Bu yılın gölgeleri çekilirken, duam hikayelerimizin dinleme ve değişim için harekete geçme gücüne sahip olanlarda yankı bulmasıdır.
Sevgili 2024, sen sona yaklaşırken, insansız hava araçlarının uğursuz uğultularının tepemizde dolaştığı ve bombaların sağır edici yankılarının havamızı umutsuzlukla doldurduğu harap olmuş Gazze topraklarından elimi uzatıyorum.
Ekim 2023’te İsrail’in soykırımı başladığından beri hayatlarımız uyanık bir kâbusa dönüştü.
Sen, sevgili yıl, hiç merhamet göstermedin; umutlarımızı, hayallerimizi ve bir zamanlar bildiğimiz normalliğin özünü silip süpüren acımasız bir ıstırap ve umutsuzluk dalgası oldun.
Evlerimizi terk etmemiz ve bizim için hem bir sığınak hem de bir hapishane haline gelen Refah’a sığınmamızın emredildiği o üzücü günlerin akıldan çıkmayan anılarından hâlâ kurtulamıyorum.
Anılarla ve konforla dolu hayatlarımız, önümüzdeki ürkütücü bilinmeyenle yüzleştikçe giderek yetersiz kalan dayanıksız sırt çantalarına dikkatsizce tıkıştırıldı. Her gün yeni bir tedirginlik dalgası getiriyor, ancak bir zamanlar sevdiğim kitaplarla dolu rahat yatak odama yürek burkan vedamı, eski kâğıt kokusunun aziz anıların sıcaklığına karıştığını canlı bir şekilde hatırlıyorum.
Şimdi o günlerin yerini soğuk ve davetkâr olmayan bir gerçeklik, bizi saran bir belirsizlik ve korku denizi aldı.
Kolektif ıstırap
Ocak ayı bize zorunlu tahliyelerin dehşetini getirdi, aklıma sonsuza dek kazınmış anlar — bir kamyonda birbirimize sarılmış hâlde ailemi saran o kasvetli sessizlik, yabancıların, çocukların ve yetişkinlerin endişeli yüzleriyle çevrili oluşumuz; hepsi de yaklaşan düşünülemez şeyden korkuyla donup kalmıştı.
Korkularının ağırlığı havada ağır bir şekilde asılı duruyordu, kelimeleri aşan kolektif bir ıstırap.
Manzara boyunca beliren derme çatma barınakların ürpertici gerçekliğine tanık olurken, acı soğuğun iliklerime kadar işlediğini hissettim.
Sert, acımasız zeminde geçirilen geceler, acıdan gözyaşları ve açlıktan titremelerle geçti; bedenlerimiz ve ruhlarımız, hastalıkların amansız ağırlığı ve kalabalık ortak banyoların haysiyetsizliği altında zayıflıyordu.
Mahremiyetin yokluğu, fiziksel rahatsızlığımızı çaresizlik duygusuyla birleştirerek acılarımızı daha da katlanılmaz hâle getirdi.
Açlıkla geçen her gün üzerimizde uğursuz bir şekilde beliriyor, midemizi ve umudumuzu kemiriyordu; çünkü çoğu zaman yemek yemek ya da sadece hayatta kalmak gibi düşünülemez bir seçimle yüzleşmek zorunda kalıyorduk.
Tahliyeler, ölüm korkusu ve sadece hayatta kalma özlemiyle boyanmış bir manzarada tutunduğumuz tek varoluş ipi olan korkunç bir rutine dönüştü. Geleneksel olarak tefekkür, aile ve dua ile dolu kutsal bir ay olan Ramazan, mevcut gerçekliğimizin acımasızlığı tarafından bir kez daha gölgelenerek yanımızdan geçti.
Artan umutsuzluk
Katliamlar döngüsü durmaksızın ilerleyerek kutlama ve neşe dolu olması gereken anlarımızı işgal etti. Bayramlarımız hüzün ve fısıltılı bir kederle doluydu, çünkü bunun yerine kendi katliamımızla yüzleştik.
Soykırımın dehşetini düşünürken, babamın ekmek yapmak için odun toplarken sert zeminde yankılanan ayak seslerini ve sabah havasında çınlayan top seslerini hâlâ duyabiliyorum.
