7 Ekim… Müslümanların İsrail’in Yenilebileceğini Hatırladığı Gün
7 Ekim, Arap-İsrail çatışma tarihinde dönüm noktası olan bir gündü; Arap dünyasının ya da herhangi bir devletin hayal edemeyeceği bir gün. O tarihe kadar İsrail, Arap ve küresel bilinçte yenilmez ordu imajını kökleştirmişti. Bu kanaat boşuna değildi; Arap devletlerinin yetmiş, hatta seksen yıllık acı deneyimlerine dayanıyordu. 1967’de İsrail, sadece altı günde birkaç Arap ordusunu ezici bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş, bölgenin çehresini değiştirdi ve İsrail’i askeri ve istihbari açıdan olağanüstü bir güç olarak gösterdi. 1973’te Arap orduları, Süveyş Kanalı’nı geçerek İsrail’i şaşkına çevirip büyük başarılar elde ettiler. Ancak İsrail, Amerika Birleşik Devletleri’nin sınırsız askeri ve siyasi desteği sayesinde savaşın gidişatını lehine çevirdi; Mısır ordusunda bir gedik açtı ve ona ağır kayıplar verdirdi. Böylece İsrail ordusunun herhangi bir Arap zaferini nihayetinde mağlubiyete dönüştürebileceği inancı yeniden pekişti. O günden sonra ABD ve Avrupa’nın büyüyen desteğiyle, İsrail’in teknolojik ve istihbari üstünlüğü, bölgede onun yenilmez olduğuna dair kanaati daha da sağlamlaştırdı.
Fakat 7 Ekim 2023 sabahı, bu imajı kökünden sarsan bir gün oldu. Sayıları 1400’ü geçmeyen küçük bir Filistin direnişçi grubu, olaylara farklı bir açıdan baktı. İsrail’i yenilmez bir güç olarak görmediler; aksine, basit ama doğru planlama ve gerçekçi stratejiyle yenilebilecek bir ordu olarak değerlendirdiler. Ellerindeki mütevazı taktik araçları stratejik bir incelikle kullandılar ve Gazze sınırındaki İsrail savunma hatlarında benzeri görülmemiş bir çöküşe yol açtılar. Bu, işgal altındaki topraklara otuz kilometre içerilere kadar ilerlemelerinin önünü açtı. Bu ilerleyiş, sadece bir saha başarısı değil, aynı zamanda İsrail’in güvenlik ve askeri yapısını derinden sarsan stratejik bir depremdi. Birdenbire hem İsrailliler hem de dünya, yenilmez denilen ordunun delik deşik olabileceğini gördü; teknolojik ve istihbari üstünlüğün, irade, azim ve sağlam bir planlama karşısında yetersiz kalabileceğini anladı.
Bu olay İsrail’i psikolojik, siyasi ve askeri olarak sarstı. İsrail’in cevabı aşırı şiddetli oldu; Gazze bir soykırım sahnesine dönüştü ve siviller en ağır biçimde hedef alındı. Fakat bu karşılık, o gün açığa çıkan temel gerçeği gizleyemedi: Filistin direnişi, İsrail ordusuna mutlak bir zafer kazandırmış ve on yıllardır süren efsaneyi yıkmıştı. Gazze’de olanlar sıradan bir çatışma değil, dünya ve bölge devletlerini güç dengelerini yeniden düşünmeye zorlayan tarihi bir dönemeçti. Eğer 1400 savaşçı sınırı aşıp otuz kilometre ilerleyebildiyse, peki ya on binlerce kişi olsaydı? O zaman İsrail ordusunun tamamen çökmesi ihtimal dışı olmayacaktı. İşte bu ihtimal İsrail’i derinden endişelendirdi ve onu yeniden yenilmez görünme çabasına yöneltti.
İsrail’in Gazze’ye karşı başlattığı yıkıcı savaşın nedeni de budur. Mesele sadece askeri değildi; sembol, itibar ve dünya önünde imaj meselesiydi. İsrail, hâlâ güçlü olduğunu ve kimsenin oyunun kurallarını değiştirmesine izin vermeyeceğini göstermek istedi. Ancak dünya farklı bir tablo gördü: İsrail’in de diğer devletler gibi yok olabileceğini, gücünün istisnai olmadığını, esasen Amerikan ve Batı desteğine dayandığını fark etti. Eğer bu destek azalır ya da bölgede güçlü bir direniş gücü ortaya çıkarsa, İsrail hızla çökecektir.
7 Ekim sadece İsrail için değil, bölgedeki devletler için de çoklu mesajlar taşıdı. İşgalin ne kadar üstün olursa olsun ebedi bir kader olmadığını, irade ve örgütlenmenin dengeleri değiştirebileceğini kanıtladı. Bu gün, birçok halkın gözünü açtı; İsrail’in bir efsane olmadığını, yenilgisinin mümkün hatta muhtemel olduğunu gösterdi. Bu yüzden İsrail, Gazze dışındaki hedeflere de saldırmaya devam etti; Suriye topraklarını defalarca vurdu. Çünkü biliyor ki yeni nesiller Filistin’de, Suriye’de ve bölgede direniş fikriyle yetişiyor; savaştan korkmuyor, bedel ödemeye hazır. İsrail bu ihtimalden çok korkuyor, çünkü kendi zayıflığının farkında.
Sonuç olarak, 7 Ekim sıradan bir askeri operasyon değil, oyunun kurallarını değiştiren stratejik bir olaydı. On yıllardır ayakta kalan yenilmez ordu efsanesini yıktı ve halkların iradesinin hiçbir güç tarafından yok edilemeyeceğini hatırlattı. O gün, bölge ve dünya İsrail’in yenilebileceğini gördü. Sınırsız dış destekle ayakta duran bu yapının çöküşten muaf olmadığını anladı. Bu nedenle 7 Ekim, işgal tarihinin kırılma noktası olarak kalacak ve direnişin yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda stratejik bir tercih olduğunu gösteren bir işaret taşı olacaktır.