ABD: Savrulan Süper Güç

Amerika’nın küresel sahnedeki görünümü

Onlarca yıldır sürdürülen ABD başkanlık seçimleri tiyatrosu; seçiciler kurulunun gizemi ve “salıncak” eyaletlere ilişkin seçim bilimi konusunda bilgi sahibi olmak isteyen küresel bir izleyici kitlesini kendine çekmiştir. Bu milyonlarca seyirci büyük ölçüde taraflıydı. Demokrat adayların ve en azından şimdi yok saymaya başladıkları insanlığın ortak iyilerini kabul eden bir dış politikanın zafer kazanmasını özlem dolu bir şekilde umutla izlediler.

2000’lerin başlarında, itaatkar bir Amerikan medyası tarafından propagandası yapılan Irak’ın kitle imha silahları hakkındaki resmi sahtekarlık, demokratik Amerikan kuruluşlarına yönelik küresel geniş bir şüphe havuzu yarattı ve Amerika Birleşik Devletlerinin kendisini gerçek-sonrası bir devre doğru itti. Berbat geçen teröre karşı savaş ve finansal kriz yıllarından sonra Siyah bir adamın ilk defa ABD başkanı seçilmesi kısa süreliğine de olsa geniş bir düzeltme olacağına ilişkin umutları canlandırdı. Irak savaşına karşı olan Barack Obama çok hızlı bir şekilde (bahtsız rakibi John McCain’in alaycı sözleriyle) “dünyadaki en büyük ünlü” oldu ve Obama’nın, umut ve değişim sloganları eşliğinde, kısmen politikleştirilen Amerikan gençliği sayesinde Beyaz Saray’a çıkması ABD siyasetine ve kültürüne taze bir enerji ve yeni bir ufuk getirecek bir fırsat gibi göründü.

Şaşırtıcı bir şekilde, Obama, Wall Street’i koruyup kişisel markasını cilalayarak, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve dünyaya güvenilmez bir demagog mirası bıraktı. Joe Biden’ın 2020’deki kıl payı zaferi ve ilk günlerinde gerçekleştirdiği ekonomik yeniden yapılandırmaları bir nebze rahatlama sağladı, ancak bu başarı Biden’ın dış politikasında varlığını sürdüremedi ve —Çin’e karşı koymak, İsrail ile Suudi Arabistan arasında bir “anlaşma” sağlamak gibi—önemli konularda Trump’ın tavrını devam ettirdi. Son bir yıldaki gelişmeler, ABD seçimlerinin dünyadaki duygusal ve ahlaki etkisini kesin olarak sona erdirdi.

Foreign Affairs dergisinde yakın zamanda bahsedilen bir anket; Asya’nın önde gelen ülkelerinde ABD’ye olan desteğin düştüğünü ve Çin’in daha çok tercih edilen bir ortak haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Ancak istatistikler yalnız başlarına, Amerika Birleşik Devletleri’nin 20 yılı aşkın süredir ekonomik düşüşün içindeyken yurt dışı gayrı meşru karmaşalara dâhil olmayı yoğunlaştırarak inşa ettiği şühenin derinliğini ve çapını belirlemede yetersiz kalırlar. ABD; uluslar arası hukukun altını oyma, prestij ve otoritesini çarçur etmenin yanı sıra kendi kurumlarına ve toplumsal dokusuna zarar verdi. Dahası Beyaz Saray sakinlerinin değişmesi bile artık ağır bir çıkmazla karşı karşıya olan dünyanın en güçlü toplumu tarafından ortalığa salıverilen karanlık ve kontrolü mümkün olmayan güçlere karşı alışılageldik durumu korumak için yeterli değildir.

ABD dışında yaşayan pek çok kişi için hastalıklı şekilde savrulan bir süper gücün en son somutlaşmış örneği; Amerika’nın himaye ettiği, askeri düşmanlarını hedef almanın yanı sıra kasıtlı bir şekilde sivilleri ve alt yapıyı hedef alarak pek çok cephede topyekûn bir savaş yürüten sorumsuz İsrail’i silahlandırmaya Demokrat bir başkanın müptela olmasıdır. “Kural temelli liberal uluslar arası düzenin” kendinden menkul destekçisi ABD’yi bir yana bırakın düzensizliği tahammül edilebilir sınırlar içerisinde tutmayan herhangi bir süper güç meşruiyetini hızlıca kaybeder ve bu durumun hem Amerikan çıkarları hem de ABD imajı için ihtimal dâhilindeki sonuçları hali hazırda bile çok açık ve şiddetli bir şekilde ortaya çıkmışlardır.

Ancak İsrail, kalıcı bir güvenlik arayan bir diğer ulusalcılık örneği olan Rusya’dan da (Ukrayna-Rusya Savaşı kastedilmektedir) bazı destekler alıp endüstriyel toplu katliamı kültürel yıkımla birleştirerek yeni bir “aşırılıklar çağı”na neden oluyor. 20. Yy.lın belirleyici felaketi olan I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi kapsamlı bir ahlaki ve hukuki yıkım, birçok Batı toplumunda kararlı bir şekilde otoriterliğe doğru giden adımları hızlandırıyor. İngiltere’deki Muhafazakâr bir içişleri bakanının aşırı sağcı çeteleri kışkırtmasından, Büyük Yer Değiştirme Teorisi’nin tanıtımını yapan X’in sahibinden (Elon Musk), böylesi bir video asla var olmamasına rağmen bir Hamas üyesinin İsrailli bir kadına tecavüz ettiğini gösteren bir video gördüğünü iddia eden ilerlemeci Yeşiller Partisi üyesi Alman dışişleri bakanına kadar ideolojik yelpazenin her alanından politikacılar ve iş adamları köklü toplumsal yaşam normlarını ve protokollerini açıkça ihlal ediyorlar.

1990’dan beri Kongre’de herkesten daha fazla İsrail lobilerinden bağış alan eski bir hakim klik politikacısı olan Biden’ın, bu sinsi nihilizm dinamiğini fark edememesi büyük bir sürpriz değildir. Biden’ın küresel ölçekte otokrasiye karşı demokrasiyi harekete geçirme girişimi bağlamında Hindistan Başbakanı Narendra Modi’yi sıkıca kucakladığına dikkati çekenler onu, dünyadaki yeni güçler dizilimini (örneğin “demokratik” Hindistan’ın, otokratik Rusya’nın Ukrayna’daki savaşını desteklemesini mümkün kılan yeni güç dizilimini) fark edemeyen soğuk savaş döneminden kalma ideolojik bir yanılgı olarak çoktan silmişlerdi. Aylarca “ateşkes” nakaratı okuyup İsrail’in katliamlarına dürtüsel olarak sürekli silah sağlayan Biden ve onun dışişleri bakanı, 1967’de eski ABD savunma bakanı Robert S. McNamara’ya gönderilen ünlü iç yazışmada ifade edildiği gibi “Müesses Nizam aklını yitirdi” şeklindeki yaygın kanaati doğruluyorlar.

ABD dışındaki bir izleyici kitlesi için daha da tedirgin edici (ve netleştirici) olan şey; ABD’deki ana akım medya kültürünün, Demokrat bir başkan yönetiminde modern tarihin yolu en iyi şekilde gösterilen uçurumuna doğru yuvarlanan bu toplu sarsaklığa karşı akıllıca herhangi bir sınırlama önerememesidir. İsrail’in baş aktörü olduğu felaketlerle dolu geçen bir yıldan sonra bile İsrail’in “meşru müdafaasını” haber yapan medya organları ve “teröre karşı savaş”ın entelektüel ve ahlaki fiyaskosunun çirkin bir tekrarı şeklindeki Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nın yanılgı ve yalanları artmaya devam ediyor. Ülke dışında ABD destekli katliamları kasıtlı olarak görmezden gelen birçok liberal entelektüel elit, Trump’ın içeride demokrasiyi yok etme planına karşı seferberliğin aciliyetine vurgu yapıyor. Ancak Trump’ın açıkça kötücül olan fantezilerinden ürkerlerken, yeni yanılsamaların içine dalmaya devam ediyorlar.

Yakın zamanda gerçekleşen olağanüstü piyesi izleyen yabancı gözlemcilerin başkaca bir çıkarımda bulunma şansları yoktur: gaddar parti bürokratları ve bağışçılar tarafından emekli edilen ve açıkça görünür bir şekilde sönük olan Biden’ı “fedakarlığı” dolayısıyla övmede ve 2020 başkan adaylığı yarışında kolaylıkla göz ardı edilebilen ve sonrasında başkan yardımcısı olarak görev süresi boyunca siyasi bir boşluk olduğu teyit edilen Harris’in adaylığı üzerine “sevinç” gösterilerinde bir biriyle yarışan liberal Amerikan yorumcuları izleyen bir yabancı başka ne yapabilir ki!

Batılı olmayan kökenlere sahip Batılı siyasi liderlere yönelik küresel hayranlık çoktan sona erdi. Obama, “ırk ötesi” bir çağı müjdeledi, ancak bir dönem İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman, İngiliz Muhafazakâr Parti üyesi Kemi Badenoch ve ABD Cumhuriyetçi parti başkan adayı olan Vivek Ramaswamy’nin demagojik söylemleri sonrasında, farklı kökenlerden gelen politikacılar, sosyal adalet için umut olmaktan çok uğursuz bir gerilemenin gerçekleşeceği korkusunu körüklediler. Lübnan’a fırlatılmaları için gönderilen bir top mermisinin üzerine “BİTİRİN ONLARI!” kelimelerini karalayan ve Cumhuriyetçi Parti başkan adaylığı için yarışmış olan bir diğer Amerikan yerlisi Nikki Haley, gelecekte bir “kahverengi Nazi’nin” nasıl görünebileceğinin anlaşılmasına yardımcı oldu. Hem işkencenin meşale taşıyıcısı olan Dick Cheney’nin onayını almasıyla övünmesi hem evine izinsiz girenleri vurma sözü vermesi hem de ABD ordusunu “dünyanın en güçlü ve en ölümcül savaş gücü” yapma sözü vermesi dolayısıyla, Demokrat Parti’nin ilk Amerikan yerlilerinden başkan adayı olan Harris, şiddet yanlısı aşırı sağ ideallerin istikrarlı bir şekilde hâkim olduğu sert hiper maskuliniteye meydan okuyacağına ilişkin çok az işaret veriyor.

Dahası medyadaki kendi destekçilerinden bile saklanırken son dakikada Biden’ın yerine aday olması, ABD’deki aşırı sağın tehditlerinden doğan olağan dışı taleplerin karşılanması konusunda oldukça yetersiz bir yer değiştirme gibi görünüyor. Yaşlı liberal Amerikan siyaseti ve medya sınıfında bir yenilenme için herhangi bir kaynak kalmış gibi görünmüyor. Daha önce sahip oldukları küresel önemi, üstün zekâ ve yaratıcılıktan çok ABD’nin onlarca yıl süren kesintisiz hegemonyası sayesinde elde ettikleri artık açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Uzun zamandır öngörülen ve artık büyük bir tehdit haline gelen Çin bile siyaset ve fikir önderlerini, rehaveti bırakarak yeni geliştirilen orijinal politik ve kültürel yeni bir vizyonu dile getirme konusunda harekete geçiremiyor.

İkinci ve potansiyel olarak ölümcül bir Trump başkanlığından çaresizce kaçınmak için dört yıl içinde ikinci kez yeni kurtarıcı fantezileri üretiyorlar. Ancak 2020’de sunduklarında bile açıkça dermansızlık belirtileri gösteren kurtarıcı, afallamış küresel izleyicilerin gözü önünde Orta Doğu’daki kitlesel katliamların takıntılı bir destekçisi olduğunu açıkça ortaya koydu.  Dünyaya, “daha az kötü” diye bir şey olmadığını kesin olarak doğrulayan ABD başkanlık seçimleri, artık dünyanın hassas umutlarına yön veremeyeceklerdir. Böyle olması beklenmemesine karşın işin bu hale gelmiş olması belki de iyi bir şeydir: bundan böyle şüphecilik ve acılara göğüs germek yaklaşan düzensizliğe karşı umuttan daha iyi kalkanlar olacaklardır.

Pankaj Mishra’nın yeni kitabı Gazze’den Sonra Dünya, 2025 yılı Şubat ayında yayınlanacaktır. (Kasım 2024)

Tercüme: Ali Karakuş