı, paylaşmayı, dayanışmayı, eşitliği, hürriyeti, başkaldırmayı, direnmeyi, şiir yazmayı, müziği, mimariyi, temizliği, her insan görünümlü canlıya öğreten Adem genidir. İblis-şeytan-cin genine sahip olanlar maymun gibidir, insan takkidi yapar, insanın ürettiğiklerini çalar, insana hükmetmeye çalışır, insanı yoldan çıkarmak için her yolu dener. İblis, ademin balını kendi ağzına zehir etmiş bir haset maymunudur. Adem geni zayıf veya olmayan insan görünümlülerin ne yüzünde ne davranışlarında ne eylemlerinde insanlık olmaz. O yüzden atalar bu tiplere daima adam değilsin, Adam ol! demiştir.
Bütün dini öğütler ve felsefi öğretiler, ahlaki ilkeler, işte bu melez tür olarak insanın ilk günahından soy olarak da, huy olarak da, yaşam tarzı olarak da arınması, saflaşması, asli özüne kavuşması-Ademleşmesi ve doğan her çocuğun da bu şecereye bulaşmadan Adem neslini devam ettirmesi içindir. Çünkü İnsan, adem-iblis melezi bir tür demektir ve varolan ve doğacak her çocuk, işte bu karma-melez genlerle doğmaktadır. Yaşamın anlamı, Adem olmak isteyenler için tercih yapıp bu iblis genini köreltme imtihanıdır. Bu tercihi yapmayanlar ise Adem değil, insan suretli insanımsı yaratıklardır. İblis soyluların Adem soyuna olan o bitmez kin ve kıskançlıklarının kökeninde bu köklü savaş yatmaktadır.
Yaratıcı, üretken, sorgulayıcı akıl, derin bir tecessüs, aktif bir iyilik davası, celadetli bir kötülük düşmanlığı, içsel bir utanma duygusu ve özsaygıya dayalı terbiye içeren sahici bir ahlak-erdem, Ademin temel özellikleridir. Bu özellikleri kişiliği yapmış her insan teki, her topluluk, her grup, alışkanlıklarıyla (Türk Kürt arap İngiliz mozambikli çinli perulu Hristiyan musevi müslüman alevi sünni dürzi ezidi ermeni rus leh berberi, kadın erkek, zengin fakir.. vb. ne denirse densin), tarihin ürünü bu maske kimliklerinden bağımsız olarak, Adem olmuş demektir ve bunlar artık insan çoğunluğundan farklı, daha gelişmiş bir Adem topluluğudur. Ancak bunlar içinde de her zaman tekrar düşebilen, geriye dönen, bu imtiyazını kaybedenler olabilir. Bu nedenle Adem olmak, daima ölene kadar bitmeyen bir çaba demektir.
Tarih, işte bu bilinçle savaşan Adem ve İblis soyluların savaşıyla doludur. Ayrıca iblis, şeytan ve zalimlerin kışkırttığı savaşlar da aslında insan düşmanlıklarının ürünüdür. Ölçü bellidir; İnsan öldürmeye dönük aletler ve fikirler üreten, insana hükmedip kullanmaya dönük sistemler kuran, insanı Adem özelliklerinden arındıracak bütün sapkınlıkları teşvik eden, Adem taklidiyle Ademden çaldığı üstün özellikleri kendi kötü niyetleri için kullanıp insanları kandıran, insanları daima enerjisini boşa harcamaya yönelten, aklı körelten alkol-uyuşturucu-kumar gibi alışkanlıkları ve evlilik dışı yani çocuk yapmadan cinselliği teşvik eden-çünkü Adem evlilik yoluyla soyu belli çocuk yapandır- her fikir, inanç, düşünce, proje, sistem, birey, grup, örgüt, parti, devlet, tartışmasız iblis soyludur.
Akleden, vicdan sahibi, kural kanunla-nomos- yaşamaya çalışan, kendini ve rabbini bilen, başkaları ile ünsiyet kurma, paylaşma, dayanışma (zekat-salat) içinde olan, zulme ve şeytanlıklara karşı hassasiyetli, mazluma ve yoksunlara karşı merhametli, ev-ocak-aile merkezli yaşayan, emeğiyle ve yeteneğiyle geçinmeye çalışan, tevekkül, şükür, sabır, takva sahibi, özgür düşünceli ve haysiyetli tüm kişilikler ise Adem tözü baskın olanlardır. Bu terbiyenin garantörü ise, kendisiyle iç dünyasında ve kendisi gibilerle dostluk-arkadaşlık-cemaat camia ilişkileri içinde sürekli bir özdenetim halinde olmaktır. Çünkü şeytanlar ve zalimler Ademe karşı kin ve kıskançlıkları nedeniyle daha agresif ve daha aktifir. Adem ise onlar kadar şeytan veya zalim olamadığı için her an tetikte olmalıdır. İşte bu da sürekli, düzenli, ihlaslı ibadetler, aktif eylemler, özellikle siyasi ve kültürel iktidar olma mücadelesi içinde sağlanır. Adem sadece baş edemeyeceği zaman uzleti seçer, hicret eder veya ricat eder. Onun dışında yaşamak zorlu, sabırlı, fedakarane bir eylemdir.
Tevrat’ı iblis soylu şeytanlar bozup çarpıtarak kayda geçirdiği ve onların peşinden cahiller çoğaltıp yaydığı içindir ki, ilk Kur’an müfessirleri de İncil müellifleri gibi, aynı cehaletle, ilk insan Adem, Ademin kaburgasından yaratılmış eşi Havva ve Adem’in çocuklarının ensest ilişkisinden tüm insanlık türemiş gibi saçmalıkları din diye insanlara ezberletmeye devam ediyorlar. Bu korkunç ve cahilce Tevrat uydurmaları, Allaha ve eşref-i mahlukat kılınmış Ademe hakarettir.
İnsanlığın en temel merakı olan ilk başlangıca dair yada hayatın anlamına dair en kadim bir anlatıyı sulandırıp, adeta dalga geçer gibi kayda geçmiş olan yahudiler, aslında bölgeye M.Ö.4. yy da Hindistandan getirilmişler, kendilerini kolonizatör olarak getiren Pers krallarına, Babil’de ve Fenike’de duydukları her şeyi yarım yamalak kayda geçirip isithbarat raporu olarak sunmuşlardır, Tevrat ve sonra Tanah dedikleri budur. İncil’de, İsa, Yahudi ileri gelenlerine ‘Siz, Babanız iblistensiniz’ der. (YHN 8/31-59). Çünkü, İblis soyunun Ademe iftirasını ve Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın, Davut ve Süleyman’ın hikayelerini çarpıtarak, hatta Meryem ve İsa’ya olduğu gibi, onlara da iftiralar atarak kayda geçip tanrının sözleri diye yaymışlardır.
Kuran, işte bu çarpık yahudi anlatısını düzenleyip aslına uygun bir mesel olarak anlatır. Ve tabii ki derdi tarih anlatısı değil, insanların içindeki Adem tözünü açığa çıkarmaya, hatırlatmaya, istikametini göstermeye matuf bir nasihat olarak ele alır.
Kuran’ın bu amaçla anlatısından çıkaracağımız en önemli ders ise şudur; Allahın iradesine bile Kibir ve kıskançlıkla karşı gelen ve yalan ve hileyle Adem kabilesini kendi gibi düşkünleştirip kovduran ama sonuçta Allahın başka bir planına start verdiren, Adem’i eşrefi mahlukat olarak eğitip donatacak zorlu, acılı ama anlamlı bir dünya hayatını ve sonundaki ebedi Allah dostluğunu sağlayacak o haysiyet mücadelesini başlatan İblis-şeytan-zalim ve cin isimli gelişmemiş barbar kötü ve akılsız yaratıklar Ademe secde edene kadar, bu savaş sürecektir.
İblis ve yandaşlarını Ademe secde ettirmek, bu dünyadaki tek anlamlı varoluş nedenidir. Adalet ve iyiliği üstün kılma mücadelesi, bu demektir.
Tabii ki bizimki bir anlama çabası ve yorumudur. Doğrusunu Allah bilir.