Her patlama ile seçimlerimiz daha da acil hale geldi, ve artan şiddetin her işaretiyle dünyamız daha da parçalandı. Kurtarabildiğimiz birkaç şeyi aceleyle almayı öğrendik; her ayrıldığımızda, kendimizden bir parçayı, giderek ulaşılmaz hale gelen bir hayatın izlerini geride bıraktık.
Yerimizden yurdumuzdan edildiğimizde, bir zamanlar olduğumuz şeyin sadece ipliklerine indirgenmiş bulduk kendimizi. Acımasız deniz kıyısında derme çatma çadırlar kurduk; bir zamanlar canlılığını sevdiğim o sular, şimdi dalgaların kıyıya şiddetle çarpmasıyla kolektif acımızı yankılayan çalkantılı bir hale geldi.
Bir zamanlar neşe ve sıcaklık kaynağı olan güneş, tek sığınağımız haline gelen çadırları acımasızca döven bir başka düşmana dönüştü. Eskiden sahilde ailemle ve arkadaşlarımla gülerek yürüyüş yaparken, şimdi aynı sahilin keder ve umutsuzlukla boğulduğunu görmek, kalbimi ve zihnimi tahmin edemeyeceğim şekillerde burkup çarpıtıyor.
Bu yıl bizi her mevsimin zorluklarından geçirdi ve her biri kaybettiklerimizin acı verici bir hatırlatıcısı oldu.
Kasım ayında, sessiz bir hüzünle kutladığım bir doğum gününe daha yaklaşırken, mutluluk ve kutlama anlarımızı gölgeleyen artan umutsuzluğu düşünmeden edemedim.
Geçen bir yılın korkuları omuzlarıma ağır bir yük gibi çöktü, ve kahkaha yerine kayıplarla dolu günleri sayarken ruhumu ezmekle tehdit etti.
Dünya genelinde insanlar yeni yılı karşılamak için kutlamalara hazırlanırken, biz kendimizi yas tutarken buluyoruz; kaybedilen hayatların ve çalınan geleceklerin yasını tutuyoruz.
Aralık ayı, dünya bolluk ve neşe içinde bayram ederken, savaş ve kaosun öksüz bıraktığı, hayalleri ve onuru elinden alınan Gazze’nin içinde bulunduğu kötü durumdan habersiz, acıların ağırlığıyla geliyor.
Diğerleri coşkuyla evlerini süslerken, yemeklerini paylaşırken ve hediyeler takas ederken, biz görünmeyen bir düşmana karşı mücadele ediyor, izolasyon ve yalnızlıkla savaşıyoruz.
Bu keskin zıtlık dayanılmaz; bazıları için umut havayı doldururken, bizim için yakalanması zor bir gölge olarak kalıyor. Barış ve sakin bir yaşam hayalleri kalplerimizde belli belirsiz yankılanıyor, enkaz arasında neredeyse unutulmuş gibi görünüyor.
Soykırıma son verin
Belki de en büyük ironi, dünyanın neşe içinde eğleniyor olmasında yatıyor; farkında olmadan hayatta kalmamızın, kodlanmış kederimizin ortasında korumaya çalıştığımız geçici umut ve dayanışma anlarına bağlı olduğunun bilincinde değiller.
2025’e adım atarken, cesaret edip umut edebileceğimiz en büyük kutlama, bu soykırımın sona ermesi ve umutsuzluğun küllerinden yeniden doğan daha parlak bir gelecek vaadidir.
Yeni bir yılın şafağını özlüyoruz; saatlerin tik taklarıyla ya da parlayan ışıklarla değil, umutsuzca aradığımız barış pırıltılarıyla aydınlanmış bir yıl.
Önümüzdeki yıl, mücadelemizin derinliklerinden yükselme ve kimliğimizi, haysiyetimizi ve insanlığımızı geri kazanma gücünü bulalım; trajediyle değil, dirençle tanımlanalım.
2024’ün gölgeleri çekilirken, hikayelerimizin dikkati dağılmış bir dünyada görünmez kalmaması, bunun yerine dinleme ve değişim için harekete geçme gücüne sahip olanlarda yankı bulması umuduyla duam budur.
Kaynak: https://www.middleeasteye.net/opinion/gaza-israel-destroys-homes-forces-burn-memories
Çeviri: Yavuz Aslan