Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yıkılmasının ardından bağımsız birer devlet olarak dünya siyaset sahnesinde yer alan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri uzun zaman boyunca Rusya’nın “arka bahçesi” olarak tasvir edilmekten kurtulamadılar. Rusya’nın Sovyet mirasına sahip çıkma arzusu ile oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) da bu manada güçlü bir aktör olarak bölgede daima var olmaya devam etti. Rusya haricinde sınır komşuları olan Çin ve dünya gücü olan ABD ile de ilişki kuran Türk cumhuriyetleri günümüzde daha bağımsız ve çok vektörlü bir dış politikayı hayata geçirmeye başladılar. Bu manada Rusya’nın Ukrayna’ya başlatmış olduğu saldırılar karşısında başından beri dengeli bir dış politika belirleyerek kayıtsız şartsız Rusya’yı destekleyen bir pozisyona girmemeye özen gösterdiler. Daha sonraki dönemde ise hem Çin hem de ABD ile diyaloglarını arttırarak Rusya’yı dengeleyen bir siyasi yapıyı oluşturmayı başardılar. Öyle ki ABD’nin başını çektiği C5+1 zirvesine 2023 yılında ilk kez ABD devlet başkanı başkanlık ederek Orta Asya ve ABD arasındaki ilişkilere verilen önemi net şekilde ortaya koymuştu. ABD ile AB’nin arasının iyiden iyiye bozulduğu son dönemde ise AB ve Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin yeni bir boyut kazanarak Stratejik Ortaklık seviyesine evirildiğini hep birlikte izledik. Bahse konu olan Stratejik Ortaklık hamlesi ilk kez 3-4 Nisan 2025 tarihlerinde Özbekistan’da düzenlenen ve bundan sonraki yıllarda da tekrar etmesi muhtemel olan AB-Orta Asya Zirvesi ile hayata geçirildi. Zirvede AB, içinde Tacikistan’ın da bulunduğu beş Orta Asya ülkesine 12 Milyar Euroluk bir yatırım paketi ilan ederek ikili ilişkilerde ulaşılmak istenen seviyenin bunun çok daha fazlası olduğunu açıkladı. Açıklanan 12 Milyar Euroluk paketin yarıdan fazlası su, iklim değişikliği ve enerji konularında atılacak adımlarda kullanılacak. Kalan kısımlar ise Orta Asya’nın değerli madenlerini ve hammaddelerini Avrupa’ya daha hızlı ve daha güvenli ulaştırabilecek ulaşım koridorlarına aktarılacak. İlk kez düzenlenen AB-Orta Asya Zirvesinde gündeme gelen pek çok konu Türkiye ve Türk cumhuriyetleri açısından ayrı ayarı incelenip üzerine konuşulması gereken konular olmakla birlikte aynı zaman diliminde üç Türk cumhuriyetinin Kıbrıs konusunda attıkları adım bütün dikkatlerin sadece Kıbrıs üzerine odaklanmasına sebep olmuştur.
Türk Dünyasında Bütünleşmenin Adı: Türk Devletleri Teşkilatı
Değişen ve dönüşen dünya siyasetinde bölgesel ve küresel bir aktör olarak yer almak isteyen Türkiye, bu bağlamda pek çok adım atarak çeşitli kolektif örgütlenmelerin içerisinde kurucu ya da üye olarak yer almaktadır. Türkiye’nin kurucuları arasında bulunduğu Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bu örgütlenmeler içinde adından sıkça söz ettiren ve hem coğrafi hem de siyasi sınırları bağlamında bütün dünya tarafından dikkatle takip edilen bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden üçü (Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan) TDT’ye asil üye, Türkmenistan ise gözlemci üye statüsü ile bu birliğin içinde yer almaktadır. TDT’nin her yıl yapılan liderler zirvesinde ve 2040 Vizyon Belgesinde yer alan en temel amaçlarından biri birliğe üye ülkelerin birlikte hareket etme konusunda ortaya koydukları kararlılıktır. Ancak bu kararlılık zaman zaman bazı yaralar almakta bu durum da TDT’ye üye devletlerin kamuoylarında bazı çalkantılara sebep olmaktadır. Son olarak TDT’nin asil üyeleri konumunda bulunan Özbekistan ve Kazakistan ile gözlemci üye statüsünde yer alan Türkmenistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) Büyükelçi atamaları Türkiye için tam manasıyla bir hayal kırıklığı olmuştur. Söz konusu üç Türk cumhuriyetinin elbette kendi dış politikaları mevcuttur ve TDT içindeki her ülke dış ilişkililerini bağımsız bir şekilde inşa etme ve sürdürme iradesine sahiptir. Ancak, GKRY’nin Türk cumhuriyetleri tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması Rum Yönetiminin adanın tamamının sahibi olarak kabul edilmesi anlamı taşımaktadır. Nitekim her ne kadar öyle olmadığı herkesçe malum olsa da neredeyse bütün dünya GKRY’i “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti” olarak tanımaktadır. Dahası Türk cumhuriyetleri bu hamleleriyle Türkiye’yi Kıbrıs adasında “işgalci” olarak gören Batı dünyasının değirmenine su taşımışlardır. Söz konusu üç ülkenin en kısa sürede büyükelçilerini geri çekmeleri atılacak en mantıklı ve makul adım olsa da bunun gerçekleşmesi pek mümkün gözükmemektedir. O halde bu ülkeler Kıbrıs adasında iki eşit toplumun var olduğunu ve GKRY’nin bütün adayı temsil etmediğini açıklamak durumundadırlar. Aksi halde üç Türk cumhuriyeti ve belki de önümüzdeki günlerde Kırgızistan da TDT içinde birlikte hareket ettikleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) fiilen yok saymış olacaklardır. Türkiye, Kırgızistan-Tacikistan sınırındaki sıcak çatışmalar ve geçmişteki Özbekistan-Kırgızistan sınır anlaşmazlığı konuları başta olmak üzere bölgedeki bütün ihtilaflı konularda büyük bir titizlikle hareket ederken Türk cumhuriyetlerinin Kıbrıs konusunda bu kadar fevri davranmaları işbirliği ve kardeşlik ruhuna halel getirmekten başka bir işe yaramamıştır.
AB-Orta Asya Zirvesi ve GKRY’nin Tanınması
Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan tarafından GKRY’nin bağımsız bir devlet olarak tanınarak buraya Büyükelçi atamaları Avrupa Birliği’nin (AB) Orta Asya’ya adeta bir çıkarma yaptığı AB-Orta Asya Zirvesi adını taşıyan iki günlük bir uluslararası organizasyonla eş zamanlı gerçekleşmiştir. Bu zamanlama, Türk cumhuriyetlerinden böyle bir adım atmalarını AB’nin istemiş olduğunu ve GKRY’i tanımamaları durumunda AB ile olan ilişkilerinde bir ilerlemenin kaydedilemeyeceği tehdidi ile baş başa kaldıklarını göstermektedir. KKTC’nin yıkılması anlamına gelen Annan Planı’na “hayır” demelerine rağmen Avrupa tarafından ödüllendirilen ve AB’nin üyesi yapılan GKRY ve Rumların hamisi konumunda bulunan Yunanistan’ın Orta Asya bölgesine aktarılacak olan AB yatırım fonuna ancak bu şartla evet dedikleri de gündemdeki başlıklar arasındadır. AB-Orta Asya Zirvesinde bölge ülkelerine çeşitli sahalarda kullanılmak üzere 12 Milyar Euro finansman desteği sağlayan AB, Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile ilişkilerini daha da kuvvetlendirmenin yanında bu ülkelerin Türkiye ve Türk dünyası ile olan ilişkilerini de bozmayı hedeflemektedir. TDT, kurumsal anlamda bir varlık göstermediği müddetçe AB, ABD, Çin ve Rusya başta olmak üzere bütün küresel aktörlerin bu tarz siyasi saldırılarına maruz kalması kaçınılmazdır. TDT’nin kurumsal anlamda güçlü olması ise bu yapıya “ulus üstü” bir statü kazandırmakla mümkündür. TDT’ye üye her ülke özellikle dış politika sahasında atacağı bu türden hayati önem taşıyan konularda tek başına karar vermemeli ve Türk devletlerinin tamamının uluslararası çıkarları gözetilerek politika üretilmelidir. Ortak alfabe, ortak tarih dersi müfredatı ve üye ülkeler arasındaki serbest ticaretin hayata geçirilmesi gibi konularda da bütün süreçler “ulus üstü” bir yapı şeklinde ilerlemelidir.
ABD ile tarihinin en kötü dönemini yaşayan Avrupa’nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) şemsiyesi dışında yeni bir güvenlik mimarisi inşa etmek istediği bütün dünyanın malumudur. Bu konuda hem AB yetkilileri hem de Türk dışişleri karşılıklı iyi niyet açıklamalarında bulunmuş ve Türkiye’nin içinde yer almayacağı bir Avrupa güvenlik mimarisinin mümkün olamayacağı kanaatinde mutabık kalınmıştır. Bütün bu süreç ile beraber Türkiye’nin yeniden AB üyelik sürecinin başlatılabileceği konusu dahi gündeme gelmiştir. İlişkilerin çok kısa sürede ve olağan akışında bu denli bir ivme kazanması hem AB hem de Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Ancak, AB, Türk cumhuriyetleri üzerinden Türkiye’ye doğrudan bir hamlede bulunmuş ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından kritik öneme sahip olan Kıbrıs konusunu masaya sürmüştür. Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ı GKRY’i tanımaya ve orada büyükelçilik açmaya zorlayan AB’nin bu hamlesiyle Türkiye’yi uluslararası arenada zora sokmanın hesabı içinde olduğu açıktır.
Sonuç
Kadim Türkistan coğrafyasında bağımsız birer devlet olarak varlıklarını sürdüren Türk Cumhuriyetlerinin bilhassa son yıllarda Türkiye ile kurmuş oldukları ikili ilişkiler her iki taraf için de son derece önemli ve vazgeçilmezdir. Bu ilişkilerin TDT gibi bölgesel ve küresel ölçekte bütün aktörlerce hesaba katılan kurumsal bir yapıya kavuşmuş olması ayrıca önemlidir. Ancak bu yapı kendi içinde bir takım aksaklıkları henüz aşabilmiş değildir. Bu sebeple de üye ülkelerin birbirlerine karşı belli hassasiyetleri yeterince gözetemedikleri durumlar söz konusu olmaktadır. Son olarak karşı karşıya kaldığımız GKRY’nin üç Türk cumhuriyeti tarafından tanınması hadisesi Türkiye açısından asla kabul edilebilir bir durum değildir. Buna rağmen Türkiye, bu zamana kadar olduğu gibi bugün de diğer Türk cumhuriyetlerinin hassasiyetlerini gözeterek kendisi için oldukça önemli olan bu konuda dahi şu ana kadar resmi bir açıklama yapmaktan imtina etmiştir. Türk cumhuriyetleri bir dengeleme politikası bağlamında Çin ve Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu kırmak açısından AB ile ikili ilişkilerini arttırma kararı almış ve bu doğrultuda da GKRY’yi tanımak zorunda kalmışsa bundan sonraki adımı Türkiye’den bir özür mahiyetinde olmalı ve KKTC TDT içinde asil üye olarak yer almalıdır. Ancak bu adım sayesinde Türk cumhuriyetleri Türkiye’nin Kıbrıs adasında “işgalci” olmadığını ve adanın tek sahibinin Rumlar olmadığını bütün dünyaya ilan etmiş olurlar